KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Rusya
  4. »
  5. İyad Ebu Şakra: Batı hala Rusya’yı caydırabilir mi?

İyad Ebu Şakra: Batı hala Rusya’yı caydırabilir mi?

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 9 dk okuma süresi
250 0

Dünyanın gözü Ukrayna’ya çevrili ve takipçiler nefeslerini tutarak Vladimir Putin’in Rusya’nın batı komşusu hakkında vereceği kararı beklerken, büyük Batılı ülkelerde Kovid-19 başta olmak üzere virüslere karşı aşı karşıtı hareketler büyüyor.

Kanada ve Yeni Zelanda gibi birkaç ay öncesine kadar virüs kaynaklı kargaşanın merkezinde olmayan ülkelerde aşı karşıtı protestocular yolları kapatıyor, normal hayatı felç ediyor ve politikacıları köşeye sıkıştırarak şu iki seçenekten birini seçmeye zorluyor; bilime düşman aşırı popülizme teslim olmak ya da hükümetlerin toplumun sağlığını, kamu güvenliğini ve hukukun üstünlüğünü koruma görevlerini yerine getirmek.

Bir gözlemci olarak bana, Kremlin’in efendisinin Rusya-Ukrayna sınırındaki güç gösterisi ile Batı’da aşılamaya karşı artan popülist baskı arasında yakın bir bağlantı var gibi geliyor. Slav milliyetçi düşünceleri ve Kremlin’in – Sovyetler Birliği’nin çöküşü aşağılanmasından sonra – Rusya tarihini yeniden yazma hevesi, vaat edilen Ukrayna istilasının arkasındaki en güçlü nedeni oluşturuyor. Diğer yandan, çoğu kişinin neo-faşizm olarak gördüğü olguya karşı demokrasinin yürüttüğü savunma savaşı bugün Batı siyasi gerçekliğinin baskın özelliği gibi görünüyor.

Bir politikacı ve istihbarat subayı olan Vladimir Putin, coğrafya, kimlik, otorite ve çevrenin katkıda bulunduğu bir yetiştirmenin ürünüdür. Her şeyden önce o, Rus çarlarının en heybetlisi Büyük Petro tarafından kurulan, adını koruyucusu Aziz Petrus’tan alan, Rusya’nın Batı Avrupa’ya açılan sınır penceresi Petersburg şehrinin oğludur. Petersburg, kurucusunun, güzelliği ve görkemiyle Avrupa’nın en büyük metropollerine rakip olması için (çoğu İtalya’dan) en iyi Avrupalı ​​mühendisleri ve tasarımcıları getirdiği şehirdi. Ancak ironiktir ki, aynı zamanda Bolşevik Devrimi’nin de beşiğiydi ve bu nedenle bir başka Vladimir’in, devrimin lideri olan Vladimir İlyiç Ulyanov yani Lenin’in adını taşımayı hak etmişti. Böylece adı Leningrad oldu.

Putin’in Leningrad’dan sonraki ve şimdiki durağı; Rusya İmparatorluğu’nun yeniden şekillendiği, felsefesinin, komşu ve kendisine tabi oluşumlarla ilişkilerinin yeniden çizildiği Sovyetler Birliği’nin başkenti olmasının yanı sıra, Rusya’nın kalbi ve en güçlü kalesi Kremlin’in merkezi olan Moskova’ydı. Moskova, 1945 ile 1990 yılları arasında dünyaya hakim olan iki kutupluluğun bir simgesidir. Doğu ile batı ve kuzey ile güney arasında şu ya da bu şekilde geleneksel sömürge düzeninin çöküşüne, üçüncü dünya olarak adlandırılan birçok oluşumun özgürleşmesine katkıda bulunan ideolojik çatışma deneyiminin ihraç edildiği üstür.

Moskova’dan sonra Almanya – özellikle de Dresden şehri – Putin’in fikri ve mesleki oluşumundaki üçüncü önemli istasyondu. Siyasi hafızasına, güvenlikle ilgili kanaatlerine, tarihin, kimliğin ve sadakatin ağırlığı, yenilginin acılığıyla ilgili hissiyatına yeni boyutların eklendiği yerdi. Aslında Almanya Avrupa’nın hiçbir yerine benzemiyordu. Kıtanın ortasında yer alan,ne Rusya’nın ne de bir başkasının, Almanya’nın dolayısıyla Avrupa’nın bölünmesiyle sonuçlanan askeri bir zafer olmadan dizginleyemeyeceği bir devdi. Almanya’ya karşı kazanılan zafer, nasıl Batı ve Doğu’nun ortak çabasını gerektirdiyse, başkenti Berlin’in bölünmesi de, 40 yıldan fazla bir süre devam eden nükleer caydırıcılık ve uzay savaşında ayakta kalan iki kutupluluğun ortaya çıkışının gerçek ifadesi oldu

Bütün bunlardan yola çıkarak, Vladimir Putin’in tarih ve coğrafya anlayışı, sadakatin takdiri ve caydırıcılığın maliyeti konusundaki kanaatleri göz önüne alınmaksızın kişiliğini, siyasi ve güvenlikle ilgili düşüncelerinin boyutlarını anlamak mümkün değildir.

İşte dünya burada, son noktada, yani caydırıcılığın bedeli noktasında duruyor.

Bu bedel ve hala gerekli olup olmadığı konusundaki farkındalık hala var mı? Daha doğrusu esasında caydırıcılığın kendisinin anlamını kavrayan, dolayısıyla başlatılması kolay ama kontrol altına alınamayabilecek çatışmalardan kaçınmanın bir yolu olarak caydırıcılık için çabalayan var mı?

Putin’in son birkaç yılda elde ettiği göstergeler, görünüşe göre ikna olduğu ve başarılı bir şekilde kullanmaya çalıştığı bir dizi düşünceyi kabul etmeye itmiş görünüyor. Bu düşüncelerin başında şunlar geliyor:

– Batılı ülkeler, artık siyasi taleplerle sınırlı kalmayan, ulusal kimliği ve sosyal dokuyu da etkileyen bir gerileme ve iç bölünme hali yaşıyorlar. Milliyetçi ve ayrılıkçı hareketlerin yükselişi, Batı’nın en köklü demokrasilerinde bile geniş ulusal anlayışı tehdit eden ırkçı ve dışlayıcı eğilimlerin yükselişi bunu kanıtlanıyor.

– Demokratik sistem, genel anlamda, artık çok sayıda Batı Avrupa ülkesinde, hatta ABD’de bir ilke olmaktan çıktı. Trump olgusu bunun kanıtı. Keza yabancı düşmanı hareketlerden, sosyal medya ve dijital medyadaki kanal ve sitelerde kendisine sağlam bir zemin bulan komplo teorilerine kadar, bu olgunun ortaya çıkışına, örgütlenmesine katkıda bulunan akımlar da bunu gösterdi.

– Sosyal medya ile dijital medyadaki içerik üretiminin itici gücü, bilime yaklaşımda ve mantıksal tartışmalarda dünya çapında talihsiz bir değişim yarattı. Alanı yarı aydın ve bilgisiz insanlara, çıkarcı baskı gruplarına, özel finans ve nüfuz çıkarları ile istihbarat örgütleri tarafından motive edilen gruplara terk etti. Bunun ciddiyet ve tehlikesi, Kovid-19 pandemisi konusundaki tıbbi ve bilimsel verilere güvensizlik hareketinin büyümesinde yatıyor. Gerçekten de, bu süreçte şarlatanlar tarafından dile getirilen görüşlere, uzmanları şeytanlaştıran kampanyalara, neo-faşist, anarşist ve radikal solcu grupların vatandaşları ve politikacıları tehdit edip korkutma girişmelerine tanık olduk.

– Putin’in Amerikan tek kutupluluğunu yıkmak için yürüttüğü savaş iki taraftan açık destek alıyor; birincisi, Çin ve İran gibi daha büyük küresel ve bölgesel roller arayışındaki güçler. İkincisi, başta Avrupa, Ortadoğu ve Uzak Doğu olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde Washington’un kriz zamanlarında güvenilir ve itimat edilebilir bir müttefik olarak kalma arzusuna olan güvenin azalması.

Bence bu kritik saatlerde Kremlin’in efendisinin aklından da bu düşünceler geçmiyor değil. Rakiplerinin ima ettiği önlemleri, sunulan argümanları, benimsenen tutumları görüyor ve duyuyor. Buna dayanarak bir yanda çıkarları ile diğer yanda caydırıcı değerlerini dengeliyor.

Batılı hükümetlerin aşı karşıtı gösterilere karşı kararlı olma konusundaki tereddütleri, Putin’in insani, mali ve siyasi maliyet hesapları nedeniyle Batılı hükümetlerin onunla bir çatışmaya giremeyeceklerine dair güvenini büyütüyor. Washington ve Batılı güçlerin Afganistan ve İran konusundaki tutumlarını bir kenara bırakırsak, Batılı liderlerin hem aşı karşıtlarının aşırılıklarını kontrol etmekten aciz olduklarını hem de halk sağlığı pahasına onları memnun edecek tavizler verdiklerini görüyoruz. İngiliz hükümeti başta olmak üzere bazı hükümetlerin tüm önleyici tedbirleri kaldırmakta acele ettiğine inanan bir dizi halk sağlığı uzmanı da bunu ifade ediyor. Uzmanlara göre, güvenilir, uzman tıbbi görüşlerden tamamen uzak politik ve ekonomik düşünceler bu tedbirlerin kaldırılmasını teşvik ediyor.

İyad Ebu Şakra
Siyasi analist, tarih araştırmacısı

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir