KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. İran
  4. »
  5. Hasan Fahs: Hamaney ve yeşil ışık

Hasan Fahs: Hamaney ve yeşil ışık

Keisuke Wakizaka Keisuke Wakizaka - - 9 dk okuma süresi
280 0

Eski ABD Başkanı Barack Obama yönetimi ile İran rejimi arasında, 2012 yılında, Umman’ın başkenti Maskat’ta yapılan gizli müzakerelerde iki taraf gerekli mekanizmalar ve formaliteler üzerinde anlaşmaya vardıktan sonra görüşmeleri kamuoyuna duyurmuşlardı. Söz konusu formaliteler arasında İran’ın, girişimin ABD tarafından başlatıldığının açıklanmasını talep etmesi de yer aldı. Bu gelişme, İran tarafının ideolojisinin ayrılmaz parçası olarak ABD ile olan düşmanlık tabusunu yıkmasının önünü açan bir adımdı.

İran’ın eski Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, 27 Eylül 2013 tarihinde Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu çalışmalarına katıldıktan sonra New York Uluslararası Havaalanı’na dönerken yolda telefonu çaldığında Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani yanındaydı. Beyaz Saray’dan aranıyordu. Kendisine Başkan Obama’nın Ruhani ile görüşmek ve nükleer krizle ilgili müzakereleri başlatma konusunda onunla bir anlaşmaya varmak istediği bildirildi.

Her ne kadar bu görüşmeye yönelik düzenlemeler perde arkasında Zarif’in başını çektiği bir ekibin mekik diplomasisi aracılığıyla yapılmışsa da, İran’ın dini lideri (Rehber) Ali Hamaney, bu adım için daha önce ona yeşil ışık yakmamış olsaydı, Ruhani’yi Obama ile görüştürmeye cesaret edemezdi. Çünkü böyle bir durumun sonuçları, Ruhani’nin dönüşünde vatana ihanet ve görevden alınması dahil olmak üzere çeşitli olasılıkları da barındırıyordu. Özellikle bu, eski Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi’nin, dönemin ABD Başkanı Bill Clinton ile karşılaşmamak için BM koridorlarında kaybolmak zorunda kalmasından beri iyi biliniyordu.

İran ile P5+1 grubu (BMGK’nın 5 daimi üyesi İngiltere, ABD, Çin, Fransa, Rusya ile Almanya) arasında 2015 yılında resmi adı Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) olan nükleer anlaşmanın imzalanmasının önünü açan bu adımın üzerinden yaklaşık 9 yıl geçti. Eski ABD Başkanı Donald Trump’ın, 2018 yılında nükleer anlaşmadan tek taraflı olarak geri çekilmesi ve Tahran’a yönelik boğucu ve ağır yaptırımları yeniden uygulama kararı almasının ardından İran, yeni ABD Başkanı Joe Biden’ın seçim kampanyasındaki vaatleri doğrultusunda olumlu adımlar atmasını umuyordu. Ancak Biden, her ne kadar selefinin anlaşmadan geri çekilerek stratejik bir hata yaptığını teyit etse de, İran’ın hasat hesapları, Tahran ile yapılan nükleer anlaşmayı yeniden canlandırma yolunda atılan her adımda beklemeyi tercih eden ABD’nin tarlasındaki mahsul hesaplarıyla uyuşmadı. ABD, aynı zamanda yaptırımlara bağlı kalmaya devam ederek onları İran rejiminden bazı tavizler almak en azından, Tahran’ın anlaşmayı yeniden canlandırmak ve nükleer anlaşmadaki taahhütlerini yeniden uygulamaya başlamak için öne sürdüğü zorlu şartlara karşı kullanmak için bir şantaj kartına dönüştürdü.

Uluslararası toplum, çabalarını, Washington’ın müzakerelere doğrudan katılmamasını öngören, Tahran’ın bağlı kaldığı, Rusya ve Çin tarafından desteklenen 4+1 grubu (İngiltere, Çin, Fransa, Rusya ile Almanya) formülünde yeniden başlatmadan önce ABD’li müzakereci, krizin ABD-İran anlaşmazlığıyla sınırlı olduğunu ve iki taraf arasındaki tüm çözülmemiş sorunları sona erdirmek için doğrudan müzakereler için masaya oturmaya veya ikili diyaloga gitmeye hazır olduğunu vurgulayarak parmağını yaranın üzerine basmaktan çekinmedi.

İran’ın başmüzakerecisine özellikle nükleer anlaşmanın yeniden canlandırılmasından sonra, tüm tarafların bir biriyle iletişim kurması ve müzakere etmesi gerekeceğinden, Tahran’ın Avrupalı ​​ve Doğulu (Çin ve Rusya) arabuluculara müzakereler için ödeyeceği ek bedelleri düşürmesi ve ABD tarafı ile doğrudan müzakerelere gitmesi gerektiğini söyleyen reformist ve ılımlı güçler nasıl bir tutuma sahip olurlarsa olsunlar, İran cephesinde tutumlar ve sesler aynıdır. Her iki taraf da gelecekte diğer dosyalar üzerinde anlaşmayı tamamlamak ve ilişkileri normalleştirmek için diğeriyle aynı masaya oturmaya mahkum edilirse, Tahran’ın ve rejimin Washington ile düşmanlığı ‘sonsuz’ olmadığı sürece çabaların hızla sonuçlanması için bu adımı ertelemenin hiçbir gerekçesi yoktur.

Özellikle İran ve ABD’nin müzakere heyetleri arasındaki yazılı mesajlaşmaların sınırlı olduğu, sözlü mesajlardan da uzak durulan iletişimde yaşanan dikkat çekici gelişmenin ardından Viyana’da devam eden müzakerelerdeki gelişmeler ve nükleer anlaşmanın yeniden canlandırılmasına yönelik çabalar, İran’ın müzakere heyetinin, bir arabulucunun özellikle Rusya’nın bir arabulucu olarak kendi çıkarına, ABD ile aralarındaki gerilim alanları üzerinde pazarlık yapmak için kullanma ve İran’ın çıkarları pahasına ikili anlaşmaları atlaması ihtimaliyle olumsuz bir rol oynayabileceğine dair şüphelerini artırmakla sonuçlanabilir. Diğer yandan İran rejimi, müzakerelere katılan tarafların kartlarını yeniden karacak ve başkalarının bedavaya yarar sağlama ihtimalini azaltacak bir adım atmak zorunda olduğu kanaatine varmış gibi görünüyor. Ancak bu adım, ABD tarafıyla doğrudan müzakerelere geçme kararıyla sınırlı olan bazı yetkilere sahip olmasına rağmen müzakere heyetinin yetki alanına girmez.

Bu kez 2013 yılındakinin aksine İran’ın doğrudan müzakereler yönünde bir adım atması, yani bu aşamada rol paylaşımı yapılması gerektiği anlaşılıyor. Buradan yola çıkarak, Hamaney’in son dönemde neden İran’ın müzakere heyetine doğrudan müzakereler için yeşil ışık yakan ‘dolaylı’ bir tutum sergilediğini anlayabiliriz. Hamaney böylece, bu yeşil ışığın üzerine, gerektiğinde geri adım atabilmek ve ABD yönetimiyle müzakere etme kararının ilerleyen süreçteki yansımalarına karşı herhangi bir sorumluluktan uzak kalmak amacıyla sarı veya turuncu renkte bir örtü germiş oldu. 2015 yılında Ruhani dönemindeki müzakerelerde Ruhani’nin nükleer anlaşmanın onaylanmış taslağında Hamaney’in imzası ve onayının olduğunu vurgulamasına rağmen daha sonra olanların tekrarlanmaması için böyle yapıldığı, ancak bu kez adım atanın Hamaney olduğu ve ışıklardaki kırmızı rengin kaldırıldığı anlaşıldı.

Öte yandan Hamaney’in ABD tarafıyla müzakere etmeme tabusunu kırması ‘Rehber’in bölgesel projesinin ve rüyasının lideri’ eski Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin öldürülmesinin ikinci yıldönümüne denk geliyor. Bu da rejimin siyasi ve ekonomik yaptırımların dayattığı uluslararası ve ekonomik tecritten kurtulmak ve tüm bölgesel ve uluslararası krizlere açık diyalog seçeneğine geçmek için bir takım tavizler verme seçeneğini değerlendirdiği anlamına geliyor. Önerilen diyalog, bu stratejik sapma için sadece bir kılıfa dönüşüyor. Böylece Hamaney’in devrimin temellerinden biri olarak kabul edilen ve düşmanın zulmü karşısında boyun eğmeme konusunda yaptığı “Devrim bize düşmanın baskı ve saldırganlığı karşısında teslim olmamamız gerektiğini öğretiyor. Allah’ın yardımıyla şimdiye kadar teslim olmadık ve olmayacağız” şeklindeki açıklaması artık bir anlam ifade etmiyor.
Hasan Fahs
şarkulavsat

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir