Prusya’nın Avusturya’yı yenip Alman birliğini sağladıktan sonra yeni ortaya çıkan Alman İmparatorluğu’nun elinde önemli sömürgeleri olmamasına rağmen dönemin süper gücü Britanya İmparatorluğu’na karşı koyabilecek hatta onu geçebilecek bir sanayi, insan gücü ve teknoloji haline gelmesi ve bunun başta İngiltere ve Fransa tarafından engellenmek istemesi Avrupa’daki başlıca çekişme kaynağıdır.
Almanya Bismarkın başlattığı birlik ve dünyaya açılma stratejisini Avrupada bir fırtına gibi her yeri kasıp kavuran sanayi devrimi ile birleştirerek İngiltere ile büyük bir rekabete girişti. Sanayileşmiş ülkeler arasında dünyada iktisadî ve siyasî hâkimiyeti ele geçirme mücadelesi Almanya’nın Avusturya-Macaristan ile 1879’da imzaladığı “İkili İttifak”, 1882’de İtalya’nın katılmasıyla “Üçlü İttifak” halini almıştı. Bu devletler nüfuz sahası elde etmeye, Avrupa ve Amerika kıtaları dışında sömürgeler sağlamaya çalışıyorlar, fakat daha önce aralarında dünyayı paylaşmış olan İngiltere, Fransa ve Rusya bu yeni güce karşı ciddi anlamda muhalefet ediyor hatta büyümeden önüne geçmeye çalışıyordu. 1893’te Fransa ile Rusya arasında imzalanan anlaşmayı 1904’te Fransa ile İngiltere’nin anlaşması takip etmiş, 1907’de İngiltere Rusya ile de bir sözleşme yapmıştı. Böylece İngiltere, Fransa ve Rusya arasında “Üçlü İtilâf” meydana gelmişti.
“Üçlü İttifak” ve “Üçlü İtilâf” devletleri hızlı bir şekilde silâhlanıyorlardı. Bu rakip devletler arasında herhangi bir vesile ile geniş çapta bir savaşın çıkması bekleniyordu. 28 Haziran 1914’te Avusturya-Macaristan veliahtı ile eşinin Saraybosna’da bir Sırp genci tarafından öldürülmesi, İttifak ve İtilâf devletlerinin zincirleme olarak birbirlerine savaş açmasına sebep oldu. 28 Temmuz 1914’te Avusturya-Macaristan’ın Sırbistan’a karşı savaşa girmesi üzerine Almanya da 1 Ağustos’ta Rusya’ya, 3 Ağustos’ta Fransa’ya, 4 Ağustos’ta Belçika’ya savaş ilân etti. 1. Dünya savaşı sonucu Almanya ve müttefikleri yenilince imzalanan anlaşmalar süper güç olma yolunda büyük hamle yapan Almanyayı adeta bitirme noktasına getirdi. Alman devleti ve toplumu bu ağır yenilginin travmatik sonuçlarını kabullenemiyor ve 1. Dünya savaşının en kısa zamanda rövanşını alabilmek için içten içe bir yeni bir ideolojiye doğru kayıyordu. 1918’de I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Almanya’da İmparator II. Wilhelm tahtı bırakmış ve hemen ardından yaşanan ihtilalin sonucunda cumhuriyet kurulmuştu. Seçime dayalı bu yeni yönetim biçimi, Almanlar için daha önce alışık oldukları monarşi yönetiminden farklı, daha demokratik bir deneyimdi. Seçimler sonucu değişik siyasal partiler parlamentoya girdi. Bu sırada I. Dünya Savaşı’nın getirdiği büyük altüstlüklere, haksızlıklar ve savaştan yenik çıkmanın vermiş olduğu manevi eziklik de eklenmişti. Bu durumdaki yeni Alman Cumhuriyeti daha sonraları Weimar Cumhuriyeti adıyla anılacaktı.
Adolf Hitler “milliyetçi ve sosyalist” öğretinin fikirsel önderi olan Barrès’in ideolojilerini halka aktarırken, Alman işçilerinin klasik olarak ülke içindeki işveren sınıfı ile değil doğrudan ülke dışındaki yabancı güçlerle savaşması gerektiğinden bahsediyordu. Adolf Hitler’in 1920-1933 yılları arasında bilhassa sosyalizme eğimli Alman işçi sınıfını nasyonal sosyalizm söylemleri ile etki altına alması, seçim arifelerinde partinin ve şüphesiz kendisinin büyük bir desteği arkasına almasını sağlamıştır. Alman işçi sınıfının kendi milletinden olan işverenler yerine “Yahudi” kaynaklı yabancı sermayeye karşı savaş vermesi gerektiğini söyleyen Hitler, tüm ekonomik ve sosyokültürel sorunların nedeni olarak Yahudileri gösteriyordu. Barrès’in 19. yüzyılın sonundaki düşüncelerinden ilham alan Adolf Hitler, milliyetçi bir sosyalizm öğretisini Alman halkına uyumlu bir hale getirerek, “nasyonal sosyalizm” ideolojisini ortaya çıkarttı. Faşizm ile örtüşen nasyonal sosyalizm, sosyalizm tutumlarını yalnızca devletin ekonomik politikalarında uygulamıştır
Nasyonal sosyalizmin kurucusu Adolf Hitler, bu fikirlerini Alman milliyetçiliği üzerinden şekillendirmiştir. İlk olarak Alman milliyetçiliğinin radikal bir modeli olan bu ideoloji daha sonraları diğer dünya toplumlarındaki bazı aşırı sağ kesimler tarafından da savunulmaya başlanmıştır.
1. Dünya savaşını kaybeden Almanya’nın rövanş almanın altyapısını Hitler üzerinden kurgulamaya çalışması bu ideoloji ile Hitler karizmasını birleştirerek yeni bir Almanya ortaya çıkartmaya çalışmıştır. Nazi faşizm teorik olarak bir fikir sistemi olmakla beraber Alman ulus devletinden yeni bir Alman İmparatorluğu çıkartmak için dönüştürülen yeni bir ideoloji olmuştur. Bu ideolojinin başarısı Alman İmparatorlığuna, başarısızlığı ise Hitlere maledilecek bir sürece girmiştir.
Alman entelektüel çevreler 1. Dünya savaşının ağır psikolojik şartlarını unutmaları mümkün olmamıştır. Yeni dünya düzeni soğukkanlı çalışkan ve otoriter bir Almana hitap etmemektedir. Rus devrimi Avrupayı etkilemiş ve işçi sınıfı üzerinden bir sosyalizm rüzgarı ancak Rusyayı Avrupada hakim kılma stratejisine dönüştürmüş, ve sosyalizm üzerinden dünya hakimiyetinin kontrolü Rusyanın eline geçme yönündedir. Bu Alman için kabul edilebilir bir gelişme değildir. Alman toplumunun ruh hali 1929 ekonomik krizi Almanda büyük değişimin başlangıcı oldu. Depresyonu yenerek tam istihdama ulaşan ilk sanayi ülkesi, Almanya’dır. Almanya, enflasyonsuz orijinal finansman yöntemleriyle iç piyasayı canlandırmayı başarmıştır. Ancak dünya pazarları 1. Dünya savaşından dolayı Almanya’nın ihracatına açık değildi. Alman fabrikalarına sürüm alanları temin etmek ve hammadde bulmak gerekiyordu. Güney Amerika, Orta Avrupa, Balkanlar ve Türkiye serbest dövizle mal almakta ve satmakta güçlük çekiyorlardı. Almanya, doğrudan serbest döviz transferi olmaksızın malın malla mübadelesini gerçekleştirmek imkânını sağlayan bir karşılıklı ticaret (counter-trading) modelini benimseyerek, serbest döviz piyasalarında ihracat mallarına uygun fiyatla alıcı bulamayan memleketlerin müşterisi durumuna geçti. Tarım ekonomilerinin ihracat mallarını yüksek bedelle satın aldı ve onlara kendi sanayi ürünlerini sattı. Planlama ve benzeri yöntemlere başvuran ABD ile Fransa gibi demokrasiler ılımlı çözümlere yönelirken, Almanya’da işsizler nazi totalitarizminin çılgınlıklarına kapıldılar. Böylece bunalım, II. Dünya Savaşı’nın başlıca nedeni olacaktı. Hitler üzerinden Alman devlet zihniyeti bir taraftan sosyalizmi yönlendirerek Alman Milliyetçiliği ile karma bir fikre dönüştürürken diğer taraftan ise bozulan ekonomisinin yeniden ayağa kaldıracak işsizleri, gayrı memnun kitleyi ezilenleri sömürülenler üzerinden yeni bir toplum oluşturacaktı. Bu yeni toplumun tek isteği ise 1. Dünya savaşının ağır psikolojik şartlarını üzerinden atıp yeni bir dünya düzeninde Almanyayı tekrar öncü yapmaktı. Bu Hitlerin başarısıdır, ama Hitlerin arkasındaki devlet aklını görmemezlikten gelmek sorunu ve sorumluluğu hitlere yüklemek 2. Dünya savaşı sonrası geliştirilen bir Alman soğukkanlılığı davranışıdır.
Hitler’in Alman burjuvasisini etkilediği en önemli olay Alman milli duygularını heyecanlandıran Münih konferansı sonrası Almanca konuşan nüfusun yaşamakta olduğu bölgelerin, Alman topraklarına katılması olayıdır. Bu stratejik evrenin adımları, 12 Mart 1938’de, Avusturya’nın ilhak edilmesiyle başlamıştır. Ardından ikinci adım olarak Çekoslovakya toprakları içindeki Südet bölgesidir. Hitler’in baskısıyla 29 Eylül 1938 günü imzalanan Münih Anlaşması’yla Südet bölgesi Almanya’ya veriliyor. Konferans; Alman, İtalyan, İngiliz ve Fransız başbakanlarının katıldığı, Çekoslovakya’nın temsilci bulundurmadığı bir anlaşmadır. Antlaşmanın hayata geçirilmesi konusunda Hitler, hiç zaman kaybetmemiştir. 1 Ekim 1938’de yine silah kullanılmaksızın, uluslararası anlaşmalara dayanılarak, nüfusunun %50’den fazlasını Almanların oluşturduğu Südet bölgesi Almanlarca işgal edilecektir. 15 Mart 1939’da ise Çekoslovakya’nın kalanını da topraklarına ekleyeceklerdir. Fransa ve İngiltere, buna sessiz kalmışlardır. Çünkü Avrupa çapında yeni bir savaş istemiyorlardı. Çek endüstrisinin Almanya’ya katılmasıyla, Almanya’nın savaş hazırlıklarını daha da kolaylaştırmıştır.
Münih anlaşması Alman halkı ve burjuvasisi için bir dönüm noktası iken dünya devletleri yeniden külleri üzerinden yükselmeye çalışan Alman devlet bilincinin Hitler özelinde bir başarıya dönüştürülüp, Hitler Alman devlet arasında bir uçurum oluşturabilmek develt aklının yerine Hitler ihtirasının geçmesini sağlamak için b uanlaşmayı imzaladıkları söylenebilir. Hatta belki de Hitlerin yükselen iştihasını sudet krizi ile dindirmek için bu bölgenin Almanya tarafından yasal bir zeminde çözülmesini desteklemişlerdir. İngiltere ve Fransa dünya savaşından çıkalı daha 25 yıl olmadan yeni bir savaşın olmasını istemedikleri için böyle bir yola girdiler. Fakat Hitler ile Alman devlet stratejisinin birbirini örten zaman zaman da birbirileri ile çekişen bu stratejisini göremediler.
Sudet krizi üzerinde bir çok şey söylenmiştir. Fakat esas olan şu ki 1. Dünya savaşından yeni çıkan devletler artık başka bir savaşı göze alamadıklarından dolayı Hitler üzerinden yeniden örgütlenen Alman devletinin Sudet dayatmasına göz yummak zorunda kalmışlardır. Romantik Alman milliyetçiliğinin Nazi ideolojisi ile birleşmesinin ilk dış operasyonel başarısına dönen Sudet krizi Fransa ve İngilterenin sessiz kalmasıyla gerçekleşmiştir. Avrupa çapında yeni bir savaş istemiyorlardı. Çek endüstrisinin Almanya’ya katılmasıyla, Almanya’nın savaş hazırlıklarını daha da kolaylaştırmıştır.
Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı, Molotov-Ribbentrop Paktı olarak da bilinen bu gelişme II. Dünya Savaşı öncesi Münih Anlaşması ile Çekoslovakya’nın Südetler bölgesinin Almanya’ya bırakılması üzerine Batı ile yaptığı ittifaklara güveni azalan SSCB başkanı Stalin, yaklaşan savaş için hazırlıkları tamamlamak için gerekli olan zamanı kazanabilmek maksadıyla Hitler’le anlaşmaya karar verdi. Yahudi asıllı Dışişleri Bakanı Litvinov’u görevden alarak yerine Molotov’u atadı. Stalin verdiği bir demeçte Batılıları bir Alman-Sovyet savaşı çıkarmakla suçladı. Aynı şekilde Adolf Hitler de bir Batı-Sovyet yakınlaşmasından endişe ediyordu. Bütün bu gelişmeler sebebiyle 20 Ağustos’ta Hitler, Dışişleri Bakanı Ribbentrop’u görüşmek üzere Moskova’ya yolladı ve 23 Ağustos’ta da Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı imzalandı. Fakat hiçbir anlaşma Hitleri durduramıyor ve Almanya Polonya’ya bu anlaşmanın verdiği öz güven ile saldıracak ve II. Dünya Savaşı başlayacaktır.
Hitler ile Stalin Anlaşmasının odak noktasını Doğu Avrupa’nın paylaşımına dair gizli protokol oluşturuyordu. Almanya dışişleri bakanı Ribbentrop Polonya’nın 1914 sınırları doğrultusunda etki alanlarına bölünmesini önerdi. Tek fark Varşova’nın Almanya’ya bırakılan batı bölümünde yer alması olacaktı. Bu etki alanlarında ayrı bir Polonya devletinin varlığının sürdürülüp sürdürülmeyeceği veya bu alanların Almanlar veya Sovyetlerce işgal edilip edilmeyeceği konusu protokole dahil edilmedi. Baltık devletleri konusunda Ribbentrop’un önerisi Finlandiya ve Estonya’nın Sovyet etki alanı, Litvanya’nın Alman etki alanına dahil edilmesi; Letonya’nın ise bölüşülmesi idi. Bu gelişme İngiltere ve Fransa tarafından son derece dikkatli bir şekilde takip ediliyordu. 1. Dünya savaşının karşıt cephelerinde bulunan Almanya ve Rusya bir ittifak içerisine girmiş ve eski Avrupa’nın yeni patronları oluyordu. Hitler ile Alman devlet bürokrasisinin belkide ilk ayrılma noktası burasıdır. Hitler Alman Sovyet saldırmazlık paktını imzalayarak ben merkezli bir Almanya modelini harekete geçirmek isterken Almanya devleti ise 1. Dünya savaşının psikolojik etkisini üzerinden atamadığı için Rusya ile bir hesaplaşmaya gitme konusunda sabırsızlanıyordu. Bu noktada ABD ve İngiltere Hitler Stalin ittifakını bozmaya gayretleri aslında adı konmamış bir ABD İngiltere Alman devleti ittifakını da gündeme getirdi. Hitler ile Stalinin arasını bozarak bu ikilinin dünyayı ele geçirme planını bozmuş oldular. Bunu 2. Dünya savaşı bittikten sonraki Alman devleti için ortaya çıkan ağır şartları Hitlerin üzerine atarak devletin varlığının devam etmesinde görebiliriz.
Hitler Stalin saldırmazlık anlaşması batılı devletlerin bu iki önemli liderden kurtulunması gerektiğini öngörmeleri neticesinde başlamıştır. 2. Dünya savaşı çıkmadan bu gerilimi yönetmek isteyen batılı devletler Suden krizi ile Almanyayı 1. Dünya savaşı yenilmişlik krizinden çıkması için adeta bir yem olarak vermişlerdi. Fakat Hitler üzerinden 1. Dünya savaşının ağır koşullarını tamamen ortadan kaldırmaya çalışacak olan Alman devleti batılı devletlerin Suden krizindeki yaklaşımındaki tavrın ne anlama geldiğini anlamak istememiş, bu çekingenlik atmosferini fırsata çevirmek istemiştir. İşte bu anlayış ile Hitler Almanyası 1. Dünya savaşının ağır yenilgi psikolojisini üzerinden atmaya çalışırken Stalin ile giriştiği saldırmazlık anlaşması Avrupada tüm dengeleri bozduğu için Avrupa Hitler Nazilerinin tehllikeli gidişatından, Alman devleti de Rusyadan alınması gereken 1. Dünya savaşının intikamının hesapları içine girdiğinden tüm dengeler bozuldu. Avrupa Hitlerden kurtulmak, Almanya Rusya ile hesaplaşma ihtirasının kurbanı olarak Barbarasso harekatı başlatıldı. Hitler Almanyası ile Almanya Devleti arasındaki uyumsuzluk, Hitlerin Avrupaya hakim olma stratejisini Hitler Stalin savaşına dönüştürülerek önüne geçilmiş oldu. Avrupalı müttefikler bu stratejiyi uygulayarak Hitlerden kurtuldular ama SSCBnin süper güç olmasının önünü açtılar. Alman disiplini sanayisi ve kararlığı mı Stalin mi sorusuna Avrupa Stalin diyerek Almanların dünyaya hakim olmalarını bir kere daha engellemiş oldular. Avrupa Almanya rekabet ve savaşı yeni bir dünya düzeni için gerekli mi sorusun akla getirilmemesi için AB oluşturulmaya çalışıldı.
kafkassam