KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Halid bin Nayef el- Hebbas: Bir model olarak İran’ın rolü

Halid bin Nayef el- Hebbas: Bir model olarak İran’ın rolü

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 7 dk okuma süresi
289 0

Siyasi çevrelerde bölgedeki siyasi sahne hakkında süregelen bir söylem var. Yeni ABD yönetiminin, krizleri ve bölgesel meseleleri ele alma konusunda önceki yönetimden farklı bir yaklaşım benimsediği açıktır. Aslında bu farklı yaklaşım sadece bölge meseleleriyle ilgili değil, aynı zamanda Başkan Biden’in belirttiği üzere ABD’nin uluslararası arenadaki rolünü de içeriyor.

Trump’ın “Önce Amerika” politikasına alternatif olarak, “Önce Diploması” ve “Amerika’nın Dönüşü” siyaseti geliyor. Ancak bu bağlamda ‘coğrafi bölgelerin’ kendine has dinamiklere sahip olduklarının da belirtilmesi gerekiyor. Bu dinamiklerin genel olarak siyasi gelişmeler üzerinde büyük bir etkisi vardır. Uluslararası güçlerin bunu nasıl ele aldığı ve buna yönelik politikalarının nasıl formüle edileceği de bu bağlamda dikkate alınmalıdır.

Ortadoğu bölgesi, kültür, demografi, tarih, jeostratejik ve ekonomik açıdan muhtemelen dünyanın en “özel” bölgelerinden biridir. Diğer bir değişle bu bölgenin, iş birliği veya çatışma modelleri, tanık olunan savaşlar, çatışmalar ve krizler, ittifaklar ve iş birliği çerçeveleri bakımından kendine has karakteri vardır. Burada özellikle şu sıra nükleer dosyaya dair uluslararası hareketlilik ışığında İran’ı ve bölgenin istikrarı üzerindeki yıkıcı rolünü değerlendirmeye çalışacağım.

İran, devrimden bu yana geçen kırk yıl içerisinde bölgesel krizin yoğunlaşmasına ve karmaşıklaşmasına ciddi katkıda bulundu. Terörizmi destekledi ve bir dizi devlette otoritenin haricinde milisler yarattı. Bu milisler, İran’ın bölgede ve bölge dışında yayılmacı ve yıkıcı gündemini uygulaması için kullandığı bir silah haline geldi. Tahran bütün bunları uluslararası toplumla müzakerelerinde birer baskı unsuru olarak kullanıyor.

Batılı hükümetlerin, özellikle de ABD yönetiminin İran’ın istikrarsızlaştırıcı rolü hakkındaki tekrar eden açıklamalarına rağmen bunun önüne geçebilecek etkili bir hareket görmedik. Aksine İran’ın rolü şu anda geçmişte olduğundan daha tehlikeli bir hale geldi. Başkan Clinton’ın “çifte kuşatma”, Başkan George W. Bush’un “kötülük ekseni ve haydut devlet”, Başkan Obama’nın “uzanan el ya da düşmanları angaje etme” ve Başkan Trump’ın “azami baskı” politikaları, İran’ı bölgedeki davranışlarını değiştirmeye sevk etmekte başarılı olamadı. Başkan Biden’in ve onun ‘Önce Diploması’ üzerine inşa ettiği politikasının da buna son veremeyeceğine ve İran’ın bölgeye geçirdiği tırnaklarını kesemeyeceğine inanıyoruz.

Washington ile Tahran arasında yaşananlar, müzakerelerin başlatılacağı bir zemin oluşturmaya yönelik bir ‘ip çekme’ oyunu olarak görülebilir. İran daha büyük kazanımlar elde etmek için tavanı yükseltiyor. Burada Obama yönetimi ile nükleer dosyası konusundaki müzakerelerdeki önceki deneyiminden ilham alıyor. Uranyum zenginleştirmedeki artış, santrifüj sayısının artırılması, bölgedeki milislere talimatlar, ek protokolün askıya alınması ve Yüce Rehber’in uranyum zenginleştirme oranını yüzde 60’a yükseltme yönünde yaptığı açıklama bu bağlamda anlaşılabilir.

ABD yönetimi, Trump döneminden miras aldığı baskı kartlarını kendi adına korumaya çalışıyor. Ancak bunu söz konusu kartlara inancından ötürü değil, müzakerelerin tavanını yükseltmek için yapmaktadır. Nitekim Washington, Avrupalı ​​müttefikleri aracılığıyla İran’a olumlu mesajlar gönderiyor ve aldığı bazı kararlarla İran’ı müzakerelere ‘daha açık bir yaklaşım’ benimsemeye teşvik etmeye çalışıyor. Trump’ın ‘İran’a BM yaptırımlarının yeniden uygulanması talebinin’ geri çekilmesi ve ‘İranlı diplomatlara yönelik kısıtlamaların kaldırılması’ gibi hamleler bunun örneklerindendir.

Bu gelişmelerle yakından ilgilenen Arap ülkeleri için en önemli mesele, Washington’un ‘İran’la beklenen müzakereler ile İran’ın bölgesel rolü ve balistik füze programı’ arasındaki bağlantı konusunda ne kadar ileri gideceğidir. Arap ülkeleri, İran ile beklenen uluslararası müzakerelere dahil edilmelerini talep etme konusunda haklılar. Buradaki en önemli meselelerden biri de, İran’ın müdahaleci politikalarından en çok etkilenen bu ülkeleri göz ardı etmekle Obama yönetiminin yaptığı hatadan kaçınmaktır. İran’ın nükleer silah edinmesi ve başarılı olması durumunda Arap ve Arap olmayan bölgesel güçler ‘denge ve caydırma’ için bir nükleer yarışa sürüklenecektir.

İran, özellikle son yirmi yılda bölgenin ayırt edici özelliklerinden biri haline gelen güvenlik boşluğu ve mezhepsel, siyasi ve jeostratejik verilerin zıtlığının yanı sıra bölgesel arenayı sömürmemiş ve dosyalara müdahale etmemiş olsaydı bölgesel nüfuzunu bu kadar artıramadı. Bölgesel ve uluslararası güçler daima kendi çıkarlarına ulaşmayı amaçlayan belirli politikaları benimserler ve bölgenin istikrarının gereklerini ve özelliklerini hesaba katmazlar. Bazıları, bu istikrarsızlık durumunun yabancı güçleri kendi çıkarlarını gerçekleştirmekte daha başarılı kıldığını düşünüyor.

Özetle Başkan Biden yönetiminin Arap ülkelerinin “İran’ın rolüne ve diğer bölgesel meselelere” yönelik endişelerini görmezden gelmesi, ‘bölgeye yönelik politikasını’ etkili çözümler ortaya koyamayacak hale getirecek. Aksine bu politika, önceki stratejilerin tekrarından ibaret olacaktır. Çünkü bölgedeki krizler ve meseleler, birtakım ‘bölgesel hususiyetlere’ sahiptir. Büyük güçler, ortaya koydukları stratejilerle bu hususiyeti gözden kaçırırlarsa kriz devam edecek ve sahne kendini tekrar etmeye devam edecek.

Dr. Halid bin Nayef el- Hebbas

Arap Birliği Genel Sekreteri’nin Siyasi İşlerden Sorumlu Yardımcısı
şarkulavsat

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir