KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. İran
  4. »
  5. İran ve Kafkasya labirenti

İran ve Kafkasya labirenti

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 7 dk okuma süresi
314 0

Gazeteci yazar Sebastian Smith “Allah’s Mountains” (Allah’ın Dağları) kitabının önsözünde, Kafkasya coğrafyasını ve sakinlerini tanımlamak için halk efsanelerinden yardım alır. Buna göre, “Allah dünyayı yarattığında ulusları dünyanın tamamına yayarken, Kafkas dağları ve vadileri boyunca da tüm etnik kökenlerin bir karışımını yaymıştır. Bu yüzden, eski seyyahlar Kafkasya’ya dillerin dağları adını vermişlerdir. Zira Yunanlılar, Persler, Romalılar, Araplar, Moğollar ve Türkler ve niceleri bu bölgeden geçmişlerdir. Ne var ki güzelliğiyle şairlerin ve sanatçıların hayal güçlerini harekete geçiren bu bölgenin trajik bir tarihi vardır. Kesintisiz bir dizi krizle sınanmıştır.”

Coğrafya, bazı büyük ve kibirli, her zaman genişleme ve zenginlik arzusuyla emperyal yanılsamalara ya da saplantılarına kapılmış ülkelerin emellerinden daha dar oldukça, Kafkas devletleri ve ülkeleri arasındaki krizler ve trajediler devam edecektir. Nitekim, nüfuz ve zenginlik elde etme arzusu uğruna, Rusya- İran- Türkiye üçgeninde yer alan bu coğrafi alanda bugün yine tarihi jeopolitik ve jeostratejik çatışmaların şiddeti yükseldi. Yüzyıldan fazla bir süredir Kafkasya artık İpek Yolu üzerinde gidip gelen kervanların veya orduların geçiş koridoru değil. Her zaman halkları için yorucu ve kaygı verici olan Kafkasya coğrafyası, siyah ipeğin keşfedilmesinden sonra işgalciler için bir geçitten enerji ihracatı koridoruna dönüştü. Beyaz ipek ve baharatlar taşıyan kervanların yerini doğalgaz ve petrol boruları aldı. Bir zamanlar, kervanları koruyup, rotalarını ve duraklarını belirleyip onlardan vergi alan kabilelerin rolünü, bugün devletler yerine getirmektedir.

Öte yandan, İran ile Türkiye de Kafkasya’daki Osmanlı-Safevi rekabetini miras aldılar. Daha sonra Çarlık Rusyası, 1828 yılında Kaçar Hanedanı döneminde İran ile imzaladığı Türkmençay Antlaşması ile her ikisine de kendi şartlarını dayattı. Onu 1991 yılına kadar Sovyet Rusyası izledi.

Şüphe yok ki, petrol ve doğalgazın keşfi, Transkafkasya ülkeleri (Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan) arasındaki ilişkileri ve komşularıyla ilişkilerini etkileyen siyasi, ekonomik ve sosyal değişkenleri beraberinde getirdi. Bu, Türk-Rus-İran rekabetinin geri dönüşünü hızlandırdı ve ittifaklar ile çatışmalarda köklü değişikliklere yol açtı. Moskova, geçmişte Sovyetlerin nüfuz alanı olan bu bölgedeki rolünü geri kazanmaya çalışırken, Ankara, Orta Asya’dan Kafkasların ötesine uzanan Türk dünyasında varlığını pekiştirmekle meşgul. Tahran’a gelince, kalan çıkarlarını sert siyasi koşullarla koruma zorunluluklarının dayattığı ölümcül seçenekler krizini yaşıyor. Bu sert koşullar geçmişte onu komşu kompleksini aşıp etnik ve mezhepçi bağlara sırt çevirmeye itmişti. Bu nedenle, Türkiye ile arasında bu önemli bölge üzerindeki jeopolitik rekabet savaşında, Moskova ile anlaşarak Azerbaycan’a karşı Ermenistan’ın yanında yer almakta tereddüt etmemişti.

Ancak, iki ülke arasında patlak veren son çatışmalarda Tahran, istikrarını tehdit eden iç ve dış meydan okumalarla yüzleşiyor. İran içeride, nüfusları 28 milyonu aşan, devlet kurumlarının yönetilmesinde ve ekonomide büyük roller oynayan Azeri Türklerinin tepkisinden korktuğu için Erivan’ı desteklediğini açıkça dillendiremez bir hale geldi. Bu nedenle, rejimin üst düzey yetkilileri, taraflardan birini destekleyen açıklamalar yapmaktan kaçındılar. İç istikrarı korumak amacıyla tarafsız bir duruşu benimsediler. Bunun nedeni, rejimin ideolojik kimliği karşısında ulusal kimliklerin yükselişinin bir sonucu olarak İran’ın toprak birliğini tehdit eden merkez ile yönetim bölgeleri arasındaki ilişkinin kötü olmasıdır.

Dağlık Karabağ krizinin yansımaları, İran’da milli kimlik hesabına Azeri kimliğinin yükselişini ortaya çıkardı. Azeri Türklerinin sınırın öteki tarafı ile ulusal ve dini ortak noktalara bağlılıkları, İran rejiminin meşruiyetini üzerine inşa ettiği İranlı Şii kimliğine rakip bir Türk Şii kimliğinin oluşmasına yol açtı. Ulusal olarak Sünni-Türk kimliğiyle uyumlu Şii-Türk kimliğinin yeniden oluşması ise, Tahran’a gerek içeride gerekse dışarıda zarar verecektir.

Dış cepheye gelince, çatışmanın bu son turu, bir Türkiye-Azerbaycan aktivizmine karşılık Rusya’nın kafa karışıklığını ortaya çıkardı. Bu durum, İran cephesinde daha fazla şüpheye yol açtı, çünkü son çatışma doğrudan ulusal güvenliğine tehdit oluşturuyor. Buna bağlı olarak, özellikle de Türkiye’nin çatışma bölgelerine Suriyeli paralı askerler gönderdiği iddialarından sonra İran Cumhurbaşkanı Ruhani, Ankara’yı açıkça eleştirerek, “İran, ülkelerin çeşitli bahanelerle sınırlarına terörist göndermesine izin vermeyecektir” dedi. İran’ın ulusal güvenliği açısından, ilk kez, sınırlarında İran’a sızabilecek ve güvenlik sorunlarına yol açabilecek düşman milisler bulunuyor. Bu milislerin çoğunun, İran’ı kontrolü altındaki bir azınlık rejimini korumak için ülkelerini harap etmekle suçlayan Suriye uyruklu oldukları göz önüne alındığında, İran’ın ulusal güvenliği açısından oluşturdukları tehlike ortaya çıkacaktır. Bu milisler, İran’a bağlı paralı askerlerin yaklaşık 9 yıl boyunca Suriye halkına yaptıklarının intikamını almak isteyebilir.

Dolayısıyla, Tahran rejiminin çatışmaya yönelik yeni pozisyonu rasyonel bir siyasi sonuçtan ziyade, yanlış bir hesabın İran’ın Kafkas labirenti ve engebeli yollarına girmesine yol açacağı bir geçiş döneminde, siyasi sisteminin istikrarı ve güvenliği korkusuyla siyasette veya sahada varlığını dayatamamasından kaynaklanmaktadır.

Mustafa Fahs
şarkulavsat

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir