Şimdi yükleniyor

Hacı Ahmet Şimşek: ABD ve ULU TÜRKİSTAN…

Washington’daki zirvede Donald Trump, Ulu Türkistan coğrafyamızın beş ülkesi Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Tacikistan liderlerini bir araya getirdi. Bu buluşma, ABD’nin bölgeye yeniden nüfuz etme arayışının açık bir göstergesi niteliğinde. Fakat zirvenin asıl dikkat çekici sonucu, Kazakistan’ın Abraham Anlaşmaları’na katılacağını duyurmasıydı. Bu karar, yüzeyde diplomatik bir açılım ya da yeni bir barış hamlesi gibi görünse de, derininde ciddi stratejik soru işaretleri ve tutarsızlıklar barındırıyor.

Kazakistan uzun yıllardır “çok yönlü dış politika” anlayışını savunuyor. Bu anlayış, Rusya, Çin, Batı ve Ulu Türkistan ülkeleri arasında dikkatli bir denge kurmayı gerektiriyor. Ancak Abraham Anlaşmaları’na katılmak, bu denge siyasetinin yönünü fark edilir biçimde değiştiriyor. Zira söz konusu anlaşma, esasen ABD merkezli bir diplomatik platform. Kazakistan’ın bu platforma dâhil olması, sembolik bir jestten çok, büyük güçler arasındaki safların yeniden şekillendiği bir dönemde net bir pozisyon alma anlamına geliyor.

Bu durum, özellikle Rusya ile ilişkiler bağlamında ciddi sonuçlar doğurabilir. Kazakistan, tarihsel ve ekonomik bağları gereği Moskova ile yakın temas hâlinde. Bu nedenle Washington’la kurulan bu tür yeni diplomatik hatlar, Rusya tarafından stratejik bir kayma olarak yorumlanabilir. Üstelik Kazakistan’ın güvenlik mimarisi ve enerji altyapısının önemli bölümü hâlâ Rusya’ya entegre durumda. Bu denklemde Abraham Anlaşmaları’na katılmak, Moskova açısından yalnızca sembolik bir jest değil, bölgesel etki alanına dâir bir meydan okuma olarak algılanabilir.

Kazakistan yönetimi kararı ekonomik gerekçelerle açıklıyor. Zirve sırasında 17 milyar dolarlık yatırım ve iş birliği anlaşmaları imzalandı. Bu, elbette azımsanacak bir miktar değil. Fakat ekonomi ile jeopolitik denge arasındaki çizgi, bazen ince bir çizgidir. Kısa vadeli ekonomik kazançlar, uzun vadede stratejik bağımsızlığın bedeline dönüşebilir. Dış politikada temel mesele, kiminle anlaştığın değil, hangi şartlarda anlaştığındır. Eğer bu şartlar bir ülkenin karar alma özgürlüğünü zedeliyorsa, kazanç değil, yeni bir bağımlılık doğar.

Kazakistan’ın Abraham Anlaşmaları’na katılımı, bölge ülkeleri arasında da yankı bulacaktır. Zira Ulu Türkistan coğrafyasının geleceği, artık sadece yeraltı kaynaklarına değil, dış politikada sergilenen denge ve öngörüye de bağlı. Bu bağlamda Kazakistan’ın attığı adım, diğer ülkeler için bir örnek değil, dikkatle incelenmesi gereken bir uyarı niteliği taşıyor. Çünkü denge siyaseti, büyük güçlerin istediği yönde eğilmek değil, gerektiğinde direnebilmekle anlam kazanır.

Sonuçta mesele, kimin masasında oturulduğu değil, o masada ne kadar kendi çıkarını savunabildiğindir. Kazakistan, tarihsel olarak bölgesinin en istikrarlı ve temkinli aktörlerinden biri olageldi. Ancak Washington’daki bu adım, bu istikrar çizgisini zedeleyebilir. Büyük güçlerin geçici alkışları, ulusal bağımsızlığın kalıcı değerine denk olamaz. Gerçek kazanç, dışarıdan gelen yatırımlarda değil, içeriden korunan denge duygusunda gizlidir. Kazakistan bugün bir tercih yaptı; fakat bu tercihin gelecekte bedelini kimin ödeyeceğini zaman gösterecek.

Share this content:

Yorum gönder