KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. İslam’da ilk komün hareketi KARMATİLİK

İslam’da ilk komün hareketi KARMATİLİK

Hasan Oktay Hasan Oktay - - 47 dk okuma süresi
1105 0

İslam’da ilk komün hareketi KARMATİLİK
karmatiler
Karmatiler veya Karmatilik; Yaşar Nuri Öztürk’ün; “Erdem ve Fikir Adamları” dediği, İsmailiye fırkasının bir kolu kabul edilen, Kufe, Suriye İran, Irak ve Bahreyn’de ortaya çıkan, iki devlet kuran ve yaklaşık olarak 150-200 yıl tarih sahnesinde kalan, Sünni akideyi ortadan kaldırmaya çalışan, felsefi, ideolojik, siyasi ve düşünsel açıdan radikal bir hareket olan, oniki imama inanan, 7 sayısını kutsal kabul eden, dünya tarihinde ilk defa şifre sistemini kullanan, Şiiliğin İsmaililik Mezhebinden Fatımiler’in imamlığını kabul etmeyen koludur. İranlı bir Şii mutasavvıf olan “Fadl’Allah Ester-Âbadi” tarafından kurulan Hurufi-Bektaşi inancı yani Hurufilik akımının, Karmatilerden türemiştir. Hasan Sabbah’ın kurduğu Haşhaşiler tarikatı veya örgütüne de kaynaklık eden Karmatiler, İslam’ın ilk Komüncüleri (Komünistleri), tarihteki ve günümüzdeki bütün gizli örgütlerin anası kabul edilmektedir.
Karmat veya çoğulu Karamita sözcüğü Arami kökenlidir. “Kızıl gözlü ve kısa bacaklı” anlamlarına gelmektedir. “Karmatiler’in lideri Hamdan Karmat, hem sıradan bir köylü (hamal) hem de kırmızı gözlü kısa bacaklı birisi olduğu için, İsmaililerden koparak başlattığı harekete de bu nedenle “Karmatiler” denmiştir. Taberi’ye göre ise Arami kökenli olan bu sözcük, “gizli bilgi, gizemli bilgi öğreten” demektir. Karmatiliğin kurucusu ve bu mezhebe adını veren Aşat oğlu Hamdan Karmat, Küfe yakınlarındaki Dur Köyünden olup, derviş hayatı yaşayan, bir yük taşıyıcı, yani hammaldı. Zeki, becerikli, girişken, çevresine tesir etmede mahir, istekli ve hırslı bir kimse olduğu söylenen Hamdan Karmat, önce kendisini yetiştiren Al-Huseyin al-Ahvazi adında yörenin İsmaili dai’sinin etkisi ile İsmaili mezhebine geçmiş, onun ölümü üzerine yerine geçtiği için, Karmatilik, İsmailiye’nin bir kolu olarak kabul edilmektedir. İsmaililik, adını İsmail bin Cafer es-Sâdık’tan alan, Şiilik’te Cafer es-Sadık öldüğünde, yedinci Şii İmamı olarak Musa bin Cafer el Kâzım’ın yerine Cafer-i Sadık’tan önce ölmüş olan oğlu İsmail bin Câ’fer el-Mûbarek’in oğlu Muhammed bin İsmâîl eş-Şâkir’i Yedinci imam olarak kabul eden bir Şii mezhebidir.
Hamdan, bir yandan merkezdeki İsmaili önderlerinin otoritesini kabul eder gibi görünmüş, asıl kimliğini sır gibi saklamış, öbür taraftan Küfe çevresindeki köylere, Irak’ın güneyine ve diğer bölgelere Dai’ler (çağırıcı, davetçi) göndererek, hem düşüncelerini anlatmış hem de insanları Abbasi zulmüne karşı örgütlemiştir. Düzene karşı çıkan, Abbasi zulmünü kabul etmeyen, çoğalıp güçlenen ve düzeni rahatsız edecek duruma gelen bu insanlar Karamita diye anılmış, Karmati tarikatı oluşturulmuş, daha sonra devlet kurmuşlardır. Karmat’ın hızlı başarısına yardım eden en büyük unsur, 14 yıl süren ve Abbasi yönetimini sarsan Tuzcu Zenci köle işçilerin ayaklanmaları, Müslümanlar arasındaki mezhep çatışmaları, siyasi rekabet ve mücadeleler ile iktidar hırsıdır. Yaptığı zulümlere ve kötü yönetimine rağmen Emeviler’in halifesi Yezid’in, kendisine biat etmesini istediği, Hz. Muhammed’in torunu, Hz. Ali’nin oğlu olan Hüseyin bin Ali’yi 10 Ekim 680 yılında Kerbela’da öldürmesi, İslam’da mezhep ayrılığının temel nedenlerinden biri olmuştur. Şiiler Emevileri halife olarak saymamaya ve halifelik makamının Ali ile başlamak üzere Ali’nin soyundan gelen kişilere ait olduğunu kabul etmektedirler. Kerbela Olayı, İslam tarihindeki Sünni ve Şii mezhep ayrılığını kesinleştiren ve derinleştiren olaydır. Kerbela Olayında, genelde Sünni dünya zaten Hz. Ali’yi haklı bulmaktadır. Bu konuda ciddi bir ihtilaf söz konusu değildir. Hilafeti saltanata dönüştüren Muaviye ve oğlu Yezid’i haklı gören tek bir İslam bilgini yoktur. Çocuğuna bu iki zatın ismini veren dahi yoktur. Önemli olan zamanın tedavi ettiği yaraları deşmemek, birlik ve beraberlik içinde İslam’ı layık olduğu yere taşımaktır.
Karmatilerin imam silsilesi şöyledir. İslam Peygamberi Hz. Muhammed Mustafa Peygamber, 1. İmam Ali el-Mûrteza (rahmetullahi aleyh), 2. İmam Hasan el-Mûcteba (rahmetullahi aleyh), 3. İmam Hüseyin bin Ali (rahmetullahi aleyh), 4. İmam Ali Zeyn el-Ab’ı-Din (rahmetullahi aleyh), 5. İmam Muhammed el-Bakır (rahmetullahi aleyh), 6. İmam Ca’fer-i Sadık (rahmetullahi aleyh), 7. İmam İsmail bin Ca’fer el-Mûbarek (rahmetullahi aleyh). 899 yılında Fatımi Hanedanını kuran Ubeydullah kendisini İmam-Halife ilan etmiş, İsmaililiğin dayandığı mehdilik öğretisinden (bir kurtarıcının geleceğine dair öğreti) vazgeçerek her İsmaili imamının bir mehdi olduğunu ilan etmiştir. İsmaililerin çoğunluğu bunu kabul etmiş, Karmat ve taraftarları bunu kabul etmemiştir. Bu durum, İsmaililik içerisinde bir mezhep ayrışmasına yol açmış ve İsmaililer o tarihten sonra Karmatiler ve Fatımiler olarak ikiye ayrılmışlardır. Karmatilere göre, Ehl-i Beytten olan, meşhur velilerden, İslam alimlerinin gözbebeklerinden, oniki imamın altıncısı Caferi Sadık’in torunu ve İsmail’in oğlu olan Muhammed’in ölümünden sonra yeni bir imam tanımadan bir süre beklemek gerekirdi. Çünkü Muhammed geri dönecektir. Gökler ve yerler yedi kat olduğuna, insanın bedeni de, iki el, iki ayak, sırt, karın ve kalpten, yani 7 parçadan oluştuğuna, başında da, iki göz, iki kulak, iki burun deliği ve ağız bulunduğuna göre, yani onlar da yedi parçadan oluştuğuna göre 7 sayısı belli ki kutsaldır. Bu da sekizinci bir imam olmayacağını gösterir. Yedinci imam kaybolmuştur ve geri dönecektir.
Hamdan ve yakın yardımcısı kayınbiraderi Abdan, halkın bu inancını kullanarak, biraz da bu bölgedeki ekonomik dengesizlikten yararlanarak Mehdinin yakında geleceğini ilan ettiler ve halkı etraflarında topladılar. Hamdan’ın en büyük yardımcısı İsmaili-Aleviliğin en büyük Dai’lerinden biri olan, aynı zamanda Karmatiliğin siyasal teorisyeni kabul edilen ve hareketin bir numaralı örgütleyicisi ve eylem adamı olarak tanınan, tüm tarihçiler tarafından komünal toplum projesini hayata geçiren en cesur Karmati komutanı olarak tanıtılan kayınbiraderi Ebû Muhammed Abdan idi. Belagat-ül Safa (Kardeşliğin Hitabeti) adını verdiği, yedi ciltten oluşan kitabında, kurulmak istenen komünal toplum düzeninin nasıl olacağı, bu düzene ulaşmak için insanların nasıl bir kişiliğe sahip olması gerektiği, bu amaçla toplum ve bireylerin eğitiminin nasıl yapılacağı ve genel olarak Karmati hareketinin dünyaya bakış açısının ne olduğu anlatılmaktadır. Ebû Muhammed Abdan, toplum ve birimlerin eğitiminin nasıl olacağına dair gizli yedi derece yaratmış, uygulamaya koymuş, Dai’ler yetiştirmiş, bunları Yemen’de, Irak’ta, Güney İran ve Bahreyn’de görevlendirmiştir. Propagandalarında zulüm ve baskıları kaldırarak yerine adalet ve eşitliği koyacağını vaad eden Karmati hareketi, Hamdan Karmat’ın önemli Dai’leri olan Mihreveyh b. Zikreveyh es-Selmani, Cülendi er-Razi, İkrime el-Babili, İshak el-Bûrani, Utayf en-Nîlî sayesinde kısa zamanda gelişmiştir.
Karmatiler, son derece iyi yetişen, birbirlerine “refik” (yoldaş) diye hitap eden, Darulhikme denen medreselerde eğitim gören, barışçıl, ticarette dürüst, yüksek bir kültüre sahip ve çok okuyan insanlardı. Okuma işi, 1 – Büyük ve seçkin dostlar için, 2 – Devlet büyükleri ve ileri memurlar için, 3 – Sıradan insanlar ve yolcular için, 4 – Kadınlar için, 5 – Saraylı kadınlar için diye oluşturulan muhtelif meclislerde yapılırdı. Ayrıca bilim ve felsefenin konuşulduğu bu meclislerde, tartışmalar yazıya geçirilir, eser haline getirilir ve ilgili yerlere gönderilirdi. Karmati hareketinin en önemli yönü ilmi ve kültürel faaliyetlere verdikleri önemdir. Karmatiler büyük alimler çıkarmış, dev eserler üretmişlerdir. Bunların başında, “İhvan-ı Safa Risaleleri”nin Karmatilere ait olduğu biliniyor. Ayrıca Hamdân Karmat’ın kayınbiraderi ve Karmati hareketinin önemli liderlerinden olan Ebû Muhammed Abdan’ın, Şeceretü’l-yaķin’i olup, bazı ayet ve hadislerin batıni yorumlarından ibarettir. Bunların dışında Maveraünnehir daisi Muhammed b. Ahmed en-Nesefî’nin İsmaili irfan anlayışının içine Yeni Eflatuncu kozmolojiyi koyduğu ve Muhammed b. İsmail el-Mektûm’un imametini savunarak onun geri döneceğini teyit ettiği Kitâbü’l-Mahsûl ile daha sonra Fatımi İsmaililiği’ne geçmekle birlikte Nesefî’nin fikirlerini savunan Ebû Ya‘kūb es-Sicistânî’nin, Kitâbü’n-Nuśre’si bulunmaktadır. Abdullah el-Mağribi ise Karmatilerin hukuk normlarını oluşturan kişi olarak bilinir. 50 eseri olduğu belirtilir. Bu eserlerden 20 kadarı günümüze ulaşmıştır. En önemle eseri, Arapça basımı mevcut olan, “Deâimu’l-İslâm fi Zikri’l-Helâl ve’l- Haram”, Karmati fıkhının abide eseri olarak kabul edilir. Karmatilerin Anayasası ve en önemli eseri olan İhvan-ı Safa Risaleleridir.
El-Mukaddesi, Ebu’l-Hasan Ali bin Harun ez-Zencani, Muhammed bin Ahmet el-Nehracûrî, el-Avfi, Zeyd bin Rifaa (Zeyd b. Rufaa) Ebu Süleyman tarafından kaleme alındığı tahmin edilen, dini, ahlaki, felsefi, siyasi hedefleri olan ve bu hedeflerini gerçekleştirebilmek için de kardeşlik, dostluk, yardımlaşma ve dayanışmayı ilke edinen, Gazali, İbn Sina, İbn Arabi gibi pek çok İslam alimi, kelamcıları, filozofları ve sufilerinin yoğun olarak etkilendiği, tüm zamanların ilk ansiklopedisi olan ve dürüstlük, temizlik, candan, saf, içten ve samimi dostlar, kardeşler anlamındaki İhvan-ı Safa, 52 risaleden oluşmaktadır. 14 risale matematik ve mantık bilimlerinden, 17 risale doğa bilimleri ve psikolojiden, 10 risale metafizik ve 11 risale de tasavvuf ve sihirden söz etmektedir. Bilimler, basitten karmaşığa doğru, Matematik ve Mantık, Doğa bilimleri, zihin bilimleri, Tevhit ve Kelam, ayrıca Ahlak olmak üzere beş gruptan oluşmakta, bilgiye ulaşmanın yolu olarak da duyular, akıl, kanıtlama, öğrenim ve iletişim, vahy ve esin-sezgi yolu olmak üzere beş ayrı yöntemden oluştuğu açıklanmaktadır. Kötülüklerden kurtulmak, mutluluğa ve güzel bir ahlaka ulaşmak için bilginin gerekli kabul edildiği İhvan-ı Safa Risaleleri’nin her bölümü ayrı yaş grubuna yönelik olup, eğitim ve öğretim dört bölümden oluşmaktadır. 12-30 yaşlar arasındaki gençlerin katıldığı ilk bölümde öğretmenlerin sözlerine uymak, onların gösterdikleri yolda yürümek, düzenli bir nefis eğitimine alışmak gereği vardır. 30-40 yaşlar arasında olanların girdiği ikinci bölümde Dünya ile ilgili felsefi bilgiler öğretilirdi. 3. Bölümde, 40-50 yaşlar arasında olanlar ilahi bilgiler üzerinde çalışırlardı. Bu basamağa erişenler bir takım ilahi sırlar öğrenir ve peygamberlere eşit sayılırdı. 4. Bölümde, Elli yaşından yukarı olanların kabul edildiği bölüme yükselenler “Melaike-i Mukarribin” denen ve Tanrı’ya en yakın melekler sırasındadırlar. Bu son sıraya girenler, içinde bulunduğumuz alemin ve şeriat kanunlarına bağlı bütün olayların üzerinde bir değer taşırlar.
Yanlış bilgiler ve bâtıl düşüncelerle kirletilmiş buldukları dini, felsefe ile yeniden temizlemeyi, fikir ve mezhep çekişmelerini gidermeyi hedefleyen İhvan-ı Safa’ya göre, insanlar kusurlu da olsa mevcut dinlerden birini seçmelidir. Hatta dinini sık sık değiştirebilmelidir. Çünkü bu durum dinsiz olmaktan daha iyidir. Onlar için, Kur’ân ne kadar önemli ise, Tevrat ve İncil de o kadar önemlidir. Din bilgisinde Hz. Muhammed’in, Hz. Ali’nin sözleri ne kadar önem taşıyorsa, felsefede Sokrates’in ya da Platon’un, mantıkta Aristo’nun, matematik ve geometride Pisagor’un, coğrafyada Batlamyus’un sözlerinin de önemi o kadar büyüktür.
İhvan-ı Safa’da bütün ilimlerin iki amacı vardır: Biri beden sağlığını gerçekleştirmek ikincisi ruh sağlığını gerçekleştirmek ve ruhun ölümden sonraki hayatta da mutluluğunu temin etmektir. Ruh tanrıdan fışkırmıştır. İnsan bedeni yok olduktan sonra ruh, Tanrı’ya dönecektir. Tanrı’ya dönüş, büyük diriliştir. İhvan üs-Safa yoluna bağlı kalanların ölümü ise, ruhların geldikleri yere dönmelerinden dolayı küçük diriliştir. Öz olan, soylu ve yüce olan, ruhtur. Beden geçicidir, ölümlüdür. Madde bütün kötülüklerin anasıdır. Kâfir ve ilahi emirlere asi olanların nefisleri bedenlerini terk ettiklerinde, tekrar kötü bedenlere dönerler ve kıyamet gününe kadar bu bedenlerde elem ve azap çekerler.
Karmatilerin anayasasını, İsmaililer’in itikadı ve siyasi düsturu oluşturan İhvan-ı Safa’ya göre en ideal insan, bilgili, faziletli, soylu, sufi, melek huylu ve rabbani fikirli olmalıdır. İhvan-ı Safâ’ya en fazla sahip çıkan, gizli imamlardan biri olan İmam Ahmed tarafından yazıldığına inanan ve “Kur’an’dan sonraki Kur’an” olarak nitelendiren İsmaililer, ideal insan tanımlamasının, İsmaililik mezhebine dayalı olaɾak kuɾduğu “Haşhaşileɾ Tarikatı” ile bilinen, suikaste dayanan faɾklı askeri taktikleri ile ünlü ve 34 yıl boyunca dışına çıkmadan yaşadığı Elemût Kalesi ile tanınan Hasan Sabbah’ı işaret ettiğine inanırlar. Tarihin gerçeklerinden biride, Hasan Sabbah’a bağlı Suriye’deki fedailerin, Kudüs’te Haçlılarının canlarına okumuş olmaları, onları yıprattıktan sonra Selahattin Eyyubi’nin gelip şehri teslim almasıdır. Kudüs’teki Haçlı yönetimini dize getiren Hasan Sabahçı militanlardır.
İhvan-ı Safa’nın bazı düşünceleri İslamiyet’e dayanmaktadır. Diğer düşünceleri ise, tam anlamıyla felsefe kökenli olup, İslâmiyet ile bağdaşmamaktadır. İslam’ın ruhuna aykırı düşen bir takım düşüncelere sahip oldukları gerekçesiyle bazı Müslüman düşünürler tarafından eleştirilmiş, hatta sapkınlıkla suçlanmıştır. Bağdat Halifesi Müstencid, MS 1150 yılında bu eserin özel ve genel kütüphanelerdeki tüm kopyalarının toplatılıp yakılması emrini verir. (Aynı Halife, İbn-i Sina’nın eserlerinin de yakılmasını emretmiştir.) Buna rağmen eser birçok ülkeye yayılmış, tercüme edilmiş ve yok olmamıştır.
Bağnazlar tarafından “Karmati Papazı” diye lanse edilen Hallac-ı Mansur’un Bağdat’a, Fars kökenli ünlü mutasavvıf Cüneyd-i Bağdadi’nin yanına gelip iki yıl eğitim aldığı, onun müritleri arasında yer aldığı ve kendisinden çok etkilendiği bilinmektedir. Daha sonra “Halkı Hakk’a dâvet için şirk beldelerine gidiyorum.” Diyerek Hindistan, Çin ve Maveraünnehr’de dolaşmış, Hint, Çin ve Türk kavimlerinden pek çok kimsenin İslamiyet’le şereflenmesine vesile olmuştur. Hallac-ı Mansur daha sonra tekrar Bağdat’a gelerek, Cüneyd-i Bağdadi’nin huzuruna çıkmıştır.
Cüneyd-i Bağdadi ona susmayı ve bazı insanlarla görüşmemeyi emrettiğinde, Hallac-ı Mansur ona bazı sorular sordu. Cüneyd-i Bağdadi sorularına cevap vermedi ve “Galiba bir ağaç parçasının ucunu kırmızıya boyaman yakındır!” dedi. Cüneyd-i Bağdadi bu sözü ile ileride Hallac-ı Mansur’un öldürüleceğine işaret ediyordu. Hallac-ı Mansur, Karmati ve “zındık” olduğu suçlaması ile 8 yıl hapiste tutulduktan sonra, Ebu Ömer Hammadi’nin fetvası ve Abbasi halifesi Muktedir’in buyruğu üzerine 26 Mart 922 tarihinde Bağdat’ta, önce kırbaçlandı, ardından kolları ve bacakları kesildi, asılarak halka teşhir edildi. Başı kesildikten sonra yakılarak külleri Dicle Nehrine savrulmuştur. Pek çok kişi, Hallac-ı Mansur öldükten sonra kendisinden birçok keramet ortaya çıktığını söylemektedir. Yere akan kanının yerde Allah yazdığını veya küllerinin atıldığı sırada Dicle Nehri suyunun kesildiğini söylemişlerdir. Kerametlerinden daha önemli olanın, onun marifet, hikmet ve ince manalar dolu sözleridir. Bunlar, onun ilim ve marifette ulaştığı kıymetli dereceleri gösteren birer delildir. Gerçek olan şu ki, artık sünniler, eskinin tam aksine, Hallac-ı Mansur’a büyük bir hürmet göstermekte, onun zulme kurban gitmiş mazlum bir şehit olarak görmektedir. Hallac-ı Mansur’a zındık telakki edilmesi artık tamamıyla geçmişte kalmıştır.
Hallac-ı Mansur’un öldürülme sebebi hakkında, Abbasilere karşı ayaklanmış olan Karmatiler’le gizlice mektuplaştığı ,”Ene’l-Hakk” sözüyle uluhiyet iddiasında bulunduğu, haccın farziyetini inkar edip yeni bir hac anlayışı ortaya koyduğu yani Hallac-ı Mansur, “Hacca gidemeyen bir kimse bulunduğu yerde bir ev yapsa, o evi Kâbe’yi tavaf eder gibi tavaf edip otuz yetime de belirttiği ölçüde sadakada bulunsa hac ibadetini yerine getirmiş olur.” dediğine dair, çeşitli iddialar ileri sürülmüştür. Hallac-ı Mansur’un söylediği Ene’l-Hakk sözünün, Tanrı’nın kişide vücut bulması veya kişinin varlığının Tanrının varlığı içerisinde eriyip yok olması, diğer bir ifade ile Tanrı’nın varlığının kişinin vücudunda yüz bulması anlamlarını ifade etmektedir diyen, tasavvuf ilmine hakim olmayan din bilginleri, bu söze şiddetle karşı çıkmış ve bu sözler, Tevhit akidesine aykırı bulunarak ilk söyleyen kişi olan Hallâc-ı Mansur’un idam edilmesine karar vermişlerdir. Ancak kimi alimler Ene’l-Hakk’ın manevi bir makam olduğunu, Hallac-ı Mansur’un, Ene’l-Hakk sözüyle, Allah’a olan sevgi ve aşkını anlatmak istediğini, “Her şey ondandır” dediğini, “Ben yokum, Hakk Teâlâ vardır.” demek istediğini, Ene’l-Hakk sözünün mecazi bir anlam taşıdığını söylemekte, Hallac-ı Mansur’un yanlış anlaşıldığını, Allah dostu olduğunu ısrarla söylemektedirler. Şunu unutmamak gerekir ki, Yunus Emre’nin, “Bir ben vardır bende benden içeru” deyişi ile Cüneyd-i Bağdadi gibi bir Allah dostunun “Cübbemin altında Allah’tan gayrısı yoktur” deyişleri hep aynı kapıya çıkar. Yani mecazi anlamlıdır.
Kişisel kurtuluş ve arınmadan ziyade, toplumsal kurtuluşa ve herkesin eşit yaşadığı bir düzene inanan, görünüşte dini, gerçekte, ekonomik bir hüviyet taşıyan, zenginlerin malını paylaşmayı ana ilke kabul eden Karmatilikte, Kabe ve kıble, Kudüs olarak kabul edilir. Bütün ibadetlerde Kudüs’e dönülürdü. Güneş doğmadan iki rekat, güneş battıktan sonra da iki rekat namaz kılmanın yeterli olduğu kabul edilir. Namaz kılan kimse, her rek‘atta Ahmed b. Muhammed b. Hanefiyye’ye nazil olduğuna inanılan İstiftah suresini okur. Yılda iki kez, Nevruz (21 Mart) ve Mihrican (16 Eylül) günlerinde oruç tutulurdu. Dinlenme günü Cuma değil, Pazar günüydü. Karmatiler’e göre peygamber kendisine kutsi ve saf kuvvet intikal eden kişidir. Vahiy getiren ise Cebrail değil peygamber üzerine taşan akıldır. Kur’an, Hz. Muhammed’in külli akıldan gelen bilgileri ortaya koyduğu kendi ifadelerinden oluşur. Bu bakımdan Kur’an’ın Allah’ın kelamı diye adlandırılması mecazi anlamdadır. Hac ibadeti zahiri ve batıni olmak üzere iki kısma ayrılmıştır. Zahiri hac herkesin yaptığı, batıni anlamdaki hac ise imamı ziyaret olarak kabul edilmiştir.
Karmatiler’in cünüplük sebebiyle gusletmeyip sadece namaz abdesti gibi abdest almakta, azı dişli ve pençeli hayvanların yenilmesini haram saymaktaydılar. Tüm insanlar eşit kabul edildiği için, malları da eşitti. Karmatiler, şarap ve benzeri içkileri kullanmayı helâl sayarlar. “Cennet, insanın derin bir zevk ve kardeşlik duygusu içinde yaşaması, dünyada rahat ve mutlu olması, Cehennem ise ibadetlerin sıkıntılarına katlanmaktır, onun için ibadet etmeye lüzum yoktur” derlerdi. Kur’ân’ı ve Hadisleri kendi anlayışlarına göre yorumlayıp, İslam’ın haram dediğine helal, helal dediğine haram diyen, kıblenin Kudüs olduğunu söyleyen, İslam’ın esasları olan namaz, oruç ve haccı yanlış yorumlayan, yok sayan, uygulamak isteyenleri kılıçtan geçiren, İslam akidesini bozmaya çalışan, İslam dünyasının başına büyük belalar açan Karmatilerin gelişmesine, en çok İslam dünyasındaki kötü yönetim, çıkar savaşları ve mezhepler yardımcı olmuştur. Gerçek olan şu ki, İslam akidesine en büyük zarar Batınilikten gelmiştir. Karmatiler ve İsmaililer, İslam aleminin önemli batını hareketlerindendir. Bugün İslam alemi inanç itibariyle bölünmüş bir durumda ise bunun başlıca sebepleri arasında Kur’an-ı ve hadisleri yanlış yorumlayan ve tefsir eden Batıni inancıdır. Batınilerin kurucuları davalarının geniş halk kütlesi tarafından benimsenmesi için kendi milliyetlerini daima gizlemişlerdir. Batıniler, her zaman Hz. Muhammed’in Torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in uğradığı haksızlıkları ve Müslümanların Ehl-i Beyt sevgisini kullanmışlardır. Fakat hepsinin amaçları bir ve metotları gizlidir. Hepsi de Sünni akideye inanan Müslümanlara karşı olarak doğmuş fırkalardır.
Zengin-yoksul ayırımının ortadan kaldırılması, mülkiyet ilişkilerinde sosyal adalet, eşitlik, hakça paylaşım felsefesinin işlendiği Karmatilikte, özel mülkiyetin; insanlığa kötülük, nefret ve düşmanlıktan başka bir şey getirmediğini ve şiddetle kaldırılması savunulmakta, hiç kimse, kılıcından ve atından başka bir mal edinemiyordu. İşçi, çiftçi, zanaatkar, tüccar herkes tek bir bütçeden destek görürdü. Bilgi ve eğitim, toplumdaki herkes için gerçekleştirilirdi. Toplum bireyleri arasında yardımlaşma, dayanışma ve barış en temel esasları oluşturuyordu. Çocuklar toplumun tümünün sahip çıktığı ortak değerlerdi. Kreş benzeri yapılarda, cins, sınıf, renk ve ırk ayrımı yapılmadan bütün çocuklar hem ciddi bir eğitim alıyor hem de kadın erkek herkes tarafından bakılıyordu. Çocukların eğitim konuları bizzat hareketin Dai’leri tarafından yerine getirilmesi gereken en önemli görevlerden birisiydi. Hareketin temel öğretilerinin yanı sıra ata binmek, kılıç kullanmak ve savaş taktikleri de öğretiliyordu. Hareketi geleceğe taşımanın ancak yeni kuşaklar üzerinden gerçekleşeceğinin bilincinde olan Karmatiler, bunu da en yetkin bir biçimde gerçekleştiriyorlardı. Kadınlar, erkekler ile aynı haklara sahipti. Kurulan düzen içinde kadınlardın rolü üst düzeydeydi.
Kadınlar idari işlerde çalışıyor, üst düzey toplantılara katılıyorlardı. Karmati olmayan toplum ve bireyleriyle olan ilişkilerde, sırların saklanması ve diplomasi kurallarına uygunluk esas alınırdı. Kanun ve prensiplerin uygulanmasında ve denetlenmesinde, eşit hak ve yetkilere sahip 3 kişilik Dai’ler komitesi yetkiliydi. Anadolu’daki “Ahilik” (kardeşlik) geleneği, Karmatilerin felsefi programı olan “İhvan-ı Safa” risalelerine dayanmaktadır. Ahilikteki Lonca sisteminin İhvan-ı Safa Risalleri’nde yer aldığını, Fuad Köprülü, Louis Massignon ve Hodgson gibi yazarlar ittifakla söylemektedirler. Lonca sisteminde bir borcun anapara dışında ödenecek miktarı yoktur. (Faiz yasaktır). Ortaklaşa üretim ve paylaşım düzeni esastır. Böylesi bir esnaf ve ticaret anlayışı Karmatilerin Daru’l-Hicre’sinde vardı. Adalet, eşitlik ve kardeşlik ilkeleri üzerine kurulan, ortak mülkiyet prensibini savunan, İslam tarihinde ezilen kitlelerin ezeli önderi “Hz. Ali”yi önder kabul eden Karmatiler ilime ve sanata çok önem vermiştir. Bir zanaatçı, Karmatilerin içine geldiğinde ona büyük para yardımı yapılırdı. Bu meslek sahiplerine “Ahi” denilirdi ve her Ahi’nin yanına çıraklar koyarak o insanlarında zanaat sahibi olmaları sağlanırdı. Hz. Ali’nin “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” mesajı Karmatilerin ilham kaynağı olmuştur. Osmanlı’nın ilk yıllarındaki Ahilik ve sonraki yıllarda gelişen “Mirî” (kamu) toprak düzeni anlayışı da buradan gelmektedir.
Karmatilerin eğittiği Dai’ler, 910 yılında Şiilerin ilk devleti olarak bilinen ve Ubeydullah bin Mehdi tarafından Tunus’ta kurulduktan sonra merkezini Kahire’ye taşıyan, Fas, Cezayir, Libya, Malta, Sicilya, Sardinya, Korsika, Tunus, Mısır, Filistin, Lübnan, Ürdün ve Suriye’de egemenlik kuran, Şii meşrebinin İsmaili mezhebine bağlı olan Fatımi Devletinin kurulmasında büyük katkı sağlamışlardır. Fatımiler, kendilerine verilen Fatımi adının, Muhammed bin Abdullah’ın kızı ve Ali bin Ebu Talib’in eşi Fatıma Zehra’dan geldiğini yani Alioğulları’ndan olduklarını öne sürmektedirler. Şiilerin Fatımiler, Ehli Beyt sevgisi ve eşitlikçi anlayış ile geldiler. Ancak süreç içinde tutuculaşıp, gericileştiler. Karmatiler, başlangıçta destek verdikleri ve iyi ilişkiler kurdukları Fatımilerin tutuculuğuna isyan ettiler. Karmatiler aynı zamanda devrimcidirler. Çünkü iktidar karşıtı bir hareket olmalarına rağmen, her şeyi, her gerçeği ve bütün değerleri reddeden bir anlayışa sahip değildirler. Yıkmakla yetinmiyorlar, yerine alternatifini inşa ediyorlar.
Karmatiler, Miladi 929 yılında Mekke’yi işgal etmiş, hacılara saldırmış, Müslümanları kılıçtan geçirmiş ve Müslümanların kutsal saydığı kara taş “Hacer”ül Esved’i’’ alarak Küfe Mescidine koymuşlardır. Hz. Muhammed’in bütün Putları kendi eliyle yıkarak yok ettiğini, Dünya’daki en kutsal varlığının insan olduğunu, bu taşa tapmanın puta tapmakla eş anlamda bir davranış olduğunu, Kabe’yi müşriklerin yaptığını ve dolayısıyla onların tapınağı olduğunu iddia ederek, insanların hacca gelmelerini engellemeye çalışmışlardır. 20 sene sonra, Halife Mutî’-Billah tarafından 24 bin dinar karşılığında geri alınıp Mekke’ye getirilmiş, bugünkü yerine konulmuştur.
3. Halife Hz. Osman’dan sonra Emeviler ve Ardından Abbasiler, yanlış politikalar yüzünden, ganimet, rant ve toprak ağaları devletine dönüştü. Toprak ağaları, Arabistan, Irak, İran ve Mısır’daki verimli topraklara tek başına sahip olurken, muazzam servetlere sahip tüccar tabakası oluşmuştu. Batıdan altın getiriliyor, Isfehan çevresinde bakır elde ediliyor, Basra Körfezinden inci çıkarılıyordu. Ülke dışından, kaliteli kumaşlar, ipek elbiseler, pamuk, değerli taşlar, ilaç ve içecekler getiren tüccarlar, muazzam bir sermayeye sahip olurken, ezilen halk ise kaderine terk edilmişti. Afrika’dan ve Hindistan’dan getirilen köleler bataklıklarda, pirinç tarlalarında, maden ocaklarında karın tokluğuna çalıştırılıyordu. Büyük şehirlerde gelişme ve büyüme yaşanırken, iç bölgelerde sefalet içinde yaşayan insanlar, zor şartlarda yaşam mücadelesi vermekteydi. Zengin ile fakir arasındaki fark iyice açılmıştı. Karmatilerin felsefe programı olan “İhvan-ı Safa Risaleleri”nde toplum, zenginler, orta halliler ve yoksullar diye üç gruba ayrılır. İşte böyle bir ortamda Hamdam Karmat, adalet, eşitlik, kardeşlik esaslarına dayalı bir fikir hareketini ortaya koymuştur. Küçük gruplar oluşturulmuş, köylere, işçilere, zenci kölelere dai’ler gönderilmiş, fikirlerini yaymıştır. Yönetimden rahatsız olan ve ezilen kitleler bu çağrıya kulak vermiş, hareket giderek güçlenmiştir. Hareketin hedefi, zengin-yoksul ayrımını ortadan kaldırmak, köleliğe son vermek, toprak reformu yapmak, herkesin çalıştığı ve ürettiği bir sistem oluşturmak, İslam dünyasının hiçbir yerinde aç ve yoksul bırakmamaktı. Hilâfetin Hz. Ali (r.a) ailesine ait olduğunu ileri sürerek bunu halk arasında yaymaya çalışan, dolayısıyla Sünnî akideyi yıkma teşebbüsü içindeki Karmatiler, bütün din, ırk ve sınıflara uygun akıl, hoşgörü ve eşitliğe dayanan bir akaidi kabul etmişlerdir.
890-891’de Hamdan Karmat, Karmatiler için Küfe yakınlarında, kırsal bir alanda, bütün Dai’lerin toplanacağı, tüm gereksinmelerini sağlayacak, onların saklanma-korunma yeri ve çeşitli bölgelerden gelmiş göçmenlerin (Karmatilerin) merkezi olacak, her yandan gelen kadın ve erkeklerin yerleştirildiği, adına Dar al Hicra (Göçmenler Evi) denilen, bir toplu yaşama yeri olan Dar al-Hicra kalesini kurdu. Bundan sonra bütün Dai’ler burada toplandı. Her yerden toplanıp gelen insanlar, işçiler köylüler efendilerinden kaçan köleler kimsesizler yoksullar akın akın buraya gelmeye, büyük ve tek bir aile gibi buraya yerleşmeye başladılar. Peygamberimizin hicret ettiği Medine’nin bir ismi de Daru’l-Hicre idi. Ona özenerek Medine’deki gibi bir “kardeşlik iktisadı” kurmak isteyen Karmat amacına ulaştı ve burada mükemmel bir ekonomik sistem geliştirildi. Silah ve at dışında özel mülkiyet “gönüllü” olarak kalktı. Toplanan gelirlerden bir hazine oluşturuldu. Harcamalar, duyulan ihtiyaca göre yapılıyordu. Hiç kimse yoksul değildi ve hiç kimse bir diğerinden zengin değildi. Bütün erkekler, daha fazla üreterek daha fazla itibar kazanmak için çalışıyorlardı. Kadınlar örgü ve dokumadan, çocuklar kuş bakımından kazandıklarını biriktirdiler. Sonra herkes kazançlarını getirip Dai’ler vasıtasıyla hazineye teslim etti. Hiç kimse kılıcından ve silahından başka bir şeyin sahibi değildi. Bu ekonomik siyasetle Karmatiler, pek çok kabile ve yabancıyı kendilerine çektiler. “Madem ki toprağımız var kardeşlerimiz var güven içinde yaşıyoruz şahsi mal biriktirmemize gerek yok” anlayışı herkes tarafından kabul edilmişti. Karmat, komünistlik modele çok yakın, ortakçı ve eşitlikçi ilkeler üzerine kurulmuş, mükemmel bir ekonomik sistem geliştirmişti.
Karmatiler, toplumsal yanı ağır basan, birçok mazlum halkı ve ezilen çeşitli sınıf ve tabakaları bir araya getiren bir halk hareketini örgütlediler. Örgütlenme konusunda Karmatiler halklar ve inançlar arasına hiçbir ayrım koymazken her etnik kökene ve dine göre bir propaganda faaliyeti yürütüyorlardı. Sabii, Mecusi, Yahudi, Hıristiyan ya da filozof olmasına bakmadan herkese ulaşmak ve onları bu öğreti çerçevesinde örgütlemek her Daî’nin önüne konulan en temel görevdi. Bir alana gönderilen bir Dai’nin ilk görevi, gideceği alanın toplumsal özelliklerini çok iyi bilmek ve tanımak olmaktaydı. Eğer bir Daî Sünni Müslümanların bulunduğu bir alana gidiyorsa, önce o yörenin insanını iyi tanıyacak, çelişkilerini bilecek, sorunlarını anlayacak ve buna göre o yöre halkına yaklaşacaktır. Irak, Horasan, Azerbaycan, Şam, Yemen, Kuzey Afrika gibi geniş bir alana yayılan hareket; Arap kabilelerini, kırsal alandaki kabile yoksulları ve köylüleri, uzak bölgelerdeki Arap olmayan mazlum halkları ve Irak topraklarında angarya usulü çalıştırılan köleleri içeren geniş bir tabana yayıldı. Zalim Abbasi iktidarına, onlarla işbirliği yapan Fars aristokratlarına, büyük tüccar tabakasına, büyük toprak ağalarına karşı bir ihtilal hareketine dönüştü.
İlk Karmati İsyanı 890 yılında başladı. İsyan bazı bölgelerde kanlı şekilde bastırılırken, Hicaz’da başarılı oldu. Ayaklanmacılar, toplumun aşağı kesimine daha iyi bir hayat vaat ederek onları mezheplerine aldılar. 894 yılında Hamdan tarafından Bahreyn’e görevlendirilen El-Cenabi, yerli ailenin önderi olan Al-Hasan b.Sanbar’ın kızıyla evlenip, bölgede oturan İranlılar ile Bedevi Araplar arasında yoğun bir taraftar kitlesine ulaşır. Bölge kabilelerinin de yoğun desteğini alan El-Cenabi Bahreyn’in büyük bir bölümünü ve Doğu Arabistan kıyılarındaki Katif şehrini de ele geçirdikten sonra Basra üzerine yürümüştür. 900 yılında Bahreyn’in başkenti ve Abbasi valilerinin oturduğu Hacar’ı denetimlerine almışlar ve çevre bölgelerden Yamama ve Umman’a kadar egemenliklerini genişletmişlerdir. Ahsa’yı kendi başkentleri yapmışlardır. Karmati faaliyetlerinin en büyük merkezi durumuna gelen Bahreyn’de, güçlü ve iktisadi bakımından başarılı, dayanıklı ve 7 kişilik bir meclis (Hiyerarşik sıralaması: İmam: Tanrıdan sonra gelen, tanrıdan yetki alandır. Hüccet: İmama bağlı ve ona tabidir. Zu’l Massa: İlim irfanı anlayan kişi olup hüccete tabidir. Dai-ül Ekber: En büyük mümin sayılır, baş sorumlu, Başdai’dir. Dai-ül Mezun: Karmati örgütçüsü ve tayin edicisi, davetçi. El Mukabil: Dai’nin yardımcısı ve vekili niteliğindedir. Mezun Dai’lere hizmet eden kişi. Mümin: Dai kişinin yoldaşı ve izleyicisidir. Onun yanında öğrenir, ona bağlılık andı içer ve Dai’nin bulunduğu fırkaya girmekle yükümlüdür.
Böyle bir yönetim sistemine sahip, Alevi inancı ve ibadetinin serbestçe yapıldığı bir devlet kuran Karmatiler, Halife Osman bin Affan’dan beri devam eden “ikta” denilen zengine toprak bağışı sistemini kaldırdılar. Toprak köleliğine son verdiler. Yoksul çiftçilere ekip biçme karşılığı toprağın kullanım hakkını verdiler. Toplumsal servetin dışarı çıkışını önlemek amacıyla kurşundan para bastırdılar. Uzak Doğu ve Hindistan başta olmak üzere birçok ülkeye dış ticareti teşvik ettiler. Filozof Farabi’nin “Gerçek akıl devleti, kardeşliğe ve eşit paylaşıma dayanan bir cumhuriyet” dediği bu devlet yaklaşık olarak 150 – 200 yıl varlığını devam ettirdi. Bahreyn’de iktidarı ele geçirmeye ve bir devlet kurmaya muvaffak olan Karmatiler, burasını hilâfete karşı bir asırdan fazla bir propaganda ve askeri harekât üssü olarak kullandılar. Halife Mutadid, onlara karşı gönüllülerden kurulu 2000 kişilik bir birlik gönderdiyse de hepsi yok edildi. Fatımilerden de büyük maddi ve manevi yardım alarak Bağdat’ta ikamet eden, Abbasi Halifelerine korkulu günler yaşatan Karmati’ler, İslam’ın emrettiği şekilde, oruç tutmuyor, namaz kılmıyor, haca gitmiyorlardı. Abbasi Halifeleri Karmati’lerle başa çıkamadılar. Bunun üzerine Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’dan yardım istemek zorunda kaldılar. Dönemin en güçlü hükümdarı olan Melikşah görevlendirdiği Türkmen reislerinden Artuk Bey, Ahsa ve Bahreyn bölgelerinde bulunan Karmati’lere karşı savaş açtı ise de başarılı olamadan geri döndü. Bu savaşta başarılı olamayan Artuk Bey ikinci bir seferde Karmatileri yenerek itaat altına almayı başardı. Daha sonra Bahreyn’deki Sünniler, Karmatiler’e karşı isyan eden Abbâsi taraftarlarının etrafında toplanarak, Ahsa şehrinin kuzeyinde Karmatiler’i kuşattılar. 1078 yılında yapılan Hendek savaşında onları yendiler. Bu savaş, tarihin en önemli savaşlarından biri sayılır. Çünkü bu yaklaşık iki asır boyunca özellikle Abbasi Devleti için korku ve heyecan kaynağı olan Karmati Devletinin ortadan kalkmasına sebep olmuştur.
Karmatilik’te yedi derece vardır. Örgüte üye olmak isteyen aday, bir yıl boyunca incelemeye alınmakta, uygun görülmesi halinde özel bir törenle, kabulü yapılmaktadır. Örgüte kabul edilenlere sonsuz itaat ve sır saklama yemini ettirilirdi. Birinci derecenin adı ‘’Müminler’’ derecesiydi. Bu derecede İslamiyet ve Kur’an Kerim öğretilirdi. Müminler derecesinden ikinci dereceye en erken iki yılda geçebilirdi. Üçüncü derece ‘’Dai’ler derecesiydi. “Dai” kelimesi Arapça’da “Çağıran” anlamına gelmektedir. Bu derecede, sır saklama ve ağzının sıkı olması gerektiği öğretilerek, müritlere Hz. Muhammed ve ondan önceki yedi peygamberin yaşam ve görüşlerinin yanı sıra, tarikatın sırları da öğretilmeye başlanırdı. Marifet kapusu denilen bu dereceye haiz Dai’ler tarikata girmek isteyenler hakkında araştırma yapar, haklarında karar verirlerdi. Gerekli eğitimi almış, ahlak düzeyi yüksek kişiler mezhebe kabul edilirdi. Aleviliğin örf, adet, töre, Kutsal değerlerini ve geleneklerini çok iyi bilmeliydi ki, Aleviliği yeterince temsil edebilsin. Dai’lerin bir başka görevi de Aleviliği bilmeyenleri bilgilendirmekti. Dördüncü derece “Dai’yi Ekber” yani büyük Dai derecesiydi. Dai’yi Ekber olan müritlere “Baba’da” denilirdi. Daha sonraki yüzyıllarda Anadolu’daki Alevilerde “Baba” unvanı, bu eski geleneğe dayanmaktadır. Dai Ekber’ler tüm Dai’lerin başı durumundaydı. Mecalis el Hikme’lere başkanlık ederlerdi. Beşinci derece, Aleviliğin gerçek sırlarının verilmeye başlandığı dereceydi. Altıncı derece, “Hüccet” adı verilen “Hakikat Kapusu” Alevilerin ulaşabileceği son dereceydi. Bu derece Evrende var olan ikilik, Tanrının üçlü vasfı ve kâinatı meydana getiren dört büyük güç gibi Batini doktrinin en önemli sırları verilir, tüm peygamberlerin diğer bütün din kurucuları gibi sadece birer kâmil insan oldukları öğretilirdi. Tanrısal nurun ‘’Işık’’ olduğunun belirtildiği bu derecede ona ulaşmak için derece salikleri ruhlarını arındırmak ve kâmil insan konumuna yükselmekle mükelleftiler. Tanrıya ancak kâmil insanların mükemmel bir yaşam sürdükten sonra, öldükleri zaman ulaşabileceklerine inanırlardı. Yedinci derece en mükemmel dereceydi. Sadece Tanrının yeryüzündeki tezahürü olduğuna inanılan Nebilerin, Velilerin, Evliyaların ve Enbiyaların bu dereceye yükseldikleri unvandır.
Son söz olarak şunu da belirtmek isterim ki; kimilerine göre, günümüzün Alevileri için iddia edilen “Mum Söndü” çarpıtması o dönemlerde Karmatiler için de ileri sürülmüştür. Bunun sebebi de “Ülfet Geceleri” olarak anılan ve daha çok “Dostluk-Muhabbet Geceleri” olarak bilinen sosyal içerikli ve toplumun tüm kesimlerinin katıldığı eğlencelerdir.

Murat Sevici

Asilms@hotmail.com

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir