ABD, sahada doğrudan varlık göstermeksizin iki büyük savaşta öncü bir mali ve askerî destekçi oldu.
Her iki örnekte de ABD’den destek alan iki ülke Ukrayna ve İsrail, hedeflerini gerçekleştirmek için mücadele etti.
İsrail örneğinde dünyanın büyük bir kısmı, verdiği desteğin boyutundan ötürü ABD’yi suçluyor.
ABD aynı zamanda, İran tarafından desteklenen ve son günlerde şiddetini artıran Husi milislere karşı da bir intikam operasyonu yürütüyor ve her yeni saldırı, İran’la bir çatışmaya dair endişeleri artırıyor.
Kasım Süleymani suikastından bu yana İran, vekilleri üzerinden bölgedeki Amerikan çıkarlarına karşı operasyonlar düzenlemekten geri durmadı.
Bu da Amerikan caydırıcılığının kalitesine ilişkin Amerikan askerî tartışmalarına sebep oldu.
7 Ekim 2023’teki Hamas saldırısından önce de İranlı güçler, füzeler ve insansız hava araçlarıyla saldırılar düzenliyor ve onlara bir dereceye kadar inkâr etme fırsatı veren vekiller aracılığıyla faaliyet yürütüyordu.
ABD’nin tepkileri sürekli olarak geçiciydi ve odaklanmamıştı. Bu yüzden şu an İran’ın faaliyetlerine karşı etkili bir tedbir olması için Ortadoğu’da caydırıcılığın nasıl olması gerektiği tartışılıyor.
İran’ın stratejisine ilişkin tartışmalarında İran liderlerinin üç şeye odaklandığını görüyorlar: Birincisi, rejimi korumak.
İranlı liderler, rejimi kurtarmak istiyor ve bunun için ellerinden geleni yapacaklar. İkinci ve üçüncü öncelikler ise bazen yer değiştiriyor:
İran, İsrail devletini ortadan kaldırmayı ve ABD’yi bölgeden kovmayı hedefliyor.
Bu, Hamas’ın 7 Ekim 2023’te İsrail’e saldırısından uzun bir süre önce de böyleydi.
2019 yılında İranlılar, bölgenin dört bir yanındaki ABD tesislerine ve diğer tesislere çok gelişmiş bir saldırı planlıyordu.
2019 yazında da ABD’yi bölgeden çıkarmak amacıyla bir keşif insansız hava aracının düşürülmesi de dahil olmak üzere düşük seviyeli pek çok saldırı başlattılar ve ABD, tepkisiz kalmayı tercih etti.
İran’ın saldırıları artarken, yılın geri kalanında da tepkiler benzer şekilde karışıktı.
Eleştirenlerin iddiası şu:
Eğer daha erken ve daha doğrudan harekete geçmiş olsalardı Ocak 2020’de Süleymani’ye karşı bile harekete geçmek zorunda kalmayacaklardı.
Bu yüzden caydırıcılık ve İran nezdinde güvenilirlik tesis etme konularında çıkarılan ders şu:
Daha erken harekete geçilse ve ‘İranlıların bileceği ve anlayacağı şekilde belirli bir güçle hareket emek’ daha iyidir.
General Süleymani’yi öldüren darbeden sonra İran’dan çok daha büyük bir tepkinin geleceği bekleniyordu.
İranlılar, kısa menzilli birkaç balistik füzeyle Irak’taki Aynu’l-Esed Üssü’nü vurdu. Amerikalılar, İranlıların bu saldırıda Amerikalıları öldürmeye çalıştıklarını anladılar.
İranlılar başarılı olamadı ve ABD güçlerinin yeniden konuşlandırılması sebebiyle yumrukları büyük ölçüde havada kaldı.
İranlıların her zaman, Irak’ta ve Suriye’de ABD’ye acı verecek belirli bir kırmızı çizginin altında faaliyet yürütebileceklerine inandıklarını ve inanmaya da devam ettiklerini anlamamız lazım.
Onlar, Amerikalıların buna karşılık vereceğini düşünmüyorlar.
ABD’nin İran’a yönelik siyasetini incelerken şunu da görürüz:
İsrail’in Gazze savaşı 125 günü geride bıraktı. Hâl böyleyken ABD güvenlik çevrelerinde birtakım sorular gündeme geliyor.
Bu sorulardan biri de şu:
İsrail, Hamas’ın kökünü tamamen kazıyabilecek mi?
İsraillilerin politikalarında hedef olarak belirlediği oldukça yüksek seviyeye karşı birçok tepki söz konusu.
Gazze’deki bu faaliyetler devam ediyor ve henüz sonuca varılmadı.
Halen yapılacak çok iş var ve onlara göre İsrailliler, Gazze’yle sınırlı kalmayacak. Hamas liderlerini buldukları yerde vuracaklar.
Şiddet yanlısı radikal bir örgütü tamamen ortadan kaldırmak çok zor. Amerikalılar bunu özellikle IŞİD örneğinde gördü.
Bugün izole olmuş IŞİD hücrelerini takip etmek için büyük ölçüde Suriye’deki ve bazen de Irak’taki Kürt ortaklarıyla Fırat Nehri vadisinde aşağı yukarı faaliyetlerini sürdürüyorlar.
Unutmayalım ki Amerikalılar hiçbir zaman hedeflerinin IŞİD’i tamamen ortadan kaldırmak olduğunu söylemediler.
Onlar, IŞİD’lilerin uluslararası düzeyde hareket etme ve diğer IŞİD hücreleriyle bağlantı kurma kabiliyetlerini bitirmek istediler.
Hedefleri nihayetinde yerel güvenlik teşkilatlarının bu sorunla başa çıkabilmesiydi.
IŞİD henüz ölmedi, oluşumuna yol açan koşullar var olduğu sürece de yok olmayacak.
Güvenlik uzmanları arasında ABD’nin Suriye’deki varlığına ilişkin pek çok tartışma ve görüş ayrılığı yaşandı.
İran’ın yurt dışındaki ABD varlığına yönelik eylemleri ve saldırıları artarken, ABD güçlerinin Suriye’de tutulmasının mantıklı bir fikir olup olmadığı çokça sorgulandı.
Hâkim kanaate göre Suriye’deki ABD güçleri, IŞİD’e karşı mücadelede ve Kürt güçlerin desteklenmesinde etkili oldu.
Ayrıca çok sayıda mahpusun başında oturduklarını ve geri çekilmek istedikleri takdirde bu insanların savaşa geri döneceklerinin neredeyse kesin olduğunu unutmuyorlar.
Gözaltı kamplarında tutulan bu insanlar, dünyanın en tehlikeli teröristlerinden.
Bu yüzden mesele, salt bir terörle mücadele görevinden çok daha karmaşık. İran’ın orada faaliyet gösterme becerisine de bazı engeller ve zorluklar getirmeye çalışılıyor.
Tartışmalara katılan uzmanlar, ABD güçlerinin, Ketaib Hizbullah ve İran’ın diğer vekilleri tarafından saldırıya açık, savunmasız ve zayıf bir yerde olduklarının farkında.
Son birkaç ay içerisinde ABD Merkez Komutanlığı, orada bulunan Amerikalıları korumada iyi bir iş çıkardı. Ama bu saldırılar devam edecek.
Daha önce caydırıcılığın bir başka biçimi olarak Ortadoğu’da bölgesel füze savunmasının iyileştirilmesi ve bunun için bölgedeki müttefik ortaklarla çalışılması da çok tartışıldı.
Zira ordu şu sonuca varmıştı:
Ortadoğu ülkelerinin çoğunu dolaşıp sessiz bir araştırma yaparsanız, en tehlikeli tehdidin İran olduğunu ve onun da bölgeye yönelik en tehlikeli tehdidinin aslında balistik füze ve insansız hava araçları gücü olduğunu söylerler.
Tartışmayı yürütenler şöyle diyor:
Ortak hava ve füze savunma sisteminin güzelliği, kara operasyonlarının aksine egemenlikten vazgeçmeyi gerektirmemesidir. Çünkü aslında yaptığınız şey, bilgiyle uğraşmaktır.
Bütün konular masaya yatırıldığı için, Gazze’de yaşananların siyasi düzeyde de etkili olacağı açıkça görülüyor. Bölgedeki herkes, İran’dan kaynaklanan tehdidin artık farkında.
ABD Donanması Beşinci Filo Komutanı Amiral Brad Cooper geçtiğimiz günlerde, İran’ın, Husilerin Kızıldeniz’deki saldırılarına “çok doğrudan müdahil” olduğunu söyledi.
Husiler, ABD’nin ulusal güvenlik ve ulusal savunma stratejisini etkileyecek kritik bir deniz geçişi noktasını kapatarak ABD için büyük bir kriz oluşturmayı başardı.
Askerî çevreler, şu iki şeyden birinin gerçekleşmesini bekliyor:
Füze fırlatma sahaları, radar sahaları, komuta merkezleri, füzeleri inşa ettikleri yerleri ve gerekirse Husi liderliği yok edilerek Husilerin saldırı kabiliyetleri sıfıra indirilecek.
Ayrıca ABD’nin çok yüksek düzeyde bile olsa Husileri vurmaya devam etmesi durumunda bunun illaki gerilimi tırmandırmayacağını düşünüyorlar.
Bu kapalı çevreler, bugün dünyadaki sorunlara bakarken, Ortadoğu’da yaşananların elbette herkes için büyük endişe kaynağı olduğunu görüyorlar.
Ancak karşılaştığımız en büyük sorunun, Ukrayna-Rusya çatışması olduğu kanaatindeler.
Onlara göre büyük savaşın Ortadoğu’dan ziyade Avrupa’da patlak verme ihtimali daha gerçekçi.
Hüda Hüseyni Lübnanlı gazeteci-yazar ve siyasi analist