KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. İran
  4. »
  5. Hasan Ebu Talib: İran, Fahrizade suikastına karşılık verecek mi?

Hasan Ebu Talib: İran, Fahrizade suikastına karşılık verecek mi?

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 10 dk okuma süresi
295 0

İranlı nükleer bilimci Muhsin Fahrizade suikastı İran ve güvenlik güçlerine dayanan rejimi için ciddi bir darbe oldu. Ülke genelinde uygulanan tüm kısıtlamalara ve sıkı prosedürlere rağmen, yurtdışında faaliyet gösteren ve yurt içinde yerli uzantıları olan İran muhalefeti veya İsrail, ABD ve profesyonel ajanları tarafından olsun İran sınırlarının ne kadar ihlal edilebileceğini ortaya çıkardı.

Bu hadiseden sonra pek çok analistin cevaplamaya çalıştığı soruları şu şekilde özetleyebiliriz: İran, nükleer ve balistik füze programının mimarı ve bu alandaki en önemli bilim adamlarından biri olan Fahrizade’nin öldürülmesine karşılık verecek mi? Karşılık verirse nasıl ve ne zaman olacak? Bu sorular politik ve teorik olarak meşru, çünkü suikast, epey karmaşık görünen düzenlemelerle İran topraklarında gerçekleşti. Siyasi ve askeri şahsiyetler veya bilim adamları gibi önemli figürleri koruma konusunda İran güvenlik sisteminin kırılganlığını ve zafiyetini ortaya çıkardı.

İran’ın karşılık verme olanakları ve türü hakkında düşünmeden önce belki de cevabı bilinmesi gereken en belirgin soru; eylemi gerçekleştiren tarafın kim olduğu, İran’ın kendisini doğru bir şekilde tespit etme ve sorumluluğunu açıkça kanıtlayabilme imkanı, yetkililerinin tanımıyla yıldırım gibi bir intikam ile karşılık verme kapasitesi ile ilgilidir.

İran’ın suikastın sorumlusu olarak İsrail ve ABD’ye yönelik resmi suçlamaları, kesin kanıt ve deliller gerektiriyor. Bu da büyük bir sorun ve ancak suikastı gerçekleştiren grup keşfedilir veya bazı üyeleri tutuklanıp onlarla birlikte İsrail veya ABD ya da her ikisi ile doğrudan bağlantılarını gösteren kanıtlar ele geçirildiğinde çözülebilir. Ne var ki bunu hayal etmesi bile zor, zira bu tür profesyonel istihbarat operasyonları çoğunlukla sırlarının veya arkasında kimin durduğunun açığa çıkmasına kolay kolay izin vermez. İranlı yetkililer bazı deliller açıklasalar ve bunlar İran açısından ne kadar güçlü olursa olsunlar, İran makamlarının bu konudaki itibarı göz önüne alındığında, bu delillerin doğruluğuna ilişkin yasal şüphecilik devam edecektir.

İran’ın hemen İsrail ve ABD’yi sorumlu tutup suçlamasının, İran kamuoyuyla ilgili temel bir hedefi var; Joe Biden başkanlığındaki yeni ABD yönetimi ile olası bir diyalog için küçük bir pencere bile açma olasılığını reddedenler ve muhafazakarlar tarafından ifade edilen öfke düzeyini yatıştırmak. Zira Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve Dışişleri Bakanı Cevad Zarif gerçekleşmesi halinde, İran için bir açılım ve durumunda bir iyileşme sağlayacağını umarak bu olasılık için çabalıyorlar. Her ikisi de bu sayede ilk olarak, İran’ın yeni ABD yaptırımlarına maruz kalmayacağını, Trump döneminde uygulamaya sokulan bazılarının hafifletilebileceğini ve daha sonra tamamen kaldırılabileceğini, Tahran-Washington ardından da İran’ın genel olarak uluslararası toplum ile ilişkilerinde yeni bir sayfa açılabileceğini umuyorlar.

Burada, suikastı iki düşman ülke, İsrail ve ABD ile çatışma bağlamına yerleştirilmesinin normal olduğuna dikkat edilmelidir. Bilhassa, Başbakanı Binyamin Netanyahu aracılığıyla İsrail’in, İran’ın nükleer kapasitesini her yolla sona erdirmekte kararlı olduğunu açıkça deklare ettiği göz önüne alındığında. Bu yollardan biri de, İran’ın barışçıl veya askeri nükleer sisteminde ciddi sıkıntılara veya tam bir felce yol açacak bir faktör olarak büyük İranlı bilim adamlarını hedef almaktır.

Öte yandan, bu iki ülkenin suçlanmasına ilaveten muğlak bir uygun karşılık verileceği (ama Cumhurbaşkanı Ruhani’nin açıkladığı gibi uygun bir zamanda) vaadi, yeni olmayıp İran’ın daha önce de birçok kez başvurduğu bir politikadır. Uygun zaman ifadesi, İran’ın karşılığının hemen veya yakın bir zamanda olmayacağı, büyük olasılıkla daha uzak bir zamana erteleneceği, gerçekleştiği zaman da doğrudan sorumlu tutulmamak için Devrim Muhafızları veya İran ordusu gibi resmi araçlarından ziyade bölgedeki kollarından biri tarafından üstlenileceğini ima ediyor.

Yine büyük olasılıkla, bu yılın ocak ayında ABD istihbaratının düzenlediği Kasım Süleymani suikastına verilen yanıta benzer bir yanıt verilecek. Yani İran’a bağlı Iraklı Haşdi Şabi örgütünün, Irak topraklarındaki bir dizi üstte konuşlanmış ABD kuvvetlerini hedef alan saldırılarının yoğunlaşması şeklinde bir karşılık olacak. Kasım Süleymani suikastından sonra yoğunlaşan bu saldırılar, iki doğrudan amacı olduğu şeklinde yorumlanmıştı. Birincisi, Kasım Süleymani’nin intikamını almaktı. İkincisi, ABD kuvvetlerinin Irak’tan çekilme sürecini hızlandırmak ve bu sayede Irak’ın herhangi bir kısıtlama veya engel olmaksızın İran’ın bir etki alanına dönüşmesiydi.

Teorik olarak İran’ın kollarından birinin bölge genelinde ABD ve İsrail çıkarlarına karşı misilleme saldırıları gerçekleştireceği tahmin ediliyor. Yine teorik olarak, saldırıların güçlü bir ABD tepkisine yol açmaması için ABD askerlerinin yaralanmasına neden olmayacak ve sembolik nitelikte olacağı düşünülüyor. Zira Başkan Trump, İran’ın eylemleri sonucu herhangi bir ABD vatandaşının yaralanması veya zarar görmesi halinde sert ve kapsamlı bir karşılık alacağını belirtmişti. Başkan Trump’ın gelecek ocak ayında Beyaz Saray’dan ayrılmadan önce İran’a güçlü bir darbe indirmek istediği de göz önünde tutulmalıdır. ABD’nin bakış açısına göre İran’ın herhangi bir hatası, ABD’nin veya uluslararası toplumun mazur göreceği büyük bir intikam eyleminin gerekçesi olabilir.

İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif ve diğer yetkililerin, Tahran’ın Trump’ın başkanlığı sona ermeden önce bir tuzağa çekilmesini amaçlayan bir komplo hakkındaki farkındalığına ilişkin açıklamalarından, İran’ın bu nedenle vereceği karşılığı uzun bir süre erteleme kararı aldığı açıkça anlaşılıyor. 2010-2012 arasında İranlı bilim adamlarını hedef alan ve İsrail tarafından gerçekleştirildiğine inanılan suikastlara karşılık verileceği vaatleri gibi büyük olasılıkla Fahrizade’nin intikamının alınacağı vaadi de yerine getirilmeyecek.

Dışişleri Bakanı Zarif’in siyasi deneyimini yansıtan, halkın öfkesini dindirme ve kontrol altında tutma amacıyla içerideki kamuoyunu muhatap alan açıklamaları; Hasan Ruhani kabinesinin önceliğinin, Trump’ın başkanlığının sona erip, önümüzdeki 4 yıl içinde Trump’tan tamamen farklı politikalar benimsemeyi vaat eden Joe Biden’ın başkanlığının başlayacağı an olduğunu teyit ediyor. Tahran’ın ilişkilerdeki bu beklenen iyileşmeyi ve Biden yönetimi ile muhtemel göreceli yumuşamayı bozmak istemediğini doğruluyor.

İran’ın bu düşünme biçimi, özellikle bazı askeri gelişmeler ışığında ABD’ye veya İsrail’e karşı herhangi bir doğrudan eylemde bulunurken daha temkinli olacağını gösteriyor. Bu askeri gelişmelerden biri, uçan büyük bir silah deposu sayılan B-52 bombardıman uçaklarının birkaçının bölgeye gönderilmesi ve ABD uçak gemilerinin Körfez’de konuşlanmasıdır. ABD Donanması, uçak gemilerinin konuşlandırılmasının, herhangi bir potansiyel tehditle bağlantısını reddetse de, bu adım İran’ın herhangi bir tepki vermeden önce dikkatli olması ve düşünmesi için bir neden olmaya devam ediyor.

Sert muhafazakar ve siyasi esnekliğe daha yakın ılımlı kanatlarıyla İran, sınırlı da olsa girişeceği herhangi bir askeri maceranın, pek bir işe yaramayacağının, ABD yaptırımlarını sona erdirmeyeceğinin ve ekonomik koşullarını düzeltmeyeceğinin farkında. Beyaz Saray’ın yeni efendisi ile olası ilişkilerini kesinlikle bozacağının ve kendisi için cehennem kapılarını sonuna kadar açacağının (bu da şu anda isteyeceği en son şeydir) ayrımında.
Hasan Ebu Talib şarkulavsat

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir