KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. İran
  4. »
  5. İran’da Geçekleştirilen DAEŞ Saldırıları, Katar Krizi ve Ortadoğu’nun Geleceği

İran’da Geçekleştirilen DAEŞ Saldırıları, Katar Krizi ve Ortadoğu’nun Geleceği

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 14 dk okuma süresi
337 0

ran, başkenti Tahran’da 7 Haziran Salı günü farklı noktalarda gerçekleştirilen terör saldırıları ile güne başladı. Bu saldırılardan ilki yerel saatle 10.10’da İran İslami Danışma Meclisi’ne ikincisi ise bundan yarım saat sonra İmam Humeyni’nin kabrinin bulunduğu mekânda gerçekleştirildi. Tahran’da aynı gün içerisinde gerçekleştirilen bu iki saldırının ardından İran Sağlık Bakanlığı yetkilileri; toplamda 13 kişinin hayatını kaybettiğini, 42 kişinin de yaralandığını açıkladı. İstihbarat ve güvenlik önlemleri açısından çok başarılı olduğu bilinen İran’da adeta şok etkisi yaratan bu saldırıları DAEŞ terör örgütü üstlendi ve bu olaylar ABD Başkanı Donald Trump’ın Suudi Arabistan’ı ziyareti sonrasında Katar ile bölge ülkelerinin yaşadığı krize odaklanmış olan tüm gözleri bir anda İran’a çevirdi. İranlı yetkililer ve Devrim Muhafızları Ordusu olayın perde arkasında Suudi Arabistan’ın olabileceğine değinirken bu iddia Suudi Arabistan tarafından yalanlandı. İran ve Suudi Arabistan’ın yaşanan bu olaya karşı takınacakları tavır ise bölgedeki Şii-Sünni çatışması ile birlikte bölgenin kaderine etki edebilecek bir süreci beraberinde getirecektir.

1. Tahran’da Meydana Gelen Saldırılar

İran İçişleri Bakan Yardımcısı Hüseyin Zülfikar; ilk saldırının “kadın kılığında” içeriye giren DAEŞ üyesi 4 terörist tarafından, İran İslami Danışma Meclisi’ne gerçekleştirildiğini ve içeriye giren teröristlerin iki güvenlik görevlisini öldürdükten sonra içeride bulunan yedi kişiyi de rehin alarak yaraladıklarını açıkladı. Saatler süren operasyon için Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) ve Polis teşkilatının ilgili birimlerinin bölgeye geldiği ve yerel saatle 15.30 civarında 4 teröristin de etkisiz hale getirilerek Meclis’teki operasyonun tamamlandığını bildirdi. Mecliste yaşanan olaylarda 12 kişinin öldüğü, 30 kişinin de yaralandığı açıklandı.

Tahran’daki Parlamento saldırısının hemen ardından meydana gelen ikinci saldırı ise Harem-i Mutahhara olarak anılan İmam Humeyni’nin kabrinin olduğu alanda gerçekleştirildi. İlk saldırının şokunu atlatmaya çalışan İran güvenlik görevlilerinin yarım saat arayla gerçekleştirilen bu saldırıyla ikinci bir şok dalgasını yaşadığı söylenebilir. Bu saldırıda ise İmam Humeyni’nin kabrinin bulunduğu alana giren 4 teröristin elindeki silahlarla etrafa ateş açtıktan sonra teröristlerden birisinin üzerindeki bombalı yeleği patlattığı bildirildi. Saldırı sonrasında etkisiz hale getirilen teröristlerden birinin yaralı ele geçirildiği ve kadın olduğu açıklandı. Harem-i Mutahhara’da meydana gelen olaylarda ise 1 görevli hayatını kaybederken, 12 kişi de yaralandı.

İranlı üst düzey yetkililer gerçekleşen terör olayının hemen ardından birlik mesajları vererek: “İran’ın her şeye rağmen teröre ve onun destekçilerine karşı mücadele vereceğini ve terörün hiçbir zaman İran’ın içine taşınamayacağına” dair açıklamalarda bulundular. Dini lider Ali Hamaney ise “bu saldırıların halkın beraberliğini ve mukavemetini kıramayacağını” dile getirdi.

2. Trump’ın Suudi Arabistan’ı Ziyareti ve Sonrasında Bölgede Yaşananlar

ABD Başkanı Donald Trump’ın 20 Mayıs 2017 tarihindeki Suudi Arabistan ziyareti sonrasında Ortadoğu coğrafyası ve dünya kamuoyu bölge ülkelerinin Katar’la gerilen ilişkilerine odaklanmışken, Tahran’da yaşanan bu olaylar tüm gözlerin bir anda İran’a çevrilmesine neden oldu. Trump’ın hem seçim kampanyası döneminde hem de göreve geldiği ilk günden itibaren bölgede İran’ın sınırlandırılması gerektiği ve İran’ın bölgedeki terörizme destek verdiği ile ilgili söylemleri herkesim malumu. Bölgede bu söylemlere eşlik eden ve en önde gelen ülkelerin başında ise hiç şüphesiz Suudi Arabistan gelmektedir. Ayrıca, Suudi Arabistan olası bir İran tehdidine karşı ABD ile çok büyük tutarlarda silah anlaşmaları da yapmaktadır.

Donald Trump’ın Suudi Arabistan ziyaretinin ardından bu söylemlerini eylem düzeyinde gerçekleştirme konusundaki kararlılığı ilk olarak Katar’la yaşanan krizle kendisini somut bir şekilde göstermiştir. Bölgede Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)’nin başını çektiği bir anti-Katar grubu kurularak, Katar’a bundan sonra atması gereken adımlarla ilgili adeta bir istek listesi sunulmuştur. Katar’ın bu tavra maruz kalmasındaki en önemli faktörlerden birisi de bölgede Suudi Arabistan ve BAE gibi İran’ı köşeye sıkıştırarak mezhebi bir mücadeleden değil, diplomasiden yana olduğunu dile getirmesi olarak değerlendirilebilir. İran ile diplomasi kanallarının açık tutulması gerektiğini savunan Katar Emiri Şeyh Temim, bu tavrından sonra İran’ın bölge ülkeleri tarafından kuşatılması ile ilgili konuda “çatlak ses” olarak lanse edilmiş ve Trump’ın Suudi Arabistan’ı ziyareti sonrasında birçok bölge ülkesi tarafından adeta açık bir tecrit politikasına tabi tutulmuştur. Bu süreçte İran, diğer ülkeler tarafından hava yollarının kapatıldığı Katar’a hava yollarını açmış ve gerek duyacağı gıda maddeleri vb. konularda da yardım göndereceğini beyan etmiştir.

Bölgede Katar’ın diğer Arap ülkeleri ile yaşadığı gerginliğin şaşkınlığı henüz atlatılamamışken, İran’da aynı gün içerisinde gerçekleştirilen ve adeta şok etkisi yaratan iki terör saldırısı meydana gelmiştir. Henüz olayın içeriği ve mahiyeti tartışılırken, DAEŞ terör örgütü saldırıları üstlendiğini açıklamıştır. İran kamuoyunda ve medyasında ise olayın perde arkasında Suudi Arabistan’ın yer aldığı ile ilgili iddialar kendisine yer bulmaktadır. Birkaç ay önce Suudi Arabistan Savunma Bakanı’nın “Gerekirse Savaş’ı İran’ın içine taşırız” sözleri ve olayın gerçekleştiği gün Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı’nın “İran bölgedeki terörün destekçisidir ve bu yüzden cezalandırılmalıdır” şeklindeki açıklamaları ise İran’ın bu konudaki tavrına delil olarak gösterilmektedir. Yaşanan olayların ardından saatler sonra DMO olayın müsebbibi olarak Suudi Arabistan’ı gördüğüne yönelik olarak “Dökülen temiz kanların intikamını almadan vazgeçmeyeceğiz” şeklinde intikam yemini etmiştir.

İstihbarat kabiliyetinin ve güvenlik önlemlerinin had safhada olduğu İran’da bu tür büyük çaplı bir saldırının nasıl gerçekleştirilebildiği sorusunun cevabı ise herkes tarafından merakla beklenmektedir. Bu konu üzerinde daha sağlıklı yorumlar yapabilmek için olayın aydınlatılmasını ve yetkililerin ilerleyen günlerdeki açıklamalarını yakından takip etmek gerekiyor ancak bu olayın kısa vade de İran’da yarattığı etkiye ve ilerleyen günlerde yaratacağı etkilere kısaca değinilmesinde fayda bulunmaktadır.

3. Olayların İran Açısından Değerlendirilmesi

İran’da meydana gelen ve DAEŞ tarafından üstlenilen bu iki terör saldırısının hem İran halkında hem de yöneticilerde büyük bir şaşkınlığa neden olduğu söylenebilir. Zira, İran uzun zamandır bölgede DAEŞ’in saldırılarına hiçbir şekilde maruz kalmamış ve yetkililer bu konuda güvenlik duvarlarının çok sıkı olduğunu dile getirmiştir. İranlı üst düzey yetkililer, İran’ın bölgede izlediği politikaların; “savaşın İran’ın içine sirayet etmemesi için verildiğini” söyleyerek halk nezdinde bu politikalara meşruiyet kazandırmıştır. Nitekim Dini lider Ali Hamaney ve birçok DMO komutanı tarafından yapılan “Eğer biz Suriye’de, Yemen’de, Irak’da savaşmazsak Meşhed’de ve Tahran’da savaşmak zorunda kalırız” açıklamalarıyla da İran’ın bölgesel politikalarına destek verilmiştir.

DAEŞ tarafından gerçekleştirilen saldırılar, İran İslam Cumhuriyeti’nin kalbi olarak görülen İmam Humeyni’nin kabrinde ve 1979 İslam İnkılâbı’nın sembolü olarak değerlendirilebilecek İran İslami Danışma Meclisi’nde meydana gelmiştir. Olayın meydana geldiği yerlerin önemi ve DAEŞ’in İran ile ilgili daha önceki açıklamaları göz önüne alındığında, bu saldırının “İran İnkılâbı” fikrini hedef aldığını söyleyebiliriz. Bunun yanı sıra DAEŞ tarafından bu iki önemli merkeze gerçekleştirilen saldırılar, İran’ın istihbarat/emniyet organlarının sorgulanmasına neden olurken, dış dünyada ve İran halkı üzerinde “İran’ın bu ateş çemberindeki en güvenli ülke olduğu” algısına büyük bir darbe vurmuştur. Yaşanan olayları bu bağlamda değerlendirilecek olursak, İran’ın savaşı kendi içinde de vermesi gerektiği ve savaşın artık İran’a da taşındığı mesajının verilmek istendiği söylenebilir. Bu durum ise İran halkında tedirginliğe yol açarken, şüphesiz siyasilerin izleyeceği politikalara da önemli bir şekilde yansıyacaktır.

Bu kapsamda gerçekleştirilen saldırıların İran’ın bölgesel politikalarında da bazı değişikliklere neden olabileceği öngörülebilir. Geçen haftalarda İran’da geçekleşen Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından yeniden göreve gelen Hasan Ruhani’den, İran halkı tarafından da eleştirilen bazı bölgesel politikalarda değişime gidebileceği ve İran’ın bölge barışını daha aktif bir şekilde destekleyeceği beklenmekteydi. İran’da Müesses nizamın bölgesel politikalar konusundaki “kırmızı çizgilerinin” varlığının Ruhani’nin işini zorlaştıracağı düşünülse de genel manada böyle bir beklenti mevcuttu. Ancak, yaşanan tüm bu gelişmelerin ardından İran’ın hem içeride hem de bölgede güvenlik uygulamalarını artıracağı ve Suudi Arabistan’ın başını çektiği ittifak sonrasında bölgede daha tehditvari bir söylem izleyeceği düşünülebilir. Unutulmamalıdır ki İran, Suudi Arabistan’daki, Bahreyn’deki ve diğer körfez ülkelerindeki Şii nüfus kartını büyük bir koz olarak kullanabilir. Eğer, her iki ülke de bu olay sonrası yapacağı açıklamalarda daha dikkatli davranmazsa hem iki ülke arasında yaşanan gerginliklerde hem de bölgede yürüttükleri vekâlet savaşlarının yaşandığı alanlarda daha şiddetli olayların yaşanması muhtemel hale gelecektir.

İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in, “Bölgede bizim için endişe verici gelişmeler yaşanıyor. Türkiye ile yakın görüş alışverişine ihtiyaç var” açıklaması ise Türkiye ile İran arasındaki işbirliğinin önemini ortaya koymaktadır. Ortadoğu coğrafyası son yıllarda birçok önemli gelişmeye ve yeni ittifaklara ev sahipliği yaparken, Türkiye’nin yeni oluşan denklemleri iyi takip ederek, bölgede gerçekleştirilmek istenen çatışmalara karşı izlediği dikkatli politikaların önemi bir kez daha görülmüştür. Bölgede gerçekleşebilecek mezhepsel bir savaşın bölgeyi daha büyük çıkmazlara sürükleyeceği aşikardır. Bu bağlamda Türkiye; İran ve Körfez Ülkeleri ile diyalog kapılarını açık tutarak bölgede diplomasi kanalını aktif bir şekilde kullanmaya devam etmeli ve hep birlikte coğrafya üzerinde oynanan oyunu bozmalıdırlar.

Son olarak Donald Trump’ın Suudi Arabistan’ı ziyareti sonrasında bölgede yaşanan gelişmelere ve kutuplaşmalara bakıldığında bölge için görünenden daha büyük planlamaların yapıldığı görülmektedir. Yeni dönemde ABD’nin Ortadoğu bölgesinde gerçekleştirmek istediği düzenlemelere karşı çıkan bütün ülkelerle mücadele edeceği öngörülebilir. Bu savaş yeri geldiğinde ekonomik yeri geldiğindeyse mezhepsel/etnik savaşlarla gerçekleştirilmek istenmektedir. Bu bağlamda bölgede gerçekleştirilmek istenen mezhep savaşlarına karşı İran’ın daha soğukkanlı yaklaşması ve kapalı kapılar ardında bölge üzerinde gerçekleştirilmek istenen planlara karşı daha dikkatli hareket etmesi gerekmektedir.
Abdullah SAYIN

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir