KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. II. DÜNYA SAVAŞINDA ALMANLAR’IN KIRIM’I İŞGALİ ÜZERİNE

II. DÜNYA SAVAŞINDA ALMANLAR’IN KIRIM’I İŞGALİ ÜZERİNE

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 16 dk okuma süresi
482 0

II. Dünya Savaşı, Türk dünyasının doğrudan zarar görmüş olduğu ve kapanmayacak yaraların açılmış olduğu bir savaştır. Hitler, II. Dünya Savaşı üzerine yapmış olduğu bir konuşmasında: “Eğer dünya tarihinin bu en heybetli ordusu savaşa giriyorsa, bu sadece nihai zaferi kazanmak veya zulüm altında kalan halkları kurtarmak için değil, Avrupa medeniyetini kurtarmaya hizmet etmek içindir.” demekteydi. Alman emperyalist politikasının hizmetinde “Got”çuluk yaparak bu toprakların asıl sahiplerinin Almanlar olduğunu dahi ileri sürmekteydiler. Savaş öncesinde hem Almanların hem de Rusların Kırım’a dair çeşitli planları bulunmaktaydı. Almanlar ayrıca, Kırım’ı iskân edip bölgeyi Alman subayları için bir tatil beldesi yapmayı planlıyorlardı. Dönemin Sovyet lideri Stalin’in de 1941 sonbaharında bütün Kırım Türklerini Kazakistan bozkırlarına sürmeyi tasarladığı bilinmektedir.
1941 Alman-Rus harbinin arifesinde Kırım Türkleri’nin arazileri ellerinden alınmış, hususi mülkiyet kaldırılmış, Milli kültür, yazı, din hürriyeti gaspedilmiş ve ümitsizlik son haddini bulmuştu. Onları Almanlar ile işbirliğine sevkeden sebepler ise Bolşeviklerin Kırım’a bir daha dönmemesi ve milli istiklali sağlamak olmuştu.
Alman devlet adamları II. Dünya Savaşı arefesinde Kırım’ın geleceğini birkaç defa masaya yatırmışlar, Dışişleri Bürosu Müdür Alfred Rosenberg, Sovyetler Birliği’ni yedi bölgeye taksim eden bir rapor hazırlamıştır. Rosenberg, bu düşüncelerine daha sonra netlik kazandırmış ve “Kırım’ın ileride Tavrida adı altında büyük Ukrayna’nın bir parçası olarak doğrudan doğruya Alman idaresi altında tutulacağını” belirtmiştir. Rosenberg, işgalin hemen başında Aralık 1941’de Akmescid adını Gotenberg, Akyar’ı ise Teodorichthafen olarak değiştirmeyi teklif etmiştir. Almanların Kırım’a gösterdikleri bu yoğun ilginin arkasında başka sebepler de vardı. Kırım Türkleri ile Türkiye arasında yakın bir bağın bulunması, Alman devlet adamlarınca Türkiye’yi kendi saflarında savaşa sokabilmeleri için bir koz olarak telakki edilmişti.
Bu düşüncelerini gerçekleştirmek için ise, Kırım’da yaşayan Ruslar, Ukraynalılar, Kırım Türkleri dâhil herkesin sürgün edilmesi gerektiğine inanıyorlardı. II. Dünya Savaşı’nın başlaması ile hızla doğuya doğru ilerleyen Alman ordusu, Sovyetler sınırlarına gelmiş, 1941 yılı Ekim ayının sonlarına doğru ise Kırım Yarımadasının kapısı olan Orkapı’ya (Perekop) ulaşmıştı. Sovyet orduları Almanları burada da durdurmaya muvaffak olamamıştı. Birkaç gün sonra Kırım’ın başşehri olan Akmescid Alman birlikleri tarafından işgal edildi. 30 Kasım 1941’e kadar ise Akyar hariç bütün Kırım Almanların eline geçmiştir. Almanlar, Kırım’a girdiklerinde ilk olarak Kırım’daki açlığı önlediler. NKVD birlikleri geri çekilirken bütün hububat depolarını ve erzak merkezlerini yakmışlardı. Almanların ilk olarak bu duruma çözüm getirmesi ilk müspet intibaın oluşmasına yaradı.
Kırım’ı Almanlara terk eden Sovyet idaresi, beraberindeki askeri kuvvetlerle bölgeden çekilirken büyük bir katliama girişmiş, kendi yaralı askerlerini de tren vagonlarına doldurarak diri diri yakmışlardı. Kırım’a giren Alman orduları ise, bir kısım halk tarafından kurtarıcı olarak karşılanmıştı. Almanlara gösterilen bu ilginin bir diğer örneğini, Kırım dışında yaşayan Kırım Türklerinin vatanlarının bağımsızlığını elde etmek için Almanlarla temasa geçmelerinde görmekteyiz. İlk olarak Edige Kırımal ve Müstecip Ülküsal gibi tanınmış iki Kırım Türkü, Türkiye Cumhuriyeti’nin de çabaları sonucu Almanya’ya gitti. Kırımal ve Ülküsal burada Alman yetkililerle ülkesinin ve halkının geleceği hakkında girişimlerde bulundular. Türkiye’nin de bu hususta yazışmaları mevcuttur. Hüseyin Emir Erkilet Paşa’nın Alman yetkililerine yazmış olduğu mektup şu şekildedir: “Yakında vize alan iki bay sizi görmeye gelecekler. Kendileri Kırım’da Almanlara yardım etmektedirler ve aynı zamanda Kırım Türklerine yardım etmekle görevlendirilmişlerdir. Müstecip bir avukat ve yazardır, eskiden de savcıydı. Edige de iyi öğrenim görmüş genç bir insandır. Her ikisi de Kırım’dadır ve güvenilir kişilerdir. Sizden her ikisinin de Kırım’a gönderilmelerini ve orada Türk-Alman ortak çıkarları için kullanılmalarını rica ediyorum. Kendileri Almanca bilmezler ama Rusça konuşurlar ve yakında Almanca öğreneceklerdir.”
Aynı şekilde Kırım’da da bir kısım Kırım Türkü, vatanlarının Sovyet Rus hâkimiyetinden kurtularak bağımsız bir Kırım Türk devleti halini almasını istiyorlardı. Bu gaye ile Alman ordusu bünyesinde kurulan askeri taburlarda bu düşünce içinde olan bazı Kırım Türkleri yer almıştı. “Gönüllü Nefs-i Müdafaa Taburları” olarak da adlandırılan bu teşekküllerde yer alan Kırım Türklerinin bir bölümünün ise Nikolayev ve Akmescid (Simferopol)’deki Alman esir kamplarında bulunan askerlerden oluştuğunu da belirtmek gerekir. Önemli bir kısmı, hayatta kalma arzusundaki savaş esirlerinden oluşan bu taburların, o dönemin şartları içinde ne kadar “gönüllü” oldukları da sorgulanmalıdır. Kırım Türklerinden “gönüllü” asker alınmasına, nihai olarak Führer tarafından 2 Ocak 1942’de 11. Ordu Keşif Birliği’nde yapılan bir toplantı sonrasında karar verildi. Bu mesele ile ilgilenmek üzere SS şefi Ohlendorf idaresindeki D Özel Görev Birliği görevlendirildi. Özel Görev Birliği’nin görevleri: asker alımlarının yürütülmesi, esir kamplarından gönüllü asker toplanması, Alman ordusuna girmek isteyen Kırım Türklerinin işten muaf tutulması, askerlerin eğitilmesi, Kırım’ın kuzey kısmındaki Türk köylerinde halkın etnografik özellikleri hakkında çalışmalar yapmak olarak tespit edilmişti. Bununla birlikte Nefs-i Müdafaa Taburlarında bulunan Kırım Türklerinin sayısının genel olarak 20.000 kişi civarında olduğu ifade edilmektedir. Görevi Kırım’daki diğer milliyetlere mensup halkı korumak ve Sovyet partizanlarına (çeteci) karşı mücadele etmek olan bu taburların infaz birlikleri olarak görev yaptığı ve Kırım’da yaşayan 88 bin sivilin ölümünde, 85 bin kişinin de Almanya’ya sürgün edilmesinde görev aldığı Sovyet makamları tarafından iddia edilmektedir.
Bunun dışında Kırım Türkleri iki grup olarak Almanya’ya göç ettirilmiş, “doğu işçisi” olarak gönderilenlerin çalışmış olduğu kampların, Sovyet Rusya’daki mecburi çalışma kamplarından bir farkı yoktu. Bunlar tamamen esir hayatı yaşayıp, işçi kamplarında normalin altında verilen gıda ile hayatlarını idame ettirmeye çalışmaktaydılar. İkinci grupta ise Kızılordu’dan Almanlar’a iltica ederek Alman üniforması ile Kızılordu’ya karşı savaşan lejyonerler bulunmakta idi. Bunlar harp esiri olarak esir kamplarında açlık ve hastalıkla mücadele etmişler, sağ kalanlar ise verilen üniformaları giyerek teşkil edilen lejyonlara katılmışlardır. Türk lejyonerlerinin Alman askerlerinden farkı, göğüslerinde taşıdıkları amblemin gamalı haç değil “BOZKURT” olması idi.
İşgalin ardından Kırım’da kurulan Alman idaresinin, Kırım Türklerine karşı askerî konularda gösterdiği itimadı siyasî meselelerde göstermediği dikkati çekmektedir. Bunun en bariz örneği, Almanlar tarafından Kırım’daki askerî makamların, yerel yönetimlerin ve emniyet teşkilatının büyük çoğunluğunda Rusların göreve getirilmesinde görülmektedir. Bunun yanında Almanların kendileriyle işbirliği yapan Kırım Türklerine karşı bir takım kültürel imtiyazlar sağladığı bilinmektedir. Kırım Türkleri ayrıca Müslüman Komitelerinin teşkili gibi siyasî bir ayrıcalık da elde etmişti. Nazi Güvenlik Servisi (SD) ve Alman Silahlı Kuvvetleri Komutanlığı (OKW) tarafından Kasım 1941’de kurulmasına izin verilen ve merkezi Akmescid’de olan bu komiteye sadece dini ve kültürel meselelerle ilgilenme yetkisi verilmişti. Böyle olmakla beraber, Komite gayr-i resmi olarak Kırım Türklerinin siyasî merkezi haline gelmişti. Yine bu Komite tarafından 11 Ocak 1941’de, haftada iki kere olmak üzere Azat Kırım adlı bir gazete çıkarılmaya başlandı. Bu gazetenin tirajı Alman yönetimi tarafından 10 bin adetle sınırlandırılmıştı. Kırım Türklerinin siyasi haklar konusundaki taleplerini dikkate almayan Almanların sağladığı bu ayrıcalıkların da kendi çıkarları doğrultusunda olduğu anlaşılmaktadır.
Alman ordusu, Kırım’ın işgalini tamamladıktan sonra burada kalıcılığını pekiştirmek için gerekli tedbirleri almıştır. Askeri idarenin başında General Manstein bulunmaktaydı. O, Kırım’ın güvenliğini Alman askerleri ile değil, yerli halktan toplanan birlikler ile sağlamayı düşünmekteydi. Bu düşüncelerle yerli halk ile iyi ilişkiler kurmaya çalışmıştır. Bu çabalarının bir sonucu olarak Kırım Türkleri Nefsi Müdafaa Taburlarının kurulmasında etkili olmuş ve yarımadadaki partizan faaliyetlerin önüne geçilebilmesi için bu taburların desteğini almıştır. Aslında Manstein, Kırım Türklerinin siyasi amaçları ve milli duygularına hiç önem vermemekte ve öncelikle Alman devletinin çıkarlarını gözetmekte idi. Fakat Kırım Türklerinin desteğini almak için dikkatli davranmıştır. Kırım’daki siyasi idarenin başında ise Ukrayna Reich komiseri Erich Koch’un temsilcisi olarak Kırım Yarımadası genel komiseri Fraunfeld bulunmaktaydı.
Alman ırkını “en üstün ırk” olarak kabul eden Naziler, işgal ettikleri diğer bölgelerde yaptıkları gibi, Kırım’da da halkı “üstün” ve “üstün olmayan ırk” şeklinde ayırmışlar ve “aşağı ırk” saydıkları halklara karşı etnik temizlik başlatmışlardır. Dolayısıyla, Kırım Türkleri için bu dönemde de fazla bir değişiklik olmamış, onlar da diğer Sovyet halkları kadar Nazi Almanya’sının zulüm ve sömürüsüne uğramışlardır. Bu dönemde Kırım Türklerine sadece dini ve kültürel hayatta kısmi serbestlik tanınırken; siyasi, idari ve sosyal hayatta herhangi bir hak tanınmamıştır. Yani Almanların Kırım’a gelmeleri Kırım Türkleri için bir çözüm getirmemiş, Kırım Türkleri iki ateş arasında kalmıştır. Almanlar, Sovyet ordusuna karşı Kırım Türklerinden faydalanabilmek için harekete geçmişler, zorla gönüllü olarak Alman ordusuna askere almaya, gelmeyenleri veya desteklemeyenleri Almanya’ya çalışma kamplarına göndermeye ya da esir kamplarında toplayarak salgın hastalık ve açlıktan yok etmeye başlamışlardır. Almanlar, Kırım Türklerinden faydalanarak Sovyetlere karşı sınır birlikleri kurarken, aynı şekilde çok sayıda Kırım Türkü de Ruslar tarafından Almanlara karşı en ön saflarda istihdam edilmiş ve savaşta, aynı milletin insanları iki düşman ordu saflarında birbirlerine karşı savaştırılmışlardır. Örneğin, Ruslar Stalingrad’da Alman topçusu önüne sürerek Türk ırkını yok etmeye çalışmışlardır.
Kasım 1943’te Stalingrad’da Alman ordusuna karşı galibiyet kazanan Kızıl Ordu birlikleri, ilerlemesini sürdürerek 10 Nisan 1944’te Kırım’a yeniden hâkim olmuşlardır. Kırım’ın tekrar Sovyet hâkimiyetine girmesinin ardından, zafer sarhoşluğu içinde olan Kızıl Ordu askerlerinin özellikle Kırım Türklerine karşı ağır baskılar uyguladığı, hatta birçok Kırım Türkünü katlettikleri bilinmektedir. Sovyet askerlerinin Kırım Türklerine karşı böyle bir tutum sergilemelerindeki en önemli sebebin, Almanlarla işbirliği yaparak Kızıl Ordu ve partizan hareketlerine karşı savaştıklarına inandıkları bu topluluktan intikam alma duygusu olduğu görülmektedir. 18 Mayıs 1944 tarihindeki “büyük sürgün” de Kırım Türkleri tren vagonlarına doldurularak sürgün edilmişler, birçoğu yolda telef olan Kırım Türkleri vatana dönüş mücadelelerini halen sürdürmektedirler. Kırım Türkleri ayrıca gittikleri her ülkede çalışkanlıkları ile tutunmuş, bilgili insanlar olması sebebiyle iyi yerlere gelmişlerdir. Dünya üzerindeki hiçbir ülkenin dikkate almadığı bu büyük soykırımın Türk kurbanlarına el uzatılmalı ve onların haklı davalarına destek verilerek sahip çıkılmalıdır.
Kaynaklar: Necip Hablemitoğlu, Yüzbinlerin Sürgünü Kırım’da Türk Soykırımı, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul 2004.
Kemal Özcan, Kırım Dramı “Kırım Türklerinin Varoluş Mücadelesi”, Babıali Kültür Yayıncılık, İstanbul 2014.
S.S.C.B Dış İşleri Bakanlığı Arşiv Bölümü, Alman Dış İşleri Dairesi Belgeleri, Türkiye’deki Alman Politikası (1941-1943), Havass Yayınları, Türkçesi: Levent Tonyar, İstanbul.
Edige Kırımal, Kırım’da Türk Katliamı, Çeviren: Kemal Vehbi Gül, Toprak Dergisi Yayınları, İstanbul 1962.
Hüseyin İkram Han, Bir Türkistanlının İkinci Dünya Savaşı Hatıraları, Bedir Yayınları, İstanbul 1999.
——————
Aybüke Güzay

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir