KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Hazım Sağıye: Trump ve Biden arasında İran

Hazım Sağıye: Trump ve Biden arasında İran

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 8 dk okuma süresi
327 0

Her konuda Joe Biden’ın politikasını desteklediğini ama İran konusunda Donald Trump’ın politikasını tercih ettiğini söylemek yanlış mı? Büyük olasılıkla bu doğru bir düşünce. ABD’nin iç politikası, uluslararası ilişkileri, çevreye karşı tutumu, küreselleşme, Atlantik Ligi, zenginlere uygulanacak vergiler, ırk ve cinsiyet konuları, çeşitliliği kabullenmenin yanı sıra, insan hakları, göçmenler ve mülteciler, aynı şekilde siyasete, kurumlara, diplomasiye ve uluslararası kuruluşlara yönelik genel tutum, bütün bu konularda iki başkan ve yönetimlerini eşit görmek zor. Aynısı Filistin-İsrail ve genel olarak doğaçlama kararlar alıp almamak konusu için de geçerli.

Peki İran konusundaki bu istisna neden?

Çünkü İran’ın kendisi istisna. Elbette İran dünyadaki tek kötülük kaynağı değil, ama en tehlikeli ve dolaylı olanı. Şu anda, son derece kaba, siyasi sistemlerin yanı sıra eşyaların doğasına da tamamen aykırı emperyal bir projenin inşa edildiği tek yer. Bu proje kapsamında İran, etki alanlarını genişletmek için bir dizi Arap ülkesini birbirine bağlamak istiyor. Hem de yalnızca sınırların ötesine geçen ve ülkelerin egemenlikleri yok sayan değil, bölge boyunca yıkıcı, mezhepçi ve etnik içi savaşlara da yol açan bir bağ. İran’ın istisnai durumu bununla kalmayıp, nükleer silahlara, balistik füzelere, bunları da aşarak bombalara, konvansiyonel ve geleneksel silahlara uzanıyor. Biriyle ölmeyeni diğeriyle öldürüyor.

Çin ve Rusya’nın da iki genişlemeci emperyal proje benimsedikleri söylenebilir ki, bu doğru. Ancak her ikisi de uluslararası standart ve dengeler konusunda daha disiplinliler. Dünyanın ekonomik istikrarı onların da işine geliyor. Bilhassa gerek son Davos Zirvesi’nde, gerekse öncesinde ve sonrasında kendisini küreselleşmenin öncüsü olarak tanıyan Çin’in. Buna karşılık İran, neredeyse her ağzını açtığında komşularının ekonomik ve petrol çıkarlarını tehdit ediyor.

Öte yandan, Çin ve Rusya kendilerinden daha zayıf, fakat bir ağırlığı ve etkisi olan ülkelerle komşu. Rusya söz konusu olduğunda bunlar; Almanya ve Polonya iken, Çin’e gelince; Japonya ve Vietnam. Bu durum söz konusu iki ülkeyi komşularını önemsemeye zorluyor. Ne var ki Ortadoğu’da, Erdoğan Türkiyesi ne bu rolü oynayacak güçte ne de zaten bunu istiyor. Karşı devrimler ve İran’ın müdahalelerinin körüklediği iç savaşlar zamanında genel Arap atmosferi de hiç cesaret verici değil.

Her ikisi de BM Güvenlik Konseyi üyesi olan Rusya ve Çin, ister aralarındaki eşitsizliğe rağmen ekonomide, isterse kültür ve siyasi ağırlıkta olsun, salt yıkımın ötesine geçen genişleme faktörlerine sahipler. Tüm bunlar, Humeyni rejim onları arka arkaya boşuna harcamasaydı, köklü uygarlığı ve petrol zenginliği ile İran’ın da sahip olabileceği faktörler.

Daha da önemlisi, büyük ideolojilerden çok çeken Moskova ve Pekin’in aksine, İran’ın kötülüğünün ideolojik olmasıdır. Onun kötülüğü Kuzey Kore’ye daha yakın, ancak bu ikincisi teatral nükleer hırslarına rağmen kendi sınırları içine çekilmiş. Birkaç gün önce İran, Humeyni devriminin 42. yıldönümünü kutladı, ancak ülke 42 yıl sonra sanki hala aynı noktada, yani devrimin ilk günlerindeki gibi. Oysa devriminin üzerinden 42 yıl geçtikten sonra yani 1959’da Rusya, Kruşçev ile göreceli bir açılım dönemi yaşıyordu. Bundan 3 yıl önce de Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin 20. Kongre’sinde Stalin ve Stalinizm ile hesaplaşılmıştı. Çin’de, devriminden 42 yıl sonra, yani 1991’de, Deng Xiaoping’in reformlarının yolunda ilerlemeye devam eden Jiang Zemin, “sosyalist piyasa ekonomisi” adını verdiği bir modeli duyuruyordu. Vietnam, 1975’te başkent Saygon’un düşüşünden 42 yıl sonra yani 2017’de, çok erken bir dönemde, 1986’da başlattığı dünyaya açılmada uzun bir yol kat etmişti.

Burada, İran’da ise olgunlaşmamak, ebediyen ergen kalmak konusunda şaşırtıcı bir ısrar var. Kalıcı ergenlikte diretenler ise hem kendileri hem de başkaları için tehlikelidir. Bunun aksine inanan ve buna bahis oynayan herkesin kötü bir sonu oldu; Ebu’l-Hasan Beni Sadr sürgünde, Muhammed Hatemi karanlıkta, Mir Hüseyin Musavi ve Mehdi Kerrubi ise ev hapsinde.

Nitekim Biden yönetiminden gelen açılım sinyallerine de İran liderliği, bu bitmeyen ergenliğini gösteren bir karşılık verdi. Orta bir yolda buluşmak konusunda hiçbir isteklilik göstermedi. Bilakis, İran elinin uzandığı her yerde tırmandırmayı seçti. Aç karınlılar da her zamanki gibi, bilindik ve klişe “Zafer bizim oldu” sloganını atmaya başladılar.

Biden yönetiminde bu kalıcı ergenleri seven ve eylemlerinin neden olduğu kötülükleri görmeyenler oldukça, neden bunu yapmasın? Nitekim bugün söz konusu yönetimin sembolleri arasında İran’a yönelik yatıştırma (appeasement) politikası destekçileri de var. Bunlardan biri, İran Özel Temsilciliği görevine getirilen ve Esed Suriyesi, Hamas, Hizbullah ve İran’ı “anlayan” olarak tanımlanan Robert Malley. Dolaylı olarak bölgeye yönelik mutlak müdahalelerin zararlı olduğuna, bölgeye en çok dışarıdan gelen müdahalelerin zarar verdiğine inanan Başkan Yardımcısı Kamala Harris’in danışmanı Philip Gordon, yine bunlardan biri. Malley, bir tür sol popülizmi, Gordon ise sola evrilmiş Kissinger tarzı bir gerçekçiliği temsil ediyor. Bu ikisinin üzerinde anlaştıkları pratik sonuç ise şu; bu bölge kendisine yazılan dışında bir yazgıyı hak etmiyor. Bu yazgı da Humeyni İranı’dır. İran aslında iyiliktir ve bu iyiliğin bize doğru coşkulu taşkınını ve akışını, kendisini anlamayan ABD dışında kimse durduramaz.

Kısacası, hem bizim hem de İran için Donald Trump kesinlikle daha iyiydi.

Hazım Sağıye
şarkulavsat

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir