KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. İran
  4. »
  5. İRAN’DA HERŞEY BAŞKA

İRAN’DA HERŞEY BAŞKA

Hasan Oktay Hasan Oktay - - 19 dk okuma süresi
686 0

İRAN’DA HERŞEY BAŞKA
davut  benli
Hep bir ukde kalmıştı içimde: Elliden fazla ülkeye bir vesile ile gitmek nasip olmuştu da dibimizdeki İran’ı görememiştim. Hâlbuki çocukluğumdan beri, İran ile ilgili her türlü gelişmeyle sanki bir İranlı kadar yakından ilgilenmeye çalışırdım. İran, ilk kez 14 yaşlarımda girmişti gündemime. Yıl, 1979 idi. Soğuk bir Şubat günü, tek kanallı siyah beyaz TRT haberlerinde izlediğim İmam Humeyni’nin Fransa sürgününden dönüşünde, Tahran Havaalanında milyonlar tarafından karşılanış görüntüleri bugünkü gibi gözlerimin önündedir. O günden sonra sadece benim tarafımdan değil, gerek ülkemizde gerek İslam dünyasında, İran’daki siyasal devrim ve onun etrafında oluşan tartışmalar hep ilgi ile takip edilmiş ve takip edilmeye devam etmektedir.
Öte yandan İran, ecdadımız Osmanlının geleneksel rakibi büyük bir Safevi ve Fars medeniyetinin bakiyesi olarak tarihsel derinliği ile de hep dikkatimizi çekmiştir. Cihan’ın yarısı denilen Isfahan’ın yanı sıra, Şiraz, Tebriz, Meşhed gibi şehirlerini ve güzelliklerini anlata anlata bitiremezlerdi gidenler. İşte nihayet ben de -ilk ve sadece dört gün sürecek olan- İran seferime geç de olsa başlamıştım.
Sabaha karşı Tahran Havaalanından şehre doğru ilerlerken ilk izlenimlerim; mamur, -hatta bizim başkentimize göre daha mamur, yolları ve caddeleri bize göre daha muntazam ve temiz, belediyecilik hizmetleri çok daha belirgin- bir kentle karşılaştığımı gösteriyordu. Son yıllardaki Amerikan ambargosuna ve petrol gelirlerinin yarı yarıya düşmesine rağmen, Başkent Tahran’da çok sayıda alt ve üst geçit inşaatına rastlamamız ilginçti. Yolların ve asfaltların mimarileri ve mühendislikleri öylesine göz alıcı idi ki, bu durum petrolün ve asfaltın bolluğu ile izah edilemez. Dar sokaklardan ana caddelerde hiçbir yolun ortasında rögar kapağı ya da mazgal çukuru ile karşılaşmıyorsunuz. Rögar kapakları ve mazgallar kaldırım taşlarının yanında dizilmiş. Kaldırım taşı demişken, bu başkentin milyonlarca kaldırım taşının tamamı yeşil beyaz renklerle boyanmış olduğunu hayretle görüyoruz. Bütün kaldırım taşları adeta yeni yapılmış gibi aynı yükseklikte ve bakımlı. En önemlisi de bu şehirdeki bütün ana caddelerin kenarında yeşil beyaz kaldırım taşları ile yüzlerce kilometre örülmüş su kanalları var. Bu nedenle caddeler ağaçlar ve çiçeklerle yemyeşil ve tertemiz. 15 milyon nüfuslu Tahran’da üç gün hiç 134 durmadan gezmemize rağmen herhangi bir çöp birikintisi ya da yerlerde ciddi bir kirlilik görmedik. Caddelerin kenarındaki su kanallarının şehrin temizliğine katkı yaptığı hemen anlaşılıyor. Yazın bunaltıcı sıcaklarında şırıl şırıl akan suların şehre nefes aldırdığını hissediyoruz. Heyetimizdeki arkadaşlar, Melih Gökçek Tahran’a gelip bunları görmeli diye espri yapıyorlar. Ancak, “iyi insan lafının üzerine gelir” derler ya, akşam bir programda öğreniyoruz ki, Başkan Gökçek de bir toplantı için Tahran’da imiş. Şehrin sanat yapıları denen nerede ise tüm köprüleri, alt ve üst geçitleri ve boş duvarları, İran sanatının zarafetini gösteren resim, minyatür ve tasarımlarla süslü. Genel olarak İran konut mimarisinde balkon unsuru pek kullanılmıyor. Binalar genellikle balkonsuz.
Devrimin bir başarısı mıdır bilinmez, İran halkının refah düzeyinin büyük uçurumlar içermediğini hissedebiliyoruz. Cami önleri dâhil nerede ise hiçbir ortamda dilenciye rastlamıyorsunuz. Sanki, dilenmek yasak bu ülkede. Bu durumu sorduğum İranlı bir yetkili, biraz da övünerek, “halkımızın dilenmeye ihtiyacı yok demek ki” dedi. Sanki orta direği sağlam tutmuşlar. Bunu caddelerdeki arabalardan bile anlayabiliyorsunuz. Çok lüks arabaya pek rastlamıyorsunuz. Halkın geneli İran’da üretilen otomobilleri kullanıyor ve çok büyük bir kısmı eski model. Ülkemizde milli bir otomobil markası olmamasına rağmen İran Samand adlı bir otomobil markasına sahip. Bir dönem ülkemizde de pazarlamaya 135 çalışmışlar ancak pek başarılı olamamışlar. Bunun dışında Koreli Kia Pride marka otomobili Saipa adı ile İran’da üretiyorlar. Ayrıca Fransız Peugeot ve Renault markalarını da İran’da üretiyorlar ve bazı Güney Amerika ülkelerine satıyorlar. Bu arada, bir Saipa otomobilin tüm vergiler dâhil 7000 Dolar gibi makul bir fiyatla fabrikadan halka satıldığını öğreniyorum. tebriz2
Tahran’ı Milad Kulesinden izlemek muhteşem bir duygu. 435 metre yüksekliği ile dünyanın en yüksek 4. kulesi olan Milad Kulesi, 2008 yılında sadece İranlı mimar ve mühendislerin uzmanlıkları ile yapılmış. Saniyede 7 metre hız yapan 4 ayrı asansörü ile bir mühendislik harikası olan kulenin 345’inci metresinde dünyanın en yüksekteki en geniş döner restoranı, kafeler ile sergi sarayları ve teraslar bulunuyor. Tahran Belediyesine ait olduğunu öğrendiğimiz Kulenin işletmeciliği de çok etkileyici. Aralarında Türkçe konuşan rehberlerin de bulunduğu rehberler misafirlere eşlik ediyor. isfahan2
Tahran’ın en güzel bölgelerinden biri de hiç şüphesiz İran Şahlarının 1979 yılına kadar kullandıkları Sadabat Sarayları. Devrimden sonra müzeye dönüştürülen Şah Sarayları, büyük bir orman içine dağılmış toplam yedi adet saraydan oluşuyor. Özellikle son Şah Muhammed Rıza Pehlevi’nin, bir dönem Mustafa Kemal’in daveti ile ülkemize de gelmiş olan babası Rıza Pehlevi’nin kendisi için yaptırdığı sarayında, müsrifliği ile dünya sosyetesinin gözdesi olan karısı Farah Diba ile yaşadıkları saray insanı şaşırtıyor. Hoş, baba Pehlevi’nin Yeşil Sarayı da ihtişamda 136 oğlundan aşağı asla değil. İran İslam Cumhuriyeti rejimi, başta devrim liderleri İmam Humeyni ve sonrakilerin halkının standartlarında, çok sıradan ve basit bir hayat sürdüğünden hareketle bu sarayları birer ibret vesikası olarak müzeye dönüştürerek halkına karşılaştırma imkânı vermeye çalışıyormuş.

OLYMPUS DIGITAL CAMERA
OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Batı ve İslam Kültürleri arasındaki en belirgin tartışma alanlarından biri de, hiç şüphesiz, kadına bakış açılarındaki farklılıklardır. Örneğin, İran rejimi sorgulanırken hemen ilk gündeme gelen konu da İranlı kadındır. Kadınların tesettüre zorlandığı, açık kadınların sert bir şekilde cezalandırıldığı, süreli nikâh anlamına gelen mut’a nikâhının serbest olduğu İran’daki kadınların mağduriyeti ve kısıtlanan özgürlükleri üzerinden İran’ı hor ve hakir görmeyen yok gibidir. Hatta İran rejiminin Batı yanlısı karşıtları, İran’ı yerle bir etmeyi planlayabilecek kadar askeri güç gösterilerini bile zaman zaman İranlı kadınları özgürleştirmek amacına dayandırabilmektedirler.
Bütün bu önyargılarımız ve medya etkilenmelerimiz dolayısıyla, kısa süreli Tahran ve Isfahan ziyaretimizde ilk dikkatimizi çeken de İranlı kadınlar oldu. Ancak hemen belirtmeliyim ki, ilk izlenimlerimize göre, İranlı kadınlar hemen hemen hiçbir Müslüman ülkede örneği görülemeyecek kadar toplum hayatında etkin ve özgür görünüyorlar. Hangi devlet dairesine gitsek memurların yarısına yakını kadındı. Sonradan öğreniyoruz ki İran’da kamu görevlilerinin %40’ından 137 fazlasını kadınlar oluşturuyormuş. UNESCO’nun verilerine göre, dünyada kadın üniversite mezunlarının erkeklere oranının en yüksek olduğu ülke İran. Ayrıca, Dünya üzerinde her 100 üniversite öğrencisinden 65’i kadın olan tek ülke de İran. (Sabah Gazetesi, 26 Ağustos 2012). Tahran trafiğini altüst edenler de kadınlar. Hemen hemen her iki araçtan birinin sürücüsü kadın. Hatta kadın kamyon şoförleri bile görmek bizim için çok şaşırtıcı idi. İran kadını galiba evde de pek durmuyor. Caddelerde, alışveriş merkezlerinde, dükkânlarda her yerde erkekten çok kadın vardı. iransİddia ediyorum, dünyanın hiçbir ülkesinde Cuma namazı ve vakit namazlarında camilerde bu kadar kadın bulunmuyordur. Neden bu kadar kadın merkezli bir ülke diye konuşuyorduk aramızda ki, heyetimizden güngörmüş, tecrübeli bir ağabeyim cevabını veriverdi: “Ee kardeşim, Devrim’de de İranlı kadınların rolü büyüktü. ” Kadın erkek ilişkilerinde de, bizim Anadolu tabiriyle “kaç-göç” pek göze çarpmıyor. Gençlerin nikâhlanması için vakıflar yolu ile çok ciddi maddi kampanyalar yürütüyorlar. Mut’a nikâhının caiz olduğu bu ülkede, bu durumu sorduğumuz İranlı muhataplarımızdan hemen hepsi bu nikâhın çok da yaygın olmadığını, kadınların buna rağbet etmediklerini anlatıyor. Özellikle Tahran’da kadınların çoğu tesettüre riayet etmiyor. Başörtülerini saçlarının dörtte birini örtecek şekilde başlarında tutuyorlar, o kadar. Ancak bu ülkede etekle gezmek yasak. Tüm kadınlar mutlaka pantolon ve üzerine tunik giymek zorundalar. Tesettüre uysun ya da uymasın, 138 tüm kadınların bakımlı ve hatta aşırı makyajlı olmaları dikkatimizi çekiyor. Hatta burun estetiklerine çok önem verdikleri anlaşılıyor zira Tahran caddelerinde, burnu henüz estetik ameliyatından çıkmış bandajlı onlarca kadına rastladık.isfhan1
İslam Kültürünün zenginliği mi demeliyiz, yoksa İslam’ın apayrı ve bize çok uzak görünen bir yorumu mu bilemiyorum; İran’da din ve dini hayat çok farklı. Nerede ise tüm İslam Başkentlerini görmüş bir Müslüman olarak artık şu kanaate iyiden iyiye ulaşmış bulunuyorum: İslam ve elbette diğer dinler, kadim kültürlerin üzerinde aşkın bir rol oynayamıyor. Din algısı şekillenirken bir coğrafyada, içinde yaşanılan baskın kültürün teamülleri kolay kolay değişmiyor. Nasıl ki biz Türkler İslam’ı kendi kültürümüzle yoğurmuşsak, Acem diyarının insanları da, yani bugünkü İran Halkı da kendi kültürü içinde İslam’ı yaşıyor. Kısa seyahatimde gözlemlediğim İran Halkının din anlayışı da İslam öncesi Acem coğrafyasının din anlayışları ile benzerlik gösteriyordu. Örneğin, bizdeki gibi cami merkezli bir din anlayışına sahip değil İran. Her mahallesinde minareler yükselmiyor bu ülkenin şehirlerinde. Dolayısı ile her vakitte ezan sesi duyamayabiliyorsunuz. Zaten namazları cem ettikleri için üç vakitte kılıyorlar. Bu arada ilk kez bir Caferi İmamın arkasında öğle ve ikindi namazlarını birleştirerek kılmam ilginçti. İkinci rekâtta rükûa varmadan önce ellerini kaldırıp bir dua ediyorlar sonra rükû ediyorlar. Eğer ilk izlenimlerim beni yanıltmıyorsa, cemaatle vakit namazı 139 kılanların sayısı ülkemizdeki cemaatin yarısı kadar yoktur. Şia itikadının matem ve şehitlik geleneği çok belirgin. Şehirlerin her yerinde devasa şehit resimleri görüyorsunuz. Türbelerin etrafında gerek devrimde gerekse İran-Irak savaşında şehit olanların mezarları ve tabii başlarında renkli resimleri var. Bu arada son yıllarda nükleer çalışmalarda yer aldığı için İsrail tarafından şehit edildiklerine inanılan bilim adamlarının resimli mezarları da bu şehitliklerde özenle ziyaretçilere gösteriliyor.
İnsanlar adeta camileri değil, türbeleri dolduruyorlar. Türbelerde namaz kılıyorlar. Mesela Tahran’ın en büyük ibadetgâhı bir cami değil, İmam Rıza’nın kardeşi İmamzade Salih’in türbesi. Cuma günleri hariç buraya günde 60.000 kişi geliyormuş. Cuma günleri ise 200.000 ziyaretçi bu türbede ibadet ediyormuş. Türbeler kıbleye yönelik olarak yapılmıyor anlaşılan ki, kıble için türbe içinde işaretler mevcut.
Şia İnancının temeli 12 İmam esasına dayanıyor ki zaten bu itikadın diğer bir adı da İmamiyye. İran genelinde sadece bir İmam türbesi varmış o da Meşhed’te İmam Rıza türbesi. İmamzade Salih Türbesinin Müdürü bize, İmam Rıza Türbesine ait vakfın gelirlerinin İran’ın tüm petrol gelirlerinden fazla olduğunu söyleyince dudaklarımız uçukluyor. İran’daki diğer türbeler İmamzadelere ait. İran’da yaklaşık olarak 7000 adet İmamzade türbesi bulunuyormuş. Türbe ziyaretlerimizde ilk dikkatimizi çeken de her türbede keskin birer tütsü kokusu. Tütsü demişken, bir lokantanın girişinde müşterilerin 140 tütsülenerek içeriye alındığına şahit oluyoruz. Nedenini sorduğumuzda, nazara ve kötülüklere karşı tütsülendiğimizi öğreniyoruz ve kadim İran kültürünün bir örneği ile daha karşılaşıyoruz. iran
İran’da hemen her resmi dairede olduğu gibi, camilerde de fotoğraflara rastlamak insanı şaşırtıyor. İmam Humeyni ve Dini Lider Ali Hamaney’in fotoğrafları her yerde yan yana. Resim bu ülkede asla günah kabul edilmiyor. Ama bir resim var ki şaşkınlığımız tavana vuruyor ve tepki göstermemek için kendimizi zor tutuyoruz: İmam Humeyni’nin Devrim’den sonra Cameran’da 9 yıl süre ile ikamet ettiği mütevazı evini ziyaret ediyoruz. Evde İmam’ın oğlu Ahmed’in fotoğrafının yanında yerde renkli bir resim/portre daha dikkatimizi çekiyor. Başında yeşil işlemeli şık bir sarık olan ve sol omuzu göğsüne kadar açık olan resmi genç bir kadına ait sanıyoruz önce. Ama resmin altında belirgin bir yazı ile “Muhammed Rasülullah” ibaresi var. Müzeye dönüştürülen İmam’ın evinin görevlisine bunun ne olduğunu ve neden burada olduğunu soruyoruz. “Bu” diyor, “Peygamber Efendimizin temsili resmi. Ressam bir kadın İmam Humeyni’ye geliyor ve “Rüyamda Efendimizi gördüm ve onu resmettim, diyor ve hediye olarak getirdiği bu resmi İmam da odasında muhafaza ediyor. ”
İran’da her toplantıya Peygamber Efendimize salat ve selam getirilerek ve Kur’an’dan küçük bir sure okunarak başlanıyor. Ancak bir toplantıda, ülkemizde nerde ise her Müslümanın ezbere bildiği iki satırlık Nasr 141 Suresini yüzünden okuyamayan İranlı yetkiliyi görünce İran’daki dini kültürün nüfuz derecesi hakkında kafamızda şüpheler oluştu.
Isfahan’ı kelimelerle anlatmak sahiden zor. Hele de bu kısa bir yazıda anlatmak imkânsız. Ama şu var, Isfahan’da tarih öylesine güzel muhafaza edilmiş ki, en önemli tarihi eserlerin civarına asla yüksek binalar yapılmamış. Örneğin, İmam meydanında sadece gökyüzünü görmenize izin veriyor bu muhteşem koruma. Öyle mimari şaheserler gördük ki, bundan yaklaşık 400 yıl önce İran’da Safeviler, gerçekten büyük bir medeniyet kurmuşlar. Hani bizim Mimar Sinan dünyada yalnız değilmiş, buna inandık. Isfahan’a sırf tatil için gitmek inşallah nasip olur. 14 Nisan 2013
Davut Gazi Benli

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir