Hacı Ahmet Şimşek: İran-İsrail Savaşı: Kim Kazanacak, Kim Kaybedecek?
Bir kez daha tarih tekerrür ediyor gibi: Füzeler havalanıyor, sirenler çalıyor, ekranlar alev görüntüleriyle doluyor ve dünya liderleri “endişeliyiz” cümleleriyle açıklama yapıyor. İran ile İsrail arasındaki sıcak çatışma, yeni bir Orta Doğu krizinin değil, aslında eski bir hikâyenin güncel versiyonu.
Ama bu defa bazı soruları sormadan geçmek mümkün değil: Bu savaş neden şimdi çıktı? Gerçekten kaçınılmaz mıydı? Ve en önemlisi, kimin savaşı bu?
Sessiz Kalanlar, Alkışlayanlar, Ateşe Odun Taşıyanlar
İran-İsrail hattındaki düşmanlık yeni değil. Ancak bugünkü doğrudan çatışma, sadece iki devletin değil, adeta küresel bir güç mücadelesinin dışavurumu. ABD’nin İsrail’e koşulsuz desteği malum. Ama aynı anda Çin’in sessiz kalışı, Rusya’nın satır aralarında İran’a verdiği örtülü destek ve Körfez ülkelerinin derin sessizliği, bu savaşın taraflarının resmi aktörlerden ibaret olmadığını gösteriyor.
Yani savaşın görünen sahnesinde İran ve İsrail var; ancak sahne arkasında roller dağıtılmış, kameralar ayarlanmış, replikler ezberlenmiş. Biz sadece fragmanı izliyoruz.
Medyanın Rolü: Gerçekler mi, Senaryo mu?
Bir diğer hayati mesele ise medya. Savaş haberleri, artık objektif bilgilendirme araçları değil, neredeyse birer psikolojik savaş enstrümanına dönüşmüş durumda. Aynı saldırı, bir medyada “terörist eylem” olarak sunulurken, diğerinde “özgürlük mücadelesi” etiketiyle veriliyor. Hangisi doğru?
Acaba biz savaşın gerçekliğini mi izliyoruz, yoksa sunulmuş bir kurguyu mu yaşıyoruz? Bu sorunun yanıtı, sadece gazetecilikle ilgili değil, aynı zamanda kamu vicdanını şekillendirme gücünün kimde olduğunu sorgulamakla da ilgili.
Diplomasi Neden Sessiz?
Bir başka dikkat çekici nokta: Nerede Birleşmiş Milletler? Nerede barış çağrılarıyla ekranlara çıkan liderler? Savaş Ukrayna’da patlayınca anında toplanan uluslararası mekanizmalar, İran-İsrail söz konusu olunca neden aynı hızda devreye girmiyor?
Belki de sorun, savaşın jeopolitiğinde değil; savaşanların “kim” olduğunda. Batı’nın müttefiki olan İsrail saldırıya uğrayınca ses yükseliyor, İran karşılık verince “gerilimi tırmandırmayın” uyarıları geliyor. Bu çifte standart, sadece İran’ın değil, bölgede yaşayan milyonların gözünde Batı’nın inandırıcılığını yok ediyor.
Türkiye Nerede Durmalı?
Türkiye içinse durum daha karmaşık. Coğrafi olarak bu savaşın hemen dibindeyiz. Diplomatik olarak her iki tarafla farklı düzeylerde ilişkilerimiz var. Ancak asıl mesele, ilkesel duruş. Savaş kimden gelirse gelsin, sivil hedefleri vuran her saldırı kınanmalı. İnsani koridorlar için baskı yapılmalı. Ve belki de en önemlisi, çatışmanın medya üzerinden toplumu zehirlemesine karşı sağlam bir kamusal bilinç oluşturulmalı.
Son Söz: Savaşta Gerçek Kaybeden Kim?
Savaşın galibi olmayacak. İran halkı, İsrail halkı, Lübnan’daki siviller, Gazze’deki çocuklar, hatta bölgeyle hiçbir ilgisi olmayan sıradan insanlar bu savaşın asıl kaybedenleri. Tüm taraflar bir şeyleri “savunuyor” ama kimse yaşam hakkını, insan onurunu, barışı savunmuyor.
Sormamız gereken soru şu: Ne uğruna ölüyor bu insanlar? Bir liderin prestiji için mi? Bir ideoloji uğruna mı? Yoksa yıllardır aynı oyun sahnesinde dönen senaryoda sadece figüran oldukları için mi?
Bu soruların cevabı, ne haber bültenlerinde ne de diplomatik açıklamalarda var. Cevap, hâlâ suskun olan toplumların sesinde gizli. Belki de artık konuşma zamanı gelmiştir.
Hacı Ahmet Şimşek
Share this content:
Yorum gönder