Türkiye’de hiçbir mesele ortak akılla çözülemiyor. Maalesef devlet aklı yeterince işletilemiyor. Günlük siyasi ranta kurban ediliyor. Abartılı da olsa bir tarafın gerçekleri barındıran feryadı görmezden geliniyor, diğer bir taraf sanki hiçbir sorun yokmuş gibi davranmaya devam ediyor. Bir de şakşakçılar var, yöneticilerimiz her şeyi düşünmüştür deyip yatıyorlar. Gelmekte olanın farkında değiller. Yakın zamanda, Osmanlı son dönemdeki gibi, ekonominin dümeni yerli unsurun elinden çıkacak. Gaziantep örneği ortada. Nüfus ve iskan politikamız işletilemiyor. Geçmişte Fetö meselesinde de abartılıyor denildi, adamların alnı secdeli denildi ve gelinen noktayı herkes gördü. Açılım denildi, sonuç hendek operasyonlarıyla ortaya çıktı. Ama ders alınmadı.
Şu anda mevcut sığınmacı ve düzensiz göçmen sayısının çok yüksek olduğu gözle bile görülebiliyor. Ne kalıcı olarak görüyoruz, ne de göndereceğiz diyebiliyoruz. Hâlâ, İstanbul’a kadar elini kolunu sallayarak binlerce kişinin girdiğini yetkililer kendisi açıklıyor. Artık hedef, Avrupa’ya geçmek değil Türkiye’de kalmak. Avrupa’nın korktuğunu şu anda biz korkmadan (!!!) sineye çekiyoruz. Üstelik Irak, Suriye, Afganistan ve Doğu Türkistan coğrafyasına Türk kökenli sığınmacıları geri göndermek onları ölüme göndermek demek. Bunu bile konuşamıyoruz. Türkmenler, Özbekler ve Doğu Türkistanlılar için ülkede ciddi bir iskan ve vatandaşlık politikası uygulamamız gerekiyor. Bunu yaptığınızda da ırkçı diye suçlanıyorsunuz. Halbuki yapılan çalışmalar Türk kökenli nüfusun entegrasyonunun daha çabuk olduğunu gösteriyor.
Bu kadar nüfusun entegrasyonunu sağlamak, bunların bütün sorunlarını çözmek imkânsız. Bu da, başta nüfus ve güvenlik problemleri ve kayıtdışı iş gücü olmak üzere, büyüyen sorunlar olarak bize dönecek. Eğitim sistemi zaten sorunluydu, iyice sorunlu hale geldi. Şu ana kadar yabancıların veya vatandaşlık verilenlerin eğitim sorunu maalesef çözülemedi. Ne yeterince Türkçe öğretebiliyoruz, ne de gelenlerin diplomalarının gerçekliğini, denkliğini yeterince sorgulayabiliyoruz. Bu tip durumlar her türlü sahteliklere zemin hazırlıyor. İlk ve orta öğretimde, çoğu zaman, öğrencilerin hepsini, hiçbir dil hazırlığı yapmadan, aynı sınıflara toplayarak, yerli nüfusun eğitimini de geriletiyoruz. Ayrıca göçmen çocukların sınıflarda yalnızlaşmasına ve ötekileşmesine sebep oluyoruz. Bir taraftan da bizim kendi müfredatımızı Arapça öğretmeye çalışıyoruz. Okullarda dil bilen eleman da olmayınca her şey birbirine karışıyor. Eğitemediğimiz takdirde bunun sonucunu çekecek olan da bu toplumdur.
Bu arada ülkemizdeki bazı İslamcı ve sözde ümmetçi, vatansız ve devletsiz çevrelerin eğitimde resmi dilin Arapça olmasını her geçen gün daha fazla dillendirdiklerini, Arapça eğitim vermeyen İlahiyatlarda bile Yüksek Lisans ve Doktora tezlerinin Arapça yazdırıldığını görüyoruz. Akreditasyonda, bilhassa İlahiyat ve İslami İlimlerin Avrupa’yı değil Arap coğrafyasını, yani medrese programlarını esas almaya başladıklarını görüyoruz. Arap kültürünün baskın karakterinin, dini kullanarak, kendini üste çıkarmaya çalışacağı ortada. Türkiye, toptan bir dönüştürme faaliyeti yaşıyor.
Bilhassa dini alanda ileride bizi büyük sorunlar bekliyor. Yepyeni tarikatlar türetiliyor. Yepyeni istismar alanları açılıyor. Meselâ İlahiyatların Temel İslam Bilimleri alanlarında Ortadoğu coğrafyası kökenli ciddi bir kadrolaşma söz konusu. Bu kadroların ve gelen sığınmacıların yakın zamanda ülkede oluşturacağı Taliban veya Işid benzeri radikal din anlayışına kimse bakmıyor bile. Hemen ensar-muhacir duygusallığıyla olayı kapatıyoruz. Dünyada yardım kampanyalarında, başka toplumlara el uzatmada hep ilk sırada gelmiş bir toplumu rahatlıkla ırkçılıkla suçlayabiliyoruz.
Bu mesele için çok üst düzeyde bir ilim kurulu oluşturulması gerekiyor. Olayın; sosyolojik, psikolojik, pedagojik, ekonomik, dini ve stratejik boyutlarıyla çok yönlü değerlendirilmesi gerekiyor. Ama bu kadar yoğun bir nüfusun problemlerini çözmek gerçekten çok zor. En kısa zamanda çok önemli bir bölümünün ülkelerine dönmelerini sağlamamız gerekiyor. Aksi takdirde çok daha büyük sıkıntılar bizleri bekliyor.
Bu dalga, tıpkı Fetö olayı gibi, bizi içeriden yıkmaya çalışan yeni bir dalgaya dönüştürülmeye çalışılıyor. Duygusal değil akılcı hareket etmek gerekiyor.
İbrahim Maraş