Hüseyin Alpaslan: SİSLER İÇİNDE TARİH VE MEDENİYET
Puslu Kıtalar Atlası, Peynir ve Kurtlar, Yaban, Suyu Arayan Adam, Halil İnalcık’ın Osmanlı’da Devlet, Hukuk, Ekonomi ve Toplum ve İbn-i Haldun’un Mukaddime’si… Bu eserler bana tarih, felsefe, inanç ve memleket bilincini bir arada gösterdi. Diğer kitaplar ise rüzgâr gibi geçti; hayallerimi savurdu, duygularımı harekete geçirdi.
İnsanlar soruyor: “Peki ya Atatürk, Abdülhamid, Vahdeddin?” Ben soruyorum: “Hangi bağlamda?” Tarihi ve dönemi anlamadan bir kıyas, sisler içinde kaybolmuş bir gölge gibi anlamsızdır. Abdülhamid hem hataları olan hem de zor bir dönemde devleti ayakta tutmaya çabalayan bir liderdi; vesveseleri, özellikle amcası Abdülaziz’in şüpheli ölümü nedeniyle derinleşmişti. Vahdeddin, tahtı korumayı öncelik edinmiş, büyük devletlere fazla güvenerek hata yapan bir monarktı. Atatürk ise hem askerî becerisiyle hem de reel politikayı ustaca uygulamasıyla öne çıktı; ulusu inşa eden ve modern devletin temellerini atan bir lider olarak tarihe geçti. İyi-kötü ikilemleri yerine, her birinin tarihsel koşullarını ve amaçlarını görmek, doğru anlayışın anahtarıdır.
Zamanla fark ettim ki, tiksinti sevmekten daha keskin bir duygudur. Cehalet ve kör politikleşme her yere sinmiş; bilgi ve erdemin yerini, sahte maskelerle güç oyunları aldı. Politika artık kadrolaşma, nüfuz ve güçten ibaret; gerçek ilerleme sessizce kayboluyor.
Bizim kuşak Tanpınar’ı, Hilmi Ziya’yı, Cemil Meriç’i, okusaydı… Bugün bambaşka bir tartışma yürütüyor olurduk. İbn-i Haldun’un Mukaddime’sini, Farabi’nin El-Medinetü’l-Fazıla’sını, Aristoteles’in Politika ve Nikomakhos’a Etik’ini okumayan bir nesil olarak, adalet ve ahlâk felsefemiz hep eksik kaldı. Kandil gecelerinde bir namazla günahlarımızı sildiğimizi sanıyorduk; ahlak bir kitapta değil, yaşamda olmalıydı.
Osmanlıcılık… Sözde Osmanlıcıydık, ama kim klasik müziği sevdi, kim eski alfabe ile ilgilendi, kim geleneksel sanatları yaşattı? Herkes devleti ele geçirmeye, kendi yaşam biçimini dayatmaya odaklandı. İki yüz yıldır sağlam bir felsefe, işleyen bir şehir kültürü, güçlü bir akademi ve burjuvazi kuramadık. Medeniyet, üretim ve toplumsal çoğalmayla olur; boş söylemlerle değil.
İki yüzyıldır aynı sorunlarla meşgulüz: ideolojiler, devleti kurtarma hayalleri, iktidar kavgası… Medeniyet devletlerle değil, toplumlarla inşa edilir. İnsan, bilgi, inanç ve ahlâk öncelikli olmadıkça, her şey daha karanlık bir tünele dönüşür.
Keşke her şeyi baştan alabilsek, yeniden inşa etsek… Sisler dağılmadan yol görünmez; biz de kendi medeniyetimizi kurmadan yürüyemeyiz.
Hüseyin Alpaslan
Tarihçi-Yazar
Share this content:



Yorum gönder