İran ve dünya sistemi
süleyman seyfi öğün
“Devrim evlâtlarını yer” diye meşhûr bir söz vardır. Bu söz, devrimlerin târihin merkezinde olduğunu düşünen bir zihniyetin ifâdesidir. Buna göre devrimler sürer; ama trajik bir biçimde. Hâlbuki, daha kavratıcı bir ifâde “Târih devrimleri yer”; yâhut “Devrimler kendi kendisini yer” olmalıdır.
Îran’ın geçirdiği dönüşümü izledikçe bu kanaatim iyiden iyiye pekişti. Geçmiş olsun; Îran Devrimi nihayete erdi. Zâten bir süredir can çekişiyordu. Ambargonun kalkmasının ardından ruhunu teslim etti.
Târihi insan irâdesinin değiştirebileceğine dâir inanç, modern bir inançtır. En etkili olduğu devir ise 19. Yüzyıl’dır. Zâten bu uzun asır, sık sık vurguladığımız üzere; nesnel olarak 1800’de değil 1789’da Fransız Devrimi ile başladı. Yâni 19. Yüzyıl’ı var eden “ruh” devrimler aracılığıyla târihin değiştirilebileceğine olan inançtı.
Devrimler dalga dalga bütün Avrupa’ya; oradan da dünyânın çeperlerine kadar yayıldı. Şimdi net olarak tespit etmek lâzımdır: Dünyâ târihi tek bir devrim gördü; o da Fransız Devrimi’dir. Gayrısı ya onu ikmâl etmek; yahut ondan ister örtük, ister açık bir sûrette esinlenmektir. Yâni modern siyâsal târih, Fransız Devrimi’nin türevleri; hattâ replikaları ile yüklüdür. (Kronolojik olarak Fransız Devrimi’nden önce gelen Amerikan Devrimi ise ne kadar devrimdir, kestiremiyorum. Doğrusu, kişisel nam ve hesâbıma ona devrim demekte zorlanıyorum).
Bilindiği üzere gelişmeler çok dramatik oldu. Meselâ Anatole France’ın “Tanrılar Susamışlardı” başlıklı romanı bunu çok çarpıcı bir şekilde anlatır. Devrimci bir çağın sona ermesi ise II. Genel Savaş’ın sonuna rastlar ki; bunun moral sonuçları allak bullak edicidir. Hâsılı 20. Yüzyıl, “Merkez Kapital Dünyâ” da devrime olana inancın söndüğü; “Yarı-Merkez” ve “Çeper” dünyâlara kaydığı bir devirdir. Bu da devrimi kurtarmadı. Bir Yarı-Merkez Dünyâ mensubu olan Sovyetler katı bürokratik yapısı içinde devrim fikrinin bütün romantizmini söndürmüştü. Çin bir ara umut oldu. Ama özellikle de Kültür Devrimi bütün umutları yok etti. Kala kala Lâtin Amerika ( Küba) ve Güneydoğu Asya’da, Vietnam; Laos ve Kamboçya benzeri yerler kaldı. Onların da bir kısmı Sovyet; kalanları da Çin Blôku’na dâhil olup birbirlerini yemeye başladıklarında suratlar yine düştü. Üçüncü Dünyâ Devrimciliği’nin kesin tasfiyesi Pol Potçu soykırımlar ve Kuzey Kore kepazeliği oldu.
1979 Îran Devrimi bir manada sosyalist devrimciliğe alternatif yeni bir devrimcilik örüntüsü olarak yükseldi. Devrimci “ihtiyâcı”nın içini dolduruyor ve bu yoldaki umutları tâzeliyordu. Gelin görün ki zamân içinde o da genel devrim senaryosunun aşamalarını tâkip etti. Kendi evlâtlarını yedi. Alabildiğine bürokratik bir nitelik kazandı ve kendi müesses nizâmını (establishment) kurdu.
Bütün mesele, mutandan “sistem karşıtı” hareketlerin dünyâ işbölümündeki konumunu çözerek aydınlanıyor. Sistem karşıtı hareketler, târihsel diyalektik gereği karşı çıktığını ikmâl eden bir savrulmayı yaşıyor. Biraz basitleyerek söyleyelim: Sistem karşıtı hareketler, karşı çıktığı iktidârların başını ağrıtmak şöyle dursun; tam tersine pekiştirimini sağlıyor. Çünkü Dünyâ Sistemi; bu fay hatlarında biriken enerjiyi, orta ve uzun vadede kontrollü bir şekilde açığa çıkarıp kendi çıkarları doğrultusunda kullanıyor. Bu, Merkez Kapital Dünyâ’nın Yarı-Merkez ve Çeper Dünyâlardaki tuzaklamalarıyla alâkalı bir hâdise.
Devrimler psiko dinamikleriyle bu tuzaklamalara yatkın hâldedir. Evvelâ devrim tanımı gereği akılcılıktan kopuştur. Daha çok hissiyatları ile hareket eder ve dünyâ gerçekliğinden kopar. Kurduğunu sandığı dünyâyı tek gerçeklik olarak gören dar bir bakıştır bu. Hâlbuki kullandığı dil (Eşitlik ve özgürlük başta olmak üzere) kendi inşa ettiği bir dil değil; bizzât tuzaklamanın dilidir. Üzerine yapılan spekülasyonlar bir yana, yeni bir insan; yâhut toplum inşâsı, dünyâdaki birikimin genel çevriminin kontrolü altındadır. Bunun antropolojik kökleri perhiz ve oburca tüketmek arasındaki sarkaçlanmadır. Gözden geçirelim: Sovyet Devrimi perhizkâr ve adamacı yeni bir insanı tanımladı. Elbette bunu yaratamadı. Ama en azından büyük bir kitleyi on senelerce yoksunluk duygusu içinde bıraktı. Bu fayda biriken enerji duvarın yıkılmasıyla açığa çıktı. Sovyet kampının yeni nesilleri derin bir tüketim özlemi içinde tipik Batı orta sınıfı zihniyetiyle donanmış olarak dünyâ tüketim sistemine eklemlendi. Çin’e ise başka bir rol biçildi: Büyük nüfûsu ile tüketimden men edildi ve hamster döngüsünü anımsatan bir nâfilelikte üretim zincirine sokuldu.
Putin Rusya’sı doğal kaynaklar avantajını kullanarak edilgenliğini aşmak istedi. Bu tarz kesintiler târihsel gecikmeler yaratabilir. Ama netice bildiktir. Şu aralar durgunluk Kapital-Dünyâ’nın egemen güçleri için târihsel bir fırsattır. Aşama aşama Yarı-Merkez Dünyâ’daki tesviye süreçlerini yürütüyorlar. Petrol fiyatlarındaki düşüşler ve kaotik-militarist bölge savaşları bunun enstrümanlarını oluşturuyor. Yavaş yavaş Putin rejiminin burnu sürtülüyor. Îran ise tam anlamıyla teslim alınıyor. Hiç merak etmeyin; Ortadoğu’da hayli ter dökmüş, boyundan büyük işlere kalkışarak alabildiğine yorulmuş bu iki odak birlikte hizâya getirilecek ve ağır borçlanmalara sokularak kontrole alınacaktır. Îran Devrimi’nin kabir taşında 1979-2016 yazacağından kimsenin kuşkusu olmasın. Bölgesel olarak bakıldığında bu senaryoya girmeyen; borçlarını tasfiye etmiş, bütçe disiplini ve üretim atağı sağlayarak hayli istikrarlı bir süreç tutturmuş olan yegâne güç kimdir acabâ?
yenişafak