KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. İran
  4. »
  5. Gassan Şerbil: Hameneyin zor günleri

Gassan Şerbil: Hameneyin zor günleri

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 5 dk okuma süresi
22 0

İran büyük ve kadim bir ülkedir.

Bölgenin, Hürmüz Boğazı’nı kapatma tehditleri ve Kızıldeniz’deki Husi füzelerinin desteklenmesi söylemlerinden uzakta İran’ın istikrarlı ve müreffeh olmasını istemesi kendi çıkarınadır.

Humeyni’nin devrimi sadece İran’da gerçekleşen büyük bir değişim değildi.

Anayasasında bölgedeki güç dengelerini altüst edecek bir proje yer alıyordu ve devrimi ihraç etme maddesi açık ve netti.

Ortadoğu’nun 1979 Devrimi zaferinden bu yana tarihinin en uzun devrimini yaşadığını söylemek abartı olmaz.

İran-Irak Savaşı devrimi 8 yıl durdurdu, ancak bu savaştan sonra kaldığı yerden devam etti.

Saddam Hüseyin, Irak duvarının yıkılmasıyla İran nüfuzunun Fas sınırlarına kadar uzanacağını söylüyordu.

Humeyni’nin devrimi Büyük Şeytan ile temas hattında doğdu.

Dini Lider Ali Hamaney eski sahneleri mutlaka hatırlıyordur.

Devrimin evlatları Tahran’daki ABD büyükelçiliğine baskın düzenleyerek, en uzun rehin alma operasyonuyla zalim ve güçlü ABD’yi aşağılamışlardı.

1983 yılında Beyrut’un nasıl büyük bir patlamaya uyandığını da hatırlıyordur.

Çok uluslu güçler kapsamında burada görev yapan ABD Deniz Piyadeleri kışlasını ve Fransız birliğini hedef alan iki patlamada yüzlerce kişi ölmüştü.

Büyük Şeytan askerlerinin cesetlerini sırtlayıp Lübnan’ı terk etmişti. 2006’da yaşananları da unutmamıştır.

General Kasım Süleymani’nin Lübnan topraklarından yönettiği, Lübnan Hizbullahı ile İsrail arasında yaşanan savaşı hatırlıyordur.

Savaş, Refik Hariri suikastının ardından Hizbullah ve Suriye’ye uygulanan kuşatmayı kırmıştı.

Ayrıca Süleymani’nin, Irak’taki Amerikan işgal güçlerine kan kaybettirme sürecini yönettiğini ve Bağdat’ta milisler dönemini başlattığını da hatırlıyordur.

Hamaney, Devlet Başkanı Beşşar Esad’ı Muammer Kaddafi, Ali Abdullah Salih, Hüsnü Mübarek ve Zeynel Abidin Bin Ali ile aynı kaderi yaşamaktan kurtarmak dahil olmak üzere pek çok başarısını sayabilir.

Dini Lider generallerinin, 4 Arap başkentinin anahtarlarının Tahran’da olduğunu övünerek söylediğini duymuştur.

Dini Lider başka sahneler de hatırlayabilir. Barack Obama, İran’la nükleer anlaşmaya varmak konusunda istekliydi.

İranlı müzakereciler, bölgesel faaliyetlerini ve füze envanterlerini müzakerelerin dışında tutmayı başarmışlardı.

İran büyük devrimin aşamalarını izlemeyi sürdürdü ve Saddam Hüseyin’in devrilmesi, Süleymani’nin Tahran’dan Bağdat ve Şam üzerinden Beyrut’a uzanan yolu açmasının zeminini hazırladı.

Kasım Süleymani’nin Donald Trump’ın ilk döneminde verdiği talimat ile öldürülmesi acı bir darbeydi ama devrim projesini durduramadı, önünü kesemedi.

İran, ekonomik sıkıntılarına rağmen, vekillerine silah ve para sağlamak için elinden geleni yapıyordu.

Haritaları ve bölgeleri füzelerle, insansız hava araçlarıyla kuşatmaktan çok mutluydu.

Tahran’da milisler imparatorluğunun artık tehdit altında olmadığı ve genişlemeye hazır olduğu hissi vardı.

İsrail’in büyük bir savaşın bedelini ödeyemeyeceği düşünülüyordu.

Direniş koridorlarında, “büyük darbenin” bir gün İbrani devletini hazırlıksız yakalayacağı ve örümcek ağından daha zayıf olduğunu ortaya çıkaracağı söylentileri dolaşıyordu.

Çin’in yükselişinden kaygılanan ABD’nin Ortadoğu’da büyük ve maliyetli bir darbeye girişmeyeceğini düşünüyordu.

İran ve müttefikleri, ABD’nin İsrail’in güvenliğine olan bağlılığının derinliğini yanlış değerlendirdiler.

Yahya Sinvar “Aksa Tufanı” operasyonunu düzenlediğinde ve Hasan Nasrallah da destek cephesini harekete geçirdiğinde “büyük saldırının” başladığı düşünülüyordu.

Günler iki türlüdür.

Bir gün senin lehine, bir gün de sana karşıdır.

İran birdenbire kendini son gün ile karşı karşıya buldu.

Korkunç sahneler ve acı haberler geliyordu.

İsrail’in Hamas lideri İsmail Heniyye’ye Tahran’da suikast yapması basit bir iş değil.

Gazze’nin kan gölüne dönmesi ve İran’ın onu kurtaramaması kolay değil.

En acısı da Nasrallah’ın Beyrut’ta suikasta uğraması ve İran’ın Hizbullah’ı kurtarmasının imkânsız hale gelmesidir.

Husi füzeleri hareket geçti ama ne Gazze’yi ne de Lübnan’ı kurtaramadı.

İran bölgesel savunma hatlarının çöktüğünü gördü.

Hamas büyük bir darbe aldı.

Aynı şey Hizbullah için de geçerli.

Suriye halkasının kaybı da azımsanmayacak kadar yıkıcı oldu.

İsrail uçakları İran’a hava saldırıları düzenledi ve hava savunmasını imha etti.

Tahran, saldırılara devam etmenin, her zaman kaçınmaya çalıştığı bir tuzağa, yani ABD ile savaşa adım atmak anlamına geldiğini keşfetti.
Gassan Şerbil Şarku’l Avsat Genel Yayın Yönetmeni

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir