KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. İran
  4. »
  5. Hasan Fahs: İran Afganistan’daki Türk varlığına nasıl bakıyor?

Hasan Fahs: İran Afganistan’daki Türk varlığına nasıl bakıyor?

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 10 dk okuma süresi
257 0

İranlı liderler, özellikle Ankara’nın Kabil Havaalanı’nın korunmasını, uluslararası havacılık yönetimini ve bu ülkeyi ziyaret edecek diplomatik misyon ve yetkililerin güvenliğini üstlenmek istediğini açıklamasından sonra Türkiye’nin İran’ın Afganistan’daki doğu sınırında mevzilerini güçlendirme hususundaki yeni hedeflerini büyük bir dikkatle izliyorlar. İran yönetimi, Türkiye’nin bu adımın arkasındaki hedeflerinin açıklanandan çok daha fazlası olduğunu düşünüyor.

Nitekim Türkiye’nin kararı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve ABD’li mevkidaşı Joe Biden’ın ilan ettiği ve İran tarafının değerlendirmesine göre, ABD’nin 2021 Eylül ayı başlarında Afganistan’dan tamamen çıkma kararının ardından farklı bir siyasi gerçekliğe kapı aralayacak bir mutabakatın ardından geldi.

Türk-ABD mutabakatı, ABD yönetimi ile Taliban Hareketi arasında yapılan ve NATO kuvvetleri de dahil olmak üzere bütün kuvvetlerin ülkeden çekilmesini kabul eden Doha Anlaşması ile çelişiyor. Çünkü Türk kuvvetleri NATO’nun bir parçası sayılıyor. Bu yüzden Taliban, Afganistan’daki Türk varlığını işgalci güç olarak göreceğini açıkladı.

İran, Türkiye’nin attığı adıma karşı şüpheyle yaklaşıyor. Bu yüzden Kabil Havaalanı tesisinin yönetimi ve diplomatik ve siyasi misyonların korunması ile ilgili dışarıdan görünenlerin ve söylenenlerin ötesine bakarak Türkiye’nin Orta Asya ve Kafkasya bölgesinde nüfuzunu genişletme hayalleri kapsamındaki arka planlarını ve hedeflerini inceliyor. Erdoğan, dünyanın kalbi olarak nitelendirilen bu stratejik bölgede rolünü ve konumunu güçlendirebilirse Türkiye’yi uluslararası emelleri olan bölgesel bir güce dönüştürmek amacıyla bu genişleme politikasını izliyor.

İran çevrelerine göre Türkiye’nin bu bölgedeki farklı ülkelere müdahale etme politikası, Batı Asya’da, özellikle de Orta Doğu’da başlayan bu politikaların tamamlanması kapsamında yapılıyor. Bu girişimler Afganistan kapılarında önemli ve hayati bir noktaya ulaştı. Nüfuz elde etme ve Güneybatı Asya bölgesini kontrol etme çabaları ve bu müdahalenin etkileri, Afganistan’daki ulusal ve mezhepsel çatışmaları artırabilir.

Bu çevreler, Türkiye’nin geçtiğimiz 10 yılda özellikle DEAŞ örgütünün nüfuzunu güçlendirmedeki rolünün yanı sıra Suriye, Libya ve Irak’taki rolünden sonra, bölgedeki (güneybatı Asya) teröristler ve militanlar için Suriye ve Irak’a açılan bir kapıya dönüştüğünü düşünüyor. Türkiye’nin oynadığı bu rol bu sınırda ya da seviyede kalmayıp, son zamanlarda Güney Kafkasya’da Ermenistan ile Azerbaycan arasında patlak veren savaşta Bakü’yü desteklemek üzere Suriye’den militan sevk etmeye kadar vardı. Bu yüzden Türkiye’nin Kabil Havaalanı’nı yönetme ve bu bölgedeki kontrolünü ve güvenlik gücünü artırmak için Afganistan içlerine çeşitli ülkelerden militanların taşınmasını kolaylaştırma rolünden endişe ediliyor.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre geçtiğimiz onlarca yılda Afganistan, kendisini işgal etmeye ve kontrol etmeye çalışan ülkeler için birer krize dönüşürken, aynı zamanda çeşitli radikal, aşırılık yanlısı ve terörist grupları çeken bir ülkeye dönüştü.

Dolayısıyla Ankara’nın çabalarına yönelik olumsuz tutum, Türkiye yönetimine terör örgütlerinin destekçisi ve sığınağı haline geldiği yönünde yöneltilen suçlamanın bir parçası gibi görünüyor. Ayrıca Afganistan krizine doğrudan girme çabaları, aşırılık yanlılarını destekleme ve güçlendirme çerçevesinde yorumlanıyor. Nitekim Türkiye bir yandan Afganistan’da kendisine yeni bir üs sağlarken, diğer yandan da özellikle Suriye’deki aşırılık yanlısı grupların büyük bir bölümünü sınırlarından uzaklaştırabilir.

Türkiye’nin bu çabaları Afganistan sahnesi ve Orta Asya bölgesinden Kafkasya’ya kadar olan alanla ilgilenen diğer oyuncular tarafından hoş karşılanmıyor veya kabul görmüyor. Zira İran, Hindistan, Çin ve Rusya, bu Türk varlığını ve kendisine bağlı aşırılık yanlısı grupları güvenliklerine yönelik bir tehdit ve provokasyon kaynağı olarak görüyor. Çünkü bu grupların Afganistan’da, Çin ve Hindistan sınırlarında ve Rusya’nın güneyindeki bölgelerde bulunması, bu ülkelerin ekonomik çıkarları için bir tehdit oluşturuyor. Ayrıca güvenliğe yönelik bir tehdit kaynağı olarak Erdoğan, bu grupları uluslararası ve ekonomik sahadaki pozisyonunu güçlendirmek için kullanabilir.

Bu çerçevede Rusya’nın Taliban Hareketi’nin tekrar Afganistan’ı kontrol altına alması ve merkezi devletin aleyhine olacak şekilde Afganistan eyaletleri ve şehirleri üzerindeki hegemonyasını genişletmesine karşı tutumunda değişiklik olması şaşırtıcı olmayabilir.

Nitekim Moskova ABD’nin geri çekilme kararının masum olmadığını söyleyerek bunun Asya bölgesinin istikrarını sarsmayı ve ilgili devletlerin kafasını karıştırmayı hedeflediğini söylemişti.

Bu kararın bir sonucu olarak Afganistan’ın şiddet ve güvenlik ihlalleri dairesine dönüşeceğine dair uyarıda bulunan Rusya, daha sonra tutumunu değiştirerek bu hareketin tekrar iktidarı, rolünü ve nüfuzunu kazanmasını memnuniyetle karşılamıştı. Ancak bu memnuniyetin sebebi boyutları ve sonuçları açısından aşikardı.

Nitekim Moskova, güvenliğine ve stratejik derinliğine yönelik oluşturduğu tehdit yüzünden kendisi için gerçek bir endişe oluşturan Afganistan’daki DEAŞ’ın yayılma veya nüfuzunu geri kazanma olasılığı karşısında bu hareketin oynayabileceği rolü çıkış noktası aldı.

Tahran, Rusya’nın Afganistan krizi ve Taliban’ın geri dönüşünü ele alırken temel aldığı çıkış noktalarından çok da uzak gözükmüyor. Nitekim İran vakit kaybetmeden Taliban Hareketi’nin liderleri ile diyalog kanalları açmaya girişti.

Ayrıca resmi Afganistan hükümetiyle ilişkilerinin mekanizmalarına ve bu geri dönüşün devletin aleyhine ve devlet kurumlarının çöküşünün bir etkeni olmamasına ilişkin Taliban ile uzlaşmaya çalıştı. Tahran’ın bu çabalarının arkasında gelişmelerin, kendisi ile Taliban arasında bir çatışmaya yol açma ihtimalini ve buna sebep olabilecek herhangi bir kafa karışıklığını azaltma amacı yatıyor. Zira gerek Nükleer Anlaşma hakkındaki diyalog ve müzakerelerle ilgili olsun, gerekse balistik füze programı ve Orta Doğu’daki bölgesel nüfuzu ile ilgili karşı karşıya olduğu baskılar olsun, İran yönetimi batı ve güney sınırlarında birçok karmaşık ve hayati dosyaya dalmış durumda.

Geçtiğimiz yıllarda Afganistan’daki Türk varlığı, Afgan krizi hattında yer alan ülkeler için bir endişe kaynağı oluşturmuyordu. Çünkü ülkede faaliyet gösteren NATO kuvvetlerinin bir parçası olarak Türk askerlerinin sayısı 500’ü geçmiyordu. Ancak Afganistan’ın komşu ülkelerini endişelendiren şey Türkiye’nin ABD ve NATO güçlerinin geri çekilmesinin ardından Türkiye’nin istediği misyonun daha fazla muharebe gücü gerektirmesi. Bu muharebe güçlerinin uluslararası çevrelerden ve Afganistan kriz hattına giren komşu ülkelerden onay alması ve bu güçlerin misyonunun lojistik destek ve güvenlik olması gerekiyor. Ancak endişelerin asıl sebebi bu sayının artmasından ziyade Ankara’nın ülkedeki iktidar boşluğundan yararlanarak Suriye ve Libya’da kendisine çalışan terör gruplarının unsurlarını çağırıp, bunları Afgan krizinin geleceğindeki rolünün şartlarını ve bu bölgedeki bölgesel denklemler üzerindeki etkisini iyileştirmek için kullanma ihtimali.

Bu yüzden Tahran ve onunla birlikte bu kriz hattına giren ilgili devletler Türkiye’nin rolüne büyük bir şüphe ve endişe ile bakıyor. Başta Rusya ve İran olmak üzere bu ülkeler, İran-ABD uzlaşmasında elde edilebilecek şeylerin ışığında Irak’ın geleceğinde oynayabileceği olumsuz rolün yanı sıra, Suriye krizinde siyasi çözüme geçişi hızlandırma çabalarını sekteye uğratan Ankara’nın Orta Doğu’daki rolüne ilişkin tutumlarını henüz netleştirmedi.


Hasan Fahs

şarkulavsat

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir