KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Hizbullah ve dostları

Hizbullah ve dostları

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 7 dk okuma süresi
485 0

Hizbullah Genel Sekreterinin son konuşmasındaki en önemli nokta, Hizbullah’ın inkardan ikrara geçiş yapmış olmasıdır.

İnkar, Hizbullah’ı güç dengelerini umursamadan hak ve gerçekler için savaşan, “el-Vaad el-Sadek” operasyonunu (Gerçek Vaat, Hizbullah’ın 2006 yılında 2 İsrail askerini kaçırması ile sonuçlanan operasyonu) gerçekleştiren bir örgüt olarak tanıtan bir imaj anlamına geliyordu. Bu imaj, Lübnan halkının tek sözcüsü olma, Hizbullah’ın düşmanlarını Lübnanlıların düşmanları olarak tanımlayıp tehdit etme fırsatı veriyordu. Ayrıca, sayısız parti, ideoloji ve yenik hayalin kalıntılarını onları yeniden canlandıracağı umuduyla etrafında toplamasına olanak tanıyordu.

İkrar ise, üstü örtülü bir biçimde olsa da Hizbullah’ın belirli güç dengelerin mahkûmu, yapabilecekleri gibi yapamayacağı şeyler de olduğunu Lübnanlılara itiraf etmesi demektir. Dolayısıyla ikrar bizi şu sonuca götürüyor: ABD’nin İran’a ve onun yüzünden Lübnan’a uyguladığı ekonomik yaptırımlardan sonra bu güç dengeleri az da olsa Hizbullah aleyhine olacak biçimde sarsıldı. Keza, Hassan Diyab Hükümeti’nin karşı karşıya olduğu ekonomik zorlukların açığa çıkması, devrimin, Lübnanlıların büyük bir çoğunluğunun seçeneklerinin Hizbullah’ın seçeneklerinden farklı olduğunu göstermesi de güç dengelerini sarstı.

Ne var ki bu sarsıntılardan önce Hizbullah’ın tarihinde, zorda kaldığında güç dengelerine boyun eğdiğine dair birçok gösterge bulunuyor. Sözgelimi; 1996 yılındaki “Nisan Uzlaşısı”, 2006 savaşı sonrası alınan 1701 sayılı Güvenlik Konseyi kararı, direniş medyasında “ABD ve İsrail ajanları” olarak tanımlanan taraflarla yapılan anlaşmalar gibi. Nitekim bu şekilde tanımlanan Avn akımı ile varılan anlaşma, Refik Hariri suikastı sonrası Hizbullah’ı kuşatma altına alan halk ablukasını kırmak içindi. Söz konusu anlaşmayla hiç kimseyi kandıramadılar.

Zira altıncı maddesi tam anlamıyla şu şekildeydi: “Herhangi bir Lübnan vatandaşının düşman topraklarında yaşamasındansa kendi toprağında yaşamasının daha iyi olacağı kanaatimizden yola çıkarak, İsrail ajanı Lübnan vatandaşlarının ülkelerine dönmelerini sağlama sorunu yoğun çabalar gerektirmektedir. Konuyu çevreleyen tüm siyasi, güvenlik ve yaşam koşullarını göz önüne alıyoruz. Bu yüzden, gerek sayın Hasan Nasrallah’ın İsrail’in Güney Lübnan’dan çekilmesinden sonra yaptığı çağrı, gerekse General Avn’ın Temsilciler Meclisindeki konuşmasına dayanarak kendilerine hemen vatanlarına dönmeleri çağrısında bulunuyoruz.” Emekli general Fayez Karam (İsrail ajanı) bu maddeden yararlananlar arasındaydı.

Hasan Nasrallah son konuşmasında söylediklerinin aksine Amir Fahuri’nin yurtdışına kaçırılacağını elbette biliyordu. Mamafih Hizbullah bunu açıkça dillendiremez. Bu kadar açık sözlü olmayı kaldıramaz. Çünkü bu, sadece kendisi ve davası hakkındaki anlatısını etkilemeyecek, aynı zamanda bu anlatı diğer bir deyişle inkarla büyüyen bir kitleyi de şok edecektir. Nasrallah ayrıca Amir Fahuri’nin kaçırılmasında parmağı olan herhangi bir siyasi tarafın adını da açıkça anamaz. Çünkü, Suriye ve başka yerlerde işlerini kolaylaştıran müttefikleri olmadan güç dengeleri daha fazla onun aleyhine sarsılacaktır.

Lübnan’da yaşanan bu son gelişmeler, İran’da yaşananlardan ayrı tutulamaz. Fahuri olayı ile eş zamanlı olarak İran, 2018 yılından beri tutuklu bulunan Michael White adlı ABD vatandaşını sağlık ve insani nedenlerle serbest bıraktı. Keza, Uluslararası Para Fonundan (IMF) 5 milyar dolar değerinde acil kredi talep etti ve belki de Irak’ta ABD ile yeni uzlaşılara vardı.

Diğer bir deyişle Hizbullah, Lübnan’ın her zaman davrandığı gibi davrandı. Ülkedeki ve bölgedeki güç dengelerini iyi bilen Genel Sekreteri son konuşmasında neredeyse Ketaib Partisinin kurucusu Pierre Cemayil’in “Lübnan’ın gücü zayıflığında gizlidir” sözünü tekrarlayacaktı.

Her halükârda ortada Nasrallah’ın kaçınamayacağı acı verici bir kırılma var. Bu nedenle son konuşmasında genellikle tehdit ettiği düşmanları ve bilindik bağırıp çağırmaları yerine dostlarına seslendiğini gördük. Hizbullah’ın müttefiklerden etkilenmeye başladığı açıkça görüldü. Bu etkiye kararlı ve ikili bir uyarı da eşlik etti: Bizi ihanetle suçlamanıza ayrıca bizlere hakaret etmenize izin vermeyeceğiz.

Nasrallah, akıldan çok dili öne çıkaran, sorumlulukları tutumlarını açıklamakla sona eren pratik siyasi liderler gibi aynı ideolojiyi paylaştıkları dostlarına hitap etti. Onlara ve başkalarına açıkça dillendiremediklerini anlamaları için açıklamalarda bulundu.

Özel hesapları ve tüm niyetleri bir kenara bırakırsak, bu dostlar Nasrallah’ın konuşmasından çok bir şey anlamamış gibi görünüyorlar. Zira Lübnan ve bölgedeki güç dengelerini bilmiyorlar. Zamanın değiştiği ve Abdunnasır ya da Filistin direnişi veya sosyalist blok zamanında olmadığımızı bilmiyorlar. Hesap etmedikleri ve bilmedikleri en büyük husus ise, Hizbullah’ın onların isteklerine hizmet etmediği, o dönemde başarısız olan ve başarısızlığı bugüne kadar devam eden kurtuluş senaryolarından birini bile gerçekleştirmek gibi bir amacı olmadığıdır.

Dolayısıyla, Hizbullah’ın müttefiklerinin ne gerçekleri gerçek, ne zamanları bu zaman ne de Hizbullah onların tasavvur ettikleri Hizbullah’tır. Buna bağlı olarak Nasrallah’ın şu sonuca ulaşması oldukça anlaşılır: “Böyle dostlarım var oldukça düşmana ihtiyacım yok.”

Hazım Sağıye
Şarkulavsat

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir