İran-Türkiye: Jeokültürel rekabet?
kiye ile İran son zamanların en gergin dönemini yaşıyor. İran devriminin ertesinde, Türkiye’nin devrim ihracı ile tedirgin olduğu, İran’ın da NATO’nun Türkiye üzerinden operasyon yapmasından korktuğu dönemde bile tansiyon bu kadar yükselmemişti. İslam devriminin “Amerika ve onun müttefikleri” söyleminin somut karşılığı komşusu Türkiye ve NATO üyesi olması gerçeği idi. Batı ittifakı içinde seküler devlet yapısıyla Türkiye’yi yönetenler için İran devrimi sistem açısından potansiyel tehlike idi. Bu tehdit algısına göre İran, her an radikal İslamcı gruplar üzerinde bir devrim ihracına kalkışabilirdi… İki tarafın da korkuları büyüdükçe rejimler kendini tahkim etmek için sert tedbirler alıyordu.
Tüm bunlara rağmen Türkiye ile İran arasında ticaret 12 Eylül yönetimine rağmen en yüksek düzeye çıkmıştı. Üstelik İran- Irak savaşı devam ederken Türkiye her iki tarafla da iş yapıyordu.
Bugünkü manzara daha farklı düzeyde, ilişkiler bölgesel nüfuz alanlarında rekabete dönüşmüş durumda. İran’ın sekter söyleme dönerek tarihsel ve kültürel eksenli stratejik adımları ile Türkiye’nin ilgileri birçok bölgede karşı karşı gelmiş bulunuyor. Türkiye’nin nüfuz alanını tarihsel, kültürel ve stratejik çerçeveye oturma gayretleri ile İran’ın ilgileri/kaygıları çatışıyor. İran da Irak üzerinde benzer argümanlarla, Suriye’de de kültürel (mezhepsel) gerekçelerle kendi stratejik yayılmasını meşrulaştırma iddiasında…
Osmanlıdan beri İran’la olan ilişkilerin çok dostane yürüdüğü söylenemez. Bölgesel rekabetin gerekçesi mezhep farklılığıyla izah edilse de iki büyük devletin stratejik perspektiflerinin yer yer çatışıyor olmasıdır.
Yine de jeokültürel esaslı jeostratejik rekabete rağmen uzunca süre bu krizi yönetmesini bilmiş bir derin devlet aklının, geleneğinin sıcak çatışmayı engellediği de bir vakıa. Çatışmasızlık halinin sorunsuzluk anlamına gelmediğinin altını çizerek bu derin geleneğin altını çizmekte yarar var.
Gerek Suriye’de, gerek Irak’ta, hatta Yemen krizinde Türkiye ile İran tam zıt eksenlerde karşı karşıya geldiler. Şimdiye kadar doğrudan taraf olmadıkları bir tür vekaleten yürütülen rekabette kozların paylaşımı söz konusu idi.
Özellikle son olarak Rusya ile yaşanan krizde durumun mahiyetinin farklılaşması, vekaleten yürütülen rekabetin asli unsurlarının karşı karşıya gelme riski hayli yüksek görünüyor.
Her iki tarafın medya ve gayrı resmi sözcülerinin söylemine bakılırsa her an kılıçları çekmeye hazır bir güvensizlik mevcut. Zaman zaman tehditvari açıklamlar bir kenara bırakılacak olursa henüz geri dönüşü olmayan bir yola girilmemiş olması durumun olumlu tarafı.
Daha önce Rusya’yla biraz da zorunlu olarak kurduğu işbirliği Suriye konusunda İran’ın askeri olarak sahaya inmesiyle tehlikeli bir boyut kazandı. Bu durum bir yanda Suud merkezli Şii karşıtı söylemin tahrik ettiği bir yangına Şiicilik markalı benzin döktü adeta.
Suriye’de vekalet savaşı sürerken Rusya ile Türkiye’nin karşı karşıya gelmesi İran’ı Rusya’nın yedeğinde de facto bir ittifak oluşturmaya yöneltti. Bu kez karşısında doğrudan Türkiye’nin olduğu bir Rus-İran hattının taşlarını döşeyen sürece evriliyor.
Bu gerilim tırmanır, taraflar kendi konumlarında esneklik geliştirmezse ne olur? Bu zamana kadar Rusya savaşmayacağını söylerken diğer tarafta Türkiye’yi her alanda kuşatma altına alarak cezalandırma stratejisini sürdürmekte kararlı görünüyor. Bu stratejinin askeri anlamda pratik yansıması Suriye sorununda Türkiye’nin pozisyonunu doğrudan etkilemeye namzet görünüyor.
Rusya’nın Türkiye ile karşı karşıya gelmesi ile bölgede en yakın müttefiki durumundaki İran’la tansiyonun yükselmesi anlamına gelecektir.
Bu durum Musul’a asker gönderme krizinde Rusya’yı öne süren Irak üzerinden, Suriye de hem Rus ittifakı hem Hizbullah üzerinden İran’la karşı karşıya gelinmesi demektir.
Türkiye’nin NATO’yu devreye sokması, diğer tarafta Batı ittifakında görünmesine rağmen Amerika ile bölgeye dair tercihlerinin farklılaşması çok yönlü düşünmeyi, atılacak her adımın iyi hesaplanmasını gerektiriyor. Her şeyin altüst olduğu bölgede Türkiye’nin, önünü kesecek adımlar atarak kontrol dışı genişleme temayüllerinden kaçınması gerekiyor. Buna karşın İran mezhebi zemini kullanarak daha dar alanda ama sonuç alıcı adımlar atmayı deniyor.
Bölgedeki bu güç oyununun sürekli kaçamak sürdürülmesi, manevra alanını gittikçe daraltıyor. Bu durumda hem Türkiye hem İran’ın karşı karşıya gelmelerini engelleyen siyaset geleneğini pratiğe geçirmeleri gerekiyor. 400 yıllık sınır değişmedi ama sürekli olarak iki güç arasında rekabet hali vardı ve bu zaman zaman tehlikeli düzeye kadar tırmanmıştır. Sonuçta sahadaki aktörler tansiyonu ne kadar yükseltseler de derin devlet gelenekleri çatışmaya mahal bırakmadı. Kaldı ki yeni bölgesel şartlara bakıldığında
iki gücün işbirliği yapmaları bir zorunluluktur.
İran ve Türkiye bir araya gelemedği için Suriye bu hale geldi. Bu gerilimde de tarihsel tecrübe devreye girmezse bölgede herkes kaybeder…
Akif Emre/yenişafak