KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Rusya
  4. »
  5. Hazım Sağıye: Putinizm sömürgeciliğin en yüksek aşamasıdır

Hazım Sağıye: Putinizm sömürgeciliğin en yüksek aşamasıdır

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 7 dk okuma süresi
325 0

Sömürgecilik kelimesi artık Rusya için olduğu kadar dünyanın herhangi bir yeri için geçerli değil. Onunki en kaba ve ilkel anlamıyla bir sömürgeciliktir. Bir ülkenin aynı anda hem Rusya’ya komşu hem de özgür olması yasaktır. Rusya’nın komşusu güvende olmak için egemenliğinden vazgeçmeli, önemli kararların alımını varsa ulusal parlamentosuna değil Moskova’ya bırakmalıdır. Dolayısıyla söz konusu devletin hem Rusya’ya komşu olması hem de halkının iradesine saygılı ve ona göre hareket eden bir demokrasi olması yasaktır.

Rusya’nın bu ‘yakınlara iyilik daha evladır!’ ilkesini uygulaması nedeniyle komşu ülkelerin ne hale geldiğini ve gelmeye devam ettiğini hızla gözden geçirelim.

Rusya’nın batı yani demokrasiden korku sınırlarında, 3 ülke uzanıyor; güneyde Gürcistan, kuzeyde Belarus, aralarında da Ukrayna.

Nüfusu 4 milyon olan Gürcistan’a karşı 2008’de bir savaşa girişildi ve bu savaş 21’inci yüzyılın ‘Avrupa savaşlarının’ başlangıcıydı. Savaşın bahanesi, ülkeleri için casusluk yapmakla suçlanan 4 Rus’un sınır dışı edilmesiydi. Moskova, Gürcistan’ın yönetimi ve kararı üzerinde baskı kurmak için Abhazya ve Güney Osetya’daki ayrılıkçı hareketlerden de yararlandı. Ancak çatışmanın ve savaşın asıl nedeni, iki dönem (2004-2013) seçilen Cumhurbaşkanı Mihail Saakaşvili’nin NATO’ya katılmaya istekli olmasıydı. Ama bu istek, şimdi bile, ülkelerinin beşte biri hala işgal altında olan Gürcülere yasaktı.

45 milyon nüfusluk Ukrayna 2014’te bir askeri harekâta maruz kaldı. Bahanesi, tümü uluslararası olarak Ukrayna toprakları olarak tanınan Kırım’ın ve Donbass’ın bazı bölümlerinin nihai statüsünü belirlemekti. Ruslar, Kırım’ı güç kullanarak ilhak ettiler ve ardından Rus azınlık aracılığıyla Donbass’ı da Ukrayna’dan ayırdılar. Savaşın asıl nedeni, geçmişte Moskova yanlısı diktatör Viktor Yanukoviç’i (şu anda Rusya’da mülteci olarak yaşayor) deviren Ukrayna devrimini karşılıksız bırakmamaktı. Ukrayna nüfusunun çoğunluğu, seçilmiş temsilcileri aracılığıyla NATO’ya katılmaya can atıyor. Son zamanlarda on binlerce Rus askeri Ukrayna sınırına yığıldı ve bu da, bugün dünyamızın en büyük krizlerinden birine yol açabilir.

10 milyonluk Belarus’a gelince, 2020’de Aleksandr Lukaşenko’nun altıncı kez cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine bir halk ayaklanması yaşandı. Daha önce bir Sovyet sınır muhafızı subayı olan Lukaşenko, gururla kendisini ‘Avrupa’nın son diktatörü’ olarak adlandırıyor. Tüm demokratik ülkeler dahil olmak üzere dünyanın yarısı onun başkanlığını tanımıyor ve bazıları seçimlere hile karıştırdığı için ülkesine yaptırım uyguluyor. Onu tanıyan ülkeler arasında Rusya, Çin, İran, Suriye, Küba ve Venezuela yer alıyor.

Halk ayaklanmasından önce Lukaşenko’nun Vladimir Putin ile ilişkileri kötüleşmişti, çünkü Putin’den ‘daha büyük saygı’ görmeyi istiyordu. Ayaklanma, ilişkileri yeniden düzenledi, leke, şüphe ve kusurları ortadan kaldırdı. Lukaşenko’nun tek endişesi saygı görmek değil, iktidarını korumak oldu. Putin açısından ise maliyet daha azdı. Moskova hemen Lukaşenko’yu mali ve askeri yardım ile kurtardı. Ortak sınırda askeri güçler toplandı ve grevci işçilerin yerini Rus işçileri aldı.

Batı sınırlarının hassasiyeti diğer sınırların hassasiyetini ortadan kaldırmıyor. Son olarak, Rusya’nın güneydoğu sınırında yer alan, Orta Asya’nın en büyük ülkesi Kazakistan (20 milyon) hareketlendi. Olayların fitilini, akaryakıt fiyatlarına yapılan zam ateşledi, ancak hızla siyasallaşarak otorite ve despotluk sorununu güçlü bir şekilde gündeme getirdi. Zira Sovyet döneminde Komünist Parti lideri iken 1990’daki bağımsızlıktan sonra hükümetin başına geçen Kazakistan’ın fiili yöneticisi Nursultan Nazarbayev, 2019’da görevden çekildiğinde, bir vitrin olarak Kasım Cömert Tokayev’i yerine getirmişti. Tokayev de olaylar patlak verir vermez ‘istikrarı sağlamak’ için Rusya ve Belarus’tan askerlerini göndermelerini talep etti.

O halde Putin’in felsefesi şudur; despotluk nasıl desteklenebilir ve halkların özgürleşmesi, kendi kararlarını almaları nasıl engellenebilir. Bu ülkeleri demokrasi ve ilerlemeden ayıran mesafe nasıl genişletilebilir. Sebep ise, Putin ile yeniden dirilmeden önce Çarlık ve Komünist dönemlerinde de görülen güvenlik takıntısı ve kronik kuşatma korkusudur. Üç dönem de kendilerine, ülkelerinin gerçek şartlarına ve temellerine sahip olmadığı misyonlar yüklediler ve sonuç, başkalarını ilerlemek veya demokratlaşmaktan alıkoyan bir tür delilik ve büyüklük kuruntusu oldu. Putin, Rus geçmişini ve ister kapitalist ister komünist olsun her Rus dönemini savunarak bizi tekrar tekrar şaşırtıyor. Onun için sonuçta önemli olan şu denklemin devam etmesidir; desteksiz güç ve başkalarını sınırsız bir şekilde zayıflatmak. Rusya, Sovyet döneminde İsrail’e karşı Arapları desteklediğinde böyleydi, bugün, Putin döneminde, Suriye’de onları öldürürken ve İsrail ile bazı görevleri paylaşırken de böyle olmayı sürdürüyor.

Bununla birlikte, Arapların Rusya’ya karşı bir hassasiyetlerinin olmaması ve onu sadık bir dost olarak görmeye sürekli hazır olmaları şaşırtıcı olmaya devam ediyor. Bu şaşkınlık ancak ABD ve Batı düşmanlığının bir dine dönüştüğü, askeri rejimlerimizin, kendilerine de büyük fayda sağlayan bu sahte dine yatırım yaptığı ile açıklanabilir.
Hazım Sağıye
şarkulavsat

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir