KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Türkiye
  4. »
  5. Fırat Kalkanı ve Türkiye’nin çoklu kazanım stratejisi

Fırat Kalkanı ve Türkiye’nin çoklu kazanım stratejisi

Hasan Oktay Hasan Oktay - - 10 dk okuma süresi
309 0

Türkiye’nin 24 Ağustos’ta başlattığı, ilk etapta Cerablus’un ele geçirildiği, 90 kilometre eninde ve 40 ile 45 kilometre derinliğinde bir hedefin öncelikli olarak ortaya konduğu ve devam etmekte olan Fırat Kalkanı Operasyonu, askeri boyutu ve Suriye politikasındaki yeni yaklaşımı göstermekle beraber aynı zamanda dönüşen genel dış politik konumlanma açısından da önemli veriler sunmaktadır.
İlk etapta operasyonun hemen öncesindeki süreci ele almak gerekmektedir. Bilindiği üzere 2013’ten bu yana farklı görünürlükte ve farklı seviyelerde devam eden İsrail’le normalleşme çabaları Haziran 2016 itibariyle uzlaşı metniyle beraber büyük aşama kaydetmişti. Yaklaşık olarak eşzamanlı biçimde Türkiye’nin genel dış politik yeniden değerlendirme süreci sonrası Rusya ile normalleşme çabaları operasyon açısından direkt etkiyi de haiz olması bakımından önemlidir. 9 Ağustos’ta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya ziyareti sonrası bu ilişkide de normalleşme evresine girilmiş, bu normalleşme Kasım 2015’teki jet krizi sonrası Türkiye’ye fiili olarak kapanan Suriye hava sahasını da tekrar açmıştır. Bu normalleşme ile Türkiye ve ABD arasında 2015 Temmuz’unda üzerinde uzlaşılan Azez-Cerablus arasında güvenli bölge oluşturulmasının önündeki en önemli engellerden biri de kalkmıştır. Buna ilaveten yine Ağustos ayında Türkiye’ye gelen İran Dışişleri Bakanı Zarif’in ziyareti bu resme eklendiğinde Türkiye’nin hem genel itibariyle dış politik konumlanmasını hem de özelde Suriye politikasını yeniden gözden geçirme yolunda bir girişim ortaya koyduğu söylenebilir. Operasyonun bu yoğun diplomasi trafiğinin hemen akabinde gelişi tesadüfi bir zamanlama olarak gözükmemektedir.
BM SÖZLEŞMESİNİN 51. MADDESİ’NE UYGUN MÜDAHALE
İşte bu sürecin askeri tamamlayıcısı olarak değerlendirilebilecek Fırat Kalkanı Operasyonu’nda 24 Ağustos’tan şu ana kadar 900 kilometrekarelik bir bölge temizlenmiş ve Operasyonun henüz 12. gününde Azez-Cerablus hattı birleştirilerek IŞİD’in Suriye-Türkiye sınır hattında kontrol ettiği bölgeler ele geçirilmiştir. Operasyon kapsamında 800’den fazla hedef 4700’ü aşkın atışla vurulmuş, 26 mayın ve 968 EYP imha edilmiştir. İlerleyişin gerçekleştiği bölgelerde AFAD ve Kızılay insani yardım faaliyetlerine tüm hızıyla devam etmektedir. Operasyon neticesinde şu ana değin yaklaşık 25 bin mültecinin evlerine dönüşü sağlanmıştır. Türkiye, operasyonu uluslararası hukuki zemin bağlamında BM Sözleşmesi’nin 51.maddesine ve dolayısıyla kendi “meşru müdafaa” hakkına dayandırmaktadır. Türkiye, Suriye toprak bütünlüğü ve egemenliğine duyduğu saygı çerçevesinde yerel muhalif gruplara verdiği destekle Suriye’nin kendi halkının ele geçirilen bölgeleri kontrol etmesine olanak sağlamıştır.
Operasyon, IŞİD’i öncelemekle beraber PYD’ye de önemli bir gözdağı niteliğindedir. IŞİD boyutu dikkate alındığında operasyonun IŞİD’e karşı koalisyonun çabaları dahilinde önemli bir kazanım olduğu görülmektedir. Bununla beraber, ABD ve AB’nin terör örgütü olarak listelediği PKK’nın Suriye kolu olan PYD’nin, ABD’nin de bu konuda Türkiye’ye verdiği vaatlere karşın Fırat’ın batısına ilerleyişi bu operasyonu gerekli kılan en önemli saiklerden biridir. Özellikle Menbiç’in PYD tarafından kontrol edilmesinden sonra Menbiç-El-Bab-Afrin hattı üzerinden PYD Koridoru’nu kurmaya çalışacağı öngörüsü Türkiye’nin müdahalesinin temellerinden birini oluşturmuştur. ABD her ne kadar Fırat Kalkanı operasyonunu müteakip PYD’nin Fırat’ın doğusuna çekildiğini öne sürse de Türkiye bu durumun kendi kaynaklarınca doğrulanması gereği üzerinde durmuş ve böyle bir doğrulamanın alınamadığı ve dolayısıyla PYD Fırat’ın doğusuna çekilinceye kadar mücadele edileceği vurgulanmıştır.
TÜRKİYE’NİN BÖLGESEL MESAJI
Fırat Kalkanı, önümüzdeki muhtemel El-Bab ve Rakka süreçleri nasıl gelişirse gelişsin özellikle Musul Operasyonu’nun detaylarının konuşulduğu şu günlerde Türkiye’nin Suriye sınırlarını aşan bölgesel bir mesajı olarak da algılanmalıdır. Türkiye bu operasyonla bölgede gereği halinde sahaya önemli kuvvet aktarımı ile inme iradesini ortaya koymuştur. Musul Operayonu’na katılacak grupların ve bunların ne oranda güçle katılacağının tartışıldığı bir dönemde Türkiye’nin kendisinin memnun olmadığı alan kazanımlarına cevap verme kararlılığı (PYD örneğinde olduğu gibi) de bu operasyonla gösterilmiştir. Suriye Türkmen Meclisi Başkanı Emin Bozoğlan ve Suriye Türkmenleri Derneği Başkanı Ekrem Dede’nin operasyondan duydukları memnuniyeti dile getirmesi ve operasyonun Suriye’deki Türkmenlere “nefes aldırdığı”na dair açıklamaları da yapılan hamlenin Suriye’nin asli unsurlarından olan Türkmenler açısından önemine işaret etmektedir.
Operasyonun geleceği adına uluslararası camia ve bölgesel güçlerin tutumu da önem arz etmektedir. Zira bu cephede karşılaşılabilecek muhalefet yahut direnç, operasyonun uzamasına, sahadaki dengelerde değişiklikler olmasına ve maliyetin artmasına sebep olabilecektir. Bu bağlamda operasyonu müteakip cılız da olsa İran ve Rusya’dan gelen itirazları ve nispeten daha kuvvetli biçimde Irak ve Suiye’den gelen tepkileri gözden kaçırmamak gerekir. Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Maria Zaharova, Türkiye’yi IŞİD’le mücadele eden etnik gruplarla mücadelesi konusunda uyarırken uyarının PYD’yi işaret ettiği oldukça açıktır. Suriye Dışişleri Bakanlığı, operasyonu “Suriye egemenlik haklarının ihlali olarak nitelemiştir. İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Behram Kasımi de tüm ülkeleri Suriye toprak bütünlüğüne ve egemenlik haklarına saygı göstermeye çağırmış, Türkiye’nin dahlinin durumu daha karmaşık hale getireceğini ifade etmiştir. Irak Dışişleri Bakanı İbrahim Caferi de operasyona yönelik eleştirilerine ilaveten Türkiye’nin Kuzey Irak’a benzer bir hamlesine kesinlikle karşı çıkılacağını ifade etmiştir.
KAPSAMLI VE BAŞARILI UYGULAMA
Türkiye’nin özellikle Irak ve Suriye sahasında farklı görünürlük seviyelerinde attığı her adımın bölgede en önemli rakiplerinden biri olarak değerlendirilen İran’da tepki uyandırması reelpolitik açısından sürpriz bir durum değildir. Bu operasyonda Türkiye’nin hamlesini İran açısından farklı kılan nokta Türkiye’nin ilk kez proxy/vekil kullanımını bu denli kapsamlı ve başarılı uygulamasıdır. Bilindiği üzere İran bölgede “proxy war/vekaleten savaş” yoluyla doğrudan-dolaylı finansal, askeri vs. aktarımlar yoluyla bağlantılı olduğu gruplar üzerinden bölge ülkelerinde etki alanını genişletme noktasında önemli adımlar atmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’nin bu yöntemi ilk kez bu açıklıkta ve beklenenden çok daha başarılı biçimde kullanması uzun vadede İran açısından üzerinde durulması muhtemel bir noktadır. Buna ilaveten hain darbe girişiminin kahraman komutanlarından Özel Kuvvetler Komutanı Korgeneral Zekai Aksakallı’nın bizatihi sahadaki görüntüleri, Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani üzerinden yürütülen İran merkezli bölgesel propagandaya da önemli bir karşılık mahiyetindedir. İki gücün yaklaşan Musul Operasyonu bağlamında Haşdi Şaabi’nin katılımı, El-Bab, Rakka ve Halep üzerinde etkinlik mücadelesi gibi konularda da önümüzdeki dönemde yeni gerilimler yaşayacağını tahmin etmek güç değildir. Burada belirleyici olan tarafların caydırıcılık odaklı bir çizgi mi izleyeceği, masada birbirlerine kabul edilebilir alanlar mı açacağı yoksa proxyleri üzerinden cephe almayı mı benimseyecekleridir. Aslında iki ülkenin bu üç yolu birden izlemesi de oldukça olasıdır. Buna karşın birbirlerine direkt cephe almaktan ekonomik ilişkileri dolayısıyla imtina edecekleri öngörülebilir.
Türkiye, yeni dönemde masada gücünü gerçekçi biçimde ele alıp sahada bunu hangi güçlerle gerekli irtibatı sağlayarak yansıtabileceğini hesap ederek azalan manevra kabiliyetini artırmaktadır. Bu manevra kabiliyetindeki artışın en önemli sahaya yansımalarından biri olan Fırat Kalkanı operasyonu şu ana değin elde edilen başarılarla beraber önümüzdeki dönemde IŞİD’le mücadele kapsamında atılacak her adımda ve PYD gibi yapılanmaların alan kazanımlarına karşı Türkiye’nin bölgede oyuna ne denli dahil olduğunu ve ne denli etkin biçimde sahaya döndüğünü gösteren oldukça önemli bir askeri-siyasi hamle olarak görülmelidir.

Göktuğ Sönmez

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir