Nükleer bilimci ve İran nükleer programının kara kutusu Muhsin Fahrizade’nin öldürülme haberini aldığında İran Dini Lideri Ali Hamaney, ikisi arasındaki farklara rağmen kendisini Kasım Süleymani’nin öldürülme haberini aldığı zamana benzer bir durumda buldu. Süleymani kendisine daha yakındı ve bölgeye devrimi ihraç etme hayalinin muhafızıydı. Fahrizade’nin de nükleer hayalin Süleymani’si olduğuna inananlar var. İki hadiseyi birbirine bağlayan nokta, Süleymani’nin Donald Trump’ın emriyle, Fahrizade’nin ise Beyaz Saray’ın yeni efendisi Joe Biden’ın görevini teslim almasına kadarki ateşli haftalardan yararlanarak Binyamin Netanyahu’nun verdiği direktifle gerçekleştiğine inanılması.
Abartı, bölgemizde köklü bir gelenektir. Hadiseleri gerektiğinden fazla büyütür, hemen tepkiler ve bedeller hakkında spekülasyonlarda bulunmaya başlarız. Bölgemiz de buna yardımcı olur. Zira bitmeyen düşmanlıkların, teslim olmuş görünen ama emekli olmayan silahların bölgesidir. Eski ve yeni kanlı şölenlerden hiçbir şey öğrenmeyen darbelerin ve tehlikelerin bölgesidir.
Abartıyı bir kenara bırakırsak, ne kadar parlak olursa olsun herkesin bir alternatifi vardır. Ne kadar önemli olursa olsun her tesis yeniden kurulabilir. Zor olan, imajın aldığı yaraları iyileştirmektir. Rejimin veya efendisinin ya da iplerini ellerinde tutan mekanizmanın imajını onarmaktır. İran’ın bu yılı iki büyük yara ile kapatmaya hazırlandığını söylersek mübalağa etmiş olmayız. Yıla birinci yara ile başladı. Bu, özellikle ülkelerin ve başkentlerin kimliklerini değiştirmesinden sonra dostlarının kendisinden sanki İran devriminin Che Gueverası gibi bahsettikleri General Süleymani’nin Bağdat’ta ABD tarafından öldürülmesiydi. Tahran’ın bu boyutta bir yaraya paralel bir karşılık verebildiğine inanmak zor. Bu nedenle kendisinden stratejik sabırın yanı sıra “ygun zaman ve mekanda ifadesini defalarca duyduk.
Büyük olasılıkla İran, herhangi bir ABD başkanının Süleymani’yi öldürme kararı almasının uzak bir ihtimal olduğunu düşünüyordu. Onun hedef alınması, Usame bin Ladin ya da Ebubekir Bağdadi’nin hedef alınmasından farklıydı. İran, sürprizleriyle ünlü Donald Trump’ın bile, “İran Hilali” haritası üzerinde zafer dansları eden kişiyi hedef alarak “kırmızı çizgiyi” aşmaya cesaret etmeyeceğini sanıyordu. Ne var ki, öldürülmesinden sonra Irak’ta Amerikalıları hedef alan sistemli saldırılar, rejimin imajının aldığı darbeyi karşılayacak boyutta olmadı. Bu nedenle yara sızlamaya devam etti. Trump bununla yetinmeyip İran’a karşı “azami baskı” politikasını sürdürerek, ekonomisine, kurum ve kollarının finansman ağına zarar verdi.
Provokatör bir tavırla her zaman İran’ı zor seçenek ile karşı karşıya bıraktı. Daha fazla kaybetmeyi sineye çekmek ya da orantısız kapsamlı bir savaşa girişmek. Beyaz Saray’ın efendisinin ne kadar iler gidebileceğini tahmin etmenin zorluğu, Tahran ve müttefiklerini Süleymani’nin öldürülmesine karşılık sayılabilecek büyük bir saldırı düzenlemekten caydıran bir unsur oldu. Aslında Trump’ın İran’a indirdiği ilk darbe, kendisi için tarihi bir fırsat oluşturan nükleer anlaşmadan çekilmesiydi. Bu anlaşma tarihi bir fırsattı, çünkü İran’ın bölge ülkelerine yönelik saldırılarına ve balistik füze cephanesine değinmeden nükleer kısıtlamalara karşılık kendisine uygulanan yaptırımları kaldırmayı kabul ediyordu.
ABD ve İran’ın birbirlerine indirdikleri karşılıklı darbeler, Humeyni devriminin yaşı kadar eskidir. Ancak Trump döneminde ABD tarafının darbeleri benzeri görülmemiş bir boyut kazandı. Bu, eski yaralara karşılık kırmızı çizgileri hiçe sayma şeklinde tanımlanabilir. İran’ın ABD’yi hedef alan uygulamaları, Tahran’daki büyükelçilik çalışanlarının rehin alınması ile başladı ve Beyrut’ta ABD deniz piyadeleri üssüne düzenlenen bombalı saldırıyla devam etti. Büyükelçilik çalışanlarının rehin alınması, uluslararası yasaların belirlediği ve çatışma durumunda bile geçerli olan kırmızı çizgilerin fiilen yok sayılması anlamına geliyordu.
Öte yandan, İsrail ilk kez İran topraklarında bir nükleer bilimciyi hedef almıyor. Geçen 10 yılın başında da bunu yapmıştı. Son saldırıda yeni olan, hedefin adı ve önemidir. İki yıl önce Mossad’ın İran’dan çaldığı nükleer belgeleri açıklarken Netanyahu tarafından açıkça hedef gösterilmesine rağmen ülkesinin yetkililerinin kendisini koruyamamasıdır. İsrail’in İran topraklarına sızma kapasitesidir. Zira bu boyutta bir saldırının, patlayıcı ve silahları, İran’a girişi ve çıkışı temin edecek bir altyapıya gereksinimi vardır. Yani içeriden bir iş birliğine veya sızıntıya ihtiyacı vardır. Bir diğer yenilik, zamanlamasıdır. Yani Trump’ın görev süresinin sona ermesinden haftalar önce gerçekleşmiş olmasıdır. Bu, Biden yönetiminin, ABD’nin nükleer anlaşmaya dönmesini zorlaştıracak yeni gerçekliklerle karşı karşıya kalabileceği anlamına geliyor.
El-Kaide’nin üst düzey liderlerinden Ebu Muhammed el-Mısri’nin Tahran’da suikasta uğramasıyla, İranlı organlara yöneltilen eski suçlamaların (el-Kaide ile bağlantısına ilişkin) doğrulanması, Fahrizade suikastının İran üzerindeki etkisini daha da artırdı. Bu suikast ayrıca, İsrail’in Suriye topraklarındaki İran konumlarını açıkça hedef almayı sürdürdüğü bir zamanda yaşandı. Bu saldırılar ABD’nin desteğine sahip ve pratik olarak Rusya tarafından da kabul görüyor.
İsrail’in tekrarlanan hava saldırılarına rağmen İran, ne Suriye ne de Lübnan cephesinden benzer güçte bir karşılık veremedi. Bu, İran’a yeni çatışma kuralları dayatılmaya veya ona karşı yeniden caydırıcılık kartının kullanılmaya çalışıldığını gösteriyor. Uzmanlar, İran’ın Suriye topraklarından bir füze saldırısı düzenlemesini Rusya’nın desteklemesinin söz konusu olamayacağını söylüyorlar. Suriye ordusunun kendi topraklarından gerçekleşecek böyle bir saldırının muhtemel sonuçlarına katlanamayacağını da kaydediyorlar.
Lübnan’ın yaşadığı tam çöküşün, Hizbullah’ın Lübnan topraklarından büyük ve kapsamlı bir saldırı ile karşılık vermesini engellediğine dikkat çekiyorlar. Bütün bunlara ek olarak, bu suikast, İran’ın politikalarından kaynaklanan ortak endişe temelinde İsrail ile BAE ve Bahreyn arasında kurulan diplomatik ilişkilerin temsil ettiği büyük bölgesel dönüşümden sonra yaşandı. Pratikte bu, İran’ın yıllar önce başlattığı bölgenin önde gelen ülkelerine yönelik kapsamlı kuşatma programında büyük çatlaklar meydana geldiği anlamına geliyor. Ortadoğu, şimdi kırmızı çizgileri olmadan yaşıyor. Bazı haritaları artan korkuların ve değişen önceliklerin ortasında iç savaşlar, mezhepçi nefretler veya dış müdahalelerin alevleriyle yanıyor. İhlal edilen sınırlar, esir alınan şehirler, değiştirilen özellikler, suikastlar ve hava saldırıları ile bölgede kırmızı çizgiler ortadan kalktı. Bu durumda endişelerin artması, her başkentin kapıları sonuna kadar açılabilecek savaştan ve yangından uzak kalmayı umması doğaldır.