KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Azerbaycan
  4. »
  5. Ferhat Aznevi Karabağ savaşının kitabını yazdı

Ferhat Aznevi Karabağ savaşının kitabını yazdı

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 31 dk okuma süresi
384 0

Ankara Barosu Üyesi Avukat Ferhat Aznevi’ye Azerbaycan Devleti’nden Gururlandırıcı Ödül.

Avukat Ferhat Aznevi nin, Merkezimiz Genel Başkanı Prof. Dr. Hasan Oktay’ın önerisiyle kitaplaştırılan “Hukuksal Boyutuyla Türkiye ve Azerbaycan’ın Ortak Ermeni Sorunu, Yukarı Karabağ ve 10 Kasım 2020 Antlaşması” isimli eseri Mayıs ayında Türkiye Barolar Birliği tarafından yayımlandı. Akabinde 28 Haziran’da , Türkiye Azerbaycan Dostluk Dayanışma ve İşbirliği Vakfı’nda düzenlenen törenle Avukat Ferhat Aznevi’ ye, Azerbaycan Hükümeti üyesi Diaspora Bakanı Sayın Fuad Muradov tarafından takdim edilen ödülle; Azerbaycan’ın ulusal davasına, yazdığı akademik kitabı ile uluslararası hukuk mecrasında verdiği katkı ve destek için hükümet adına teşekkür edilmiştir. Bizde Kafkassam olarak Sn. Aznevi’ yi hem ülkemiz hemde kardeş Azerbaycan’ın uluslararası hukuk mecrasındaki davasına katkı sunan kitabı ve bu anlamlı ödül vesilesiyle kutluyoruz.
“Hukuksal Boyutuyla Türkiye ve Azerbaycan’ın Ortak Ermeni Sorunu, Yukarı Karabağ ve 10 Kasım 2020 Antlaşması” isimli kitapta; Avukat Ferhat Aznevi, sözde Ermeni soykırımı iddialarının hukuksal boyutuyla geçersizliğini, Ermenistan’ın tezlerini de gözönüne alınarak, gerekçeleriyle ortaya konuyor.
Kitapta Ermenistan’ın Azerbaycan ve Türkiye’den toprak taleplerine konu olan tezleri, 1915 tehciri ve 1918 Brest-Litowsk barışından itibaren, bugüne kadarki antlaşmalarla birlikte, orijinal metinlerden yararlanılarak hukuki çerçevede değerlendirilmiştir. Her biri tez konusu olabilecek konu başlıkları temel referans noktalarıyla ele alınmış olup bu kapsamda, Trabzon Konferansı, Batum Antlaşmaları, İstanbul Konferansı, Gümrü Antlaşmaları, Mondros Ateskes Antlaşması, Sevr Barış Antlaşması teşebbüsü, Moskova ve Kars Antlaşmaları ile diğer bölgeyle ilgili antlaşmalar sırasıyla incelenmiştir. Bu kitabın ele aldığı temel konulardan biri olan 1915 tehcir –esasen iskan hareketine- ilişkin, sözde soykırımı savunanların iddialarına dayanak gösterilen Malta gözaltıları, Talat Paşa cinayeti ve 1918-1920 yıllarında Divan-ı Harb-i Örf-i Mahkemeleri’nde yapılan yargılamalar; Almanya’nın 1915 tehcir kararıyla ilgili bugünkü sorumluluğu ile birlikte ele alınmıştır.
Öte yandan, Ermenistan’a göre;
Türkiye ve Azerbaycan’ın sınırlarını çizen Moskova ve Kars Antlaşmaları’nı imzalayan Ankara hükümeti sadece bir sivil toplum örgütüdür(!), uluslararası hukuk süjesi değildir. Bu antlaşmaları imzalayan Moskova ve Erivan temsilcileri de yetkisizdir. Misak-ı milli topraklarını İstanbul hükümeti temsil etmekte, Sevr Antlaşması ise güya hukuken yürürlüğe girdiğinden, Sevr’ e dayanarak Wilson tarafından çizilen sözde Batı Ermenistan toprakları yani Doğu Anadolu ve Nahçıvan, tazminatlarla birlikte geri verilmelidir. İşte Avukat Aznevi Ermenistan’ın bu hukuksuz tezlerini hukuki temelde çürütüyor. Sözde Batı Ermenistan Cumhuriyeti’nin 2015 yılında Rusya uçağının düşürülmesinden hemen sonra Rusya Federasyonu Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvurunun reddine dair karar ise kitapta ilk defa gündeme getiriliyor.
Ayrıca Erivan’ın 1918 Batum Antlaşmaları sonrasında Ermenistan’a şarta bağlı olarak devredilmesinin geçerliliği bugünkü koşullarda hukuksal dayanaklarıyla ele alınıyor.
kitabın ikinci bölümünde Yukarı Karabağ’ın neden özel bir statüye tabi olmadığına, 1977 Sovyetler Birliği Anayasası, 1979 Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Anayasası çerçevesinde yer veriliyor. Son kısımda ise Hukuksal boyutuyla 10 Kasım 2020 Antlaşması ve Rusya ile Türkiye’nin statüsü ele alınıyor.
Moskova ve Kars Antlaşması’nın 100’üncü yılına girilirken, Türkiye’nin Azerbaycan’a bağlı Nahçıvan üzerinde garantörlük hakları, Nahçıvan’ın bağlı toprağı, Ermenistan sınırları içinde kalan eksklav Kerki bölgesi çerçevesinde değerlendiriliyor.
Aznevi, çalışmasında, Kerki bölgesindeki işgalin sonlandırılması için Kars Antlaşması kapsamında Türkiye’nin fiili müdahalede bulunabileceğini gerekçeleri ile açıklıyor. 44 günlük Karabağ Savaşı’nda İskender-M Balistik Füzesi de dahil olmak üzere Ermenistan toprakları içerisinden gerçekleştirilen savaş hukukuna aykırı saldırılar nedeniyle bu saldırıların devam etme tekrarlanma riski göze alınarak Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 51’nci maddesi uyarınca önleyici müdahale de incelenen konular arasında.
Azerbaycan medyası ve akademiyasında da da oldukça ilgiyle karşılanan ve Devlet katında ödüle layık görülen bu çalışmayla ilgili, Kafkassam olarak Sn. Ferhat Aznevi ile söyleştik:

Soru : Bu kitabı hangi düşüncelerle yazmak istediniz?
-1994’e kadar, tarihi Türk illeri olan Yukarı Karabağ bölgesindeki kayıpları hep birlikte yaşadık. Kafkas İslam Ordusu’nun Azerbaycan’ın çeşitli bölgelerindeki 14 Türk şehitliğinde yatan askerleri, Birinci Karabağ Savaşı’nın Yusif Mirzayev gibi kahramanları bizlere müşterek bir sorumluluk yüklemektedir; Azerbaycan ve Türkiye’nin karşısına çıkartılan ortak “Ermeni Sorunu” ile “birlikte” mücadele etmek hepimizin görevidir. Güney Kafkasya’da, Osmanlı ve Alman askeri zaferi sayesinde Rusya, 1918 Mart’ında Brest Litovsk Antlaşmasını imzalamaya razı olmuş ve bu sayede, Ermeniler tarihi Azerbaycan toprağı Erivan ve çevresinde Çarlık Rusyası’na bağlı bir idari bölgede etnik topluluk olarak yaşarken “Devlet” sahibi olabilmiştir. Haziran 1918 Batum Antlaşmaları’yla birlikte, Azerbaycan’ın Erivan’ın Ermenistan’a devrini kabul etmesiyle birlikte Ermenistan’ın bir başkente sahip olabildiğini de unutmayalım. 20. yüzyılın başlarında Ermeni halkı ve devleti, hem Azerbaycan hemde Anadolu Türklerinin topraklarında, baskı ve işgal aracı olarak “Büyük” devletlerce kullanılmaya çalışılmış, bu kirli siyaset Ermeni halkına büyük felaketler getirmiştir. Doğal olarak bu terör siyasetinin yüzyıllık mağdurları ise Anadolu ve Kafkas coğrafyasında, Ermeni kökenli terör gruplarının uyguladıkları katliamlara maruz kalan, kendi topraklarında yaşayan masum Türkler olmuştur. Hem Batı Azerbaycan’daki Ermenistan işgali hem de 1915 Ermeni tehciriyle ilgili asılsız iddialar ve Ermenistan’ın her iki ülkeden toprak talepleri, Türkiye ve Azerbaycan’ı ortak “Ermeni Sorunu” paydasında da biraraya getirmektedir. 27 Eylül’de başlayan, Azerbaycan’ın 44 günlük işgal altındaki topraklarını kurtarma savaşı sırasında da 4.000’nin üzerinde Ermeni genci, üzerlerindeki sözde bir devletin sözde üniformalarıyla, Karabağ ve çevresindeki Azerbaycan illerinde can vermiş, cenazeleri ise, uğruna hayatlarını kaybettikleri Artsakh isimli hukuksuz devleti tanıyamayan Ermenistan’ın kendi topraklarında defnedilmiştir. Ermeni halkı bu savaşta da büyük felaketler yaşamış, ülkeleri dahada fakirleşmiş, kıt kaynakları ve yardımlarla donattıkları ordunun envanterindeki silah ve araç kayıplarının, kendi mali olanaklarıyla giderilmesi neredeyse imkansız hale gelmiştir. Azerbaycan İkinci Karabağ Savaşı’nda, dışardan güdümlü politikalarla göğsüne saplanan “Ermeni hançerini” söküp atmış, geriye Stalin’in ifadesiyle, Azerbaycan ile Nahçıvan ve Türkiye arasına sokulan “Ermeni Takozu” yani Zengezur kalmıştır. İşte bu hassas tarihi süreçler yaşanırken, sahada kazanılan zaferin masada da kalıcı olmasına ve bölgede sadece Türkler için değil Ermeniler için de kalıcı bir barış ve huzurun sağlanabilmesine katkıda bulunmak amacıyla “Hukuksal Boyutlarıyla Türkiye ve Azerbaycan’ın Ortak ‘Ermeni Sorunu’ – Yukarı Karabağ ve 10 Kasım 2020 Antlaşması” adlı kitabı yazdım. Başlangıçta bir makale olarak yazdığım çalışmanın kapsamını Sn. Kafkassam Başkanı Hocam Prof. Dr. Hasan Oktay’ın önerisiyle genişletip kitaplaştırdım. Kendilerine teşekkürlerimi sunuyorum.
Bu vesileyle Türkiye Azerbaycan Dostluk Dayanışma ve İşbirliği Vakfı Başkanı Sn. Prof. Dr. Aygün Attar’a tıpkı Kafkassam gibi hem Azerbaycan hem de Türkiye açısından çok önem taşıyan çalışmaları için tebriklerimi sunuyorum.
2- Türkiye Barolar Birliği tarafından bastırılan kitabınızın İçeriği nedir? Neden bahsediyor?
-Azerbaycan ve Türkiye’nin ayrı ayrı, iki farklı “Ermeni Sorunu” yoktur. Bu güncel siyasetten bağımsız bir bölge gerçeğidir. Hem Türkiye hem de Azerbaycan aynı “Ermeni Sorunu” ile muhataptır. Tarih göstermiştir ki; Azerbaycan ve Türkiye’nin birbirlerinden ayrı ayrı bu sorunu çözebilmeleri mümkün değildir. Bugün hukuksuz sözde Batı Ermenistan Cumhuriyeti, Türkiye’nin doğusu ve Nahçıvan’ı talep etmektedir. 1918’de birinci Azerbaycan Cumhuriyeti, Anadolu ve Azerbaycan’ın evlatlarından oluşan Kafkas İslam Ordusu’nun Gence, Bakü ve Karabağ zaferleriyle devlet olarak kuruluşunu tamamlamış, varlığını sürdürmüştür. Birinci Dünya Savaşı’ndaki yenilgiyle, Kafkasya ve Doğu Anadolu’dan çekilmek zorunda kalan Osmanlı Ordusunun ardından, yeniden sıkıntılı günler yaşayan Azerbaycan’a bu sefer Mustafa Kemal Atatürk’ün Ankara Hükümeti destek olmuş, 1921 yılındaki Moskova ve Kars Antlaşmaları’yla -Ermenistan’ın tüm çabasına rağmen- Yukarı Karabağ ve Şerur, Delegez ile Nahçıvan, Azerbaycan’da kalmıştır. Hem Resulzade döneminde Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti, hemde Neriman Nerimanov döneminde Federatif Sosyalist Azerbaycan Cumhuriyeti, bağımsızlık savaşı veren genç Türkiye Hükümetine çok önemli yardımlarda bulunmuştur. 1917-1922 yıllarında Anadolu ve Güney Kafkasya Türkleri birbirlerine can simidi olmuş, boğulmaktan kurtarmıştır. İşte, o varolma savaşı verdiğimiz Birinci Dünya Savaşı’ndan günümüze kadar kitabımda Bölgenin sınırlarını çizen barış antlaşmaları konferanslar ele alınmış, Ermenistan’ın Azerbaycan ve Türkiye’den haksız toprak talepleri, sözde soykırım iddiaları ve uluslararası hukuk çerçevesinde Ermenistan tezlerine karşı bizim ileri sürmemiz gereken tezler birlikte değerlendirilmiştir. Bu çerçevede Ermenistan’ın Azerbaycan ve Türkiye’den toprak taleplerine konu olan tezleri, 1915 tehciri ve 1918 Brest-Litowsk barışından itibaren, bugüne kadarki antlaşmalarla birlikte, orijinal metinlerden yararlanılarak hukuki çerçevede değerlendirilmiştir. Bu kapsamda, Trabzon Konferansı, Batum Antlaşmaları, İstanbul Konferansı, Gümrü Antlaşmaları, Mondros Ateskes Antlaşması, Sevr Barış Antlaşması teşebbüsü, Moskova ve Kars Antlaşmaları ile diğer bölgeyle ilgili antlaşmalar sırasıyla incelenmiştir. Sözde soykırım iddialarına dayanak gösterilen Malta gözaltıları, Talat Paşa cinayeti ve 1918-1920 yıllarında Divan-ı Harb-i Örf-i Mahkemeleri’nde yapılan yargılamalar; Almanya’nın 1915 tehcir (iskan) kararıyla ilgili bugünkü hukuki sorumluluğu ile birlikte ele alınmıştır. Ermenistan’ın günümüzdeki hukuksuz sınır değişikliği taleplerine dayanak teşkil eden, Moskova ve Kars Antlaşmaları’nın geçersizliği iddiası da, yine Ermenistan’ın ileri sürdüğü gerekçelerle birlikte incelenmiştir. Son kısımda, Yukarı Karabağ’ın özerk bölge statüsünün Azerbaycan tarafından iptal edilerek Bakü’ye, diğer Azerbaycan illeri gibi idari açıdan bağlanması, dönemin Sovyetler Birliği ve Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti anayasaları kapsamında değerlendirilmiş, Birinci Karabağ Savaşı’nın ardından imzalanan 1994 Bişkek Ateşkes Protokolü ve 10 Kasım 2020 Ateşkes Antlaşması ele alınmıştır.
10 Kasım Antlaşması sadece bir ateşkes rejimini düzenlememektedir. Taraflara uluslarası hukuk tahtında kalıcı haklar tesis etmektedir. Örneğin Zengezur bölgesindeki ulaşım koridoruyla ilgili Azerbaycan’ın sahip olduğu kalıcı geçit hakları gibi. Bu çerçevede 10 Kasım Antlaşması sadece bir ateşkes Antlaşması değil kendine özgü tarafları bağlayan, yeni haklar sağlayan bir Antlaşmadır. Azerbaycan’da bir kesim bu antlaşma için hatalı olarak “Üçlü Antlaşma” ifadesini kullanmaktadır. Bu yanlış; Rusya sadece gözlemcidir, taraf ve garantör değildir. Bu böyle kalmalıdır.

Yeri gelmişken bazı hususlara değinmek istiyorum. Ermenistan Batum Antlaşmaları ile 1918’de verdiği taahhütlere uymamıştır. Bu nedenle Erivan’ı şarta bağlı olarak aldığı için, bu şartları yerine getirmeyen Ermenistan’ın Erivan’ı uluslararası Hukuka göre Azerbaycan’a iade etmesi gerekir. Bazıları 103 yıl önceki antlaşmaların şartlarına uyulmamasının bugüne etki etmeyeceğini düşünebilir. Ama Ermenistan bugün hala 1921 Moskova-Kars Antlaşmaları’nın geçersiz olduğunu ileri sürerek Kars, Ağrı, Nahçıvan ve Karabağ’ı talep etmektedir. Zengezur’da benzer şekilde hukuka aykırı müdahalelerle Azerbaycan’dan alınmıştır. Türkiye’nin garantörlük haklarına rağmen 1921’den sonra Nahçıvan’ın Türkiye’ye sınır bölgeleri de Ermenistan ’a verilmiştir. Üstelik Nahçıvan’a bağlı Kerki bölgeside bugün hala işgal altındadır. Hocalı Katliamı, 1948 Soykırımı Önleme Sözleşmesi’nden sonra gerçekleşmiştir. Faillerinin Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde tıpkı Serebrenica davasındaki gibi yargılanması gerekir. Birinci Karabağ Savaşı’nda Ermenistan, savaşın ve işgalin hukuki sorumluluklarından kaçmak için sözde Karabağ “Artsakh” devletini ileri sürmüştür. Ama 1994 Bişkek Ateşkes Antlaşması’nda Ermenistan Devleti’nin taraf olarak yeralması, Ermenistan’ın bu tezini çürütmüştür. Ermenistan tek başına Azerbaycan topraklarındaki işgal ve terörün bugünkü sorumlusudur.
Savaş Hukuku gereği tazminat yükümlülüğü bulunmaktadır. Yukarı Karabağ’ın Statü tartışmalarına gelirsek: Milli Meclis Başkanı Guliyev, 08.05.1994 günü Bakü’de, Bişkek Protokolü’nü imzalarken belgede geçen “alıkonulmuş” kelimesini “işgal edilmiş” ibaresiyle değiştirdi ve “Bu metnin beşinci paragrafında, “gözlemciler” kelimesinden önce “uluslararası” ibaresini ekledi. Ayrıca, belgenin bu nüshasına Karabağ Türkleri adına Bakhmanov’un adını yazdı. Böylece Bişkek Protokolü’nde Ermenilerin ileri sürdüğünün aksine, Karabağ’a özel statü verilmedi. Karabağ’da yaşayan Ermeniler sadece Karabağ’da yaşayan Türkler gibi bir kültürel toplum olarak bu protokol görüşmelerinde yeraldılar. Öte yandan 1991’de Azerbaycan “Ayrılma Kanunu” çerçevesinde bağımsızlığa geçiş yapmamış, öncül 1918–1920 yılları arasındaki Azerbaycan Cumhuriyeti’nin yeniden kurulması yönünde bir bağımsızlık kararı almıştır. Birlik üyesi bir Cumhuriyet olarak Azerbaycan, Sovyetler Birliği’nin 1977 Anayasası’nın 81. maddesi uyarınca “Ayrılma Kanunu’na” dayanmaksızın bağımsızlığını ilan etme hakkına sahiptir. Kaldı ki, Azerbaycan’ın bağımsızlığı elde edebilmesi için yegane hukuki yol “Ayrılma Kanunu” olsaydı dahi, yine Karabağ’ın bağımsızlık ilanı geçersiz olacaktı. Çünkü; “Ayrılma Kanunu” anayasaya aykırı olamazdı; Özerk bölgelerin refarandumla ayrılma kararı alabilmesi, Birlik devletlerinin sınırlarını koruyan anayasaya aykırıydı. Karabağ Özerk Bölgesi, “Ayrılma Kanunu’ndan” yararlanamazdı. Çünkü özerkliği hukuka uygun şekilde sona erdirilmişti. Karabağ Özerk Bölgesi’nde “Ayrılma Kanunu” çerçevesinde geçerli bir oylama yapılmamıştı. Sovyetler Birliği’nin dağıldığı 25.12.1991 itibariyle tıpkı diğer federal Sovyet yasaları gibi, “Ayrılma Kanunu” da geçerliliğini kaybetmişti.
Sovyetler Birliği 1977 Anayasasına göre, ulusların kendi kaderlerini özgürce belirlediği, eşit haklara sahip 15 cumhuriyetten oluşan çok uluslu federal bir devletti. Sovyetler Birliği’nin sona erdiği 1991’e kadar yürürlükte olan 1977 Anayasası’nın 81. maddesi uyarınca birlik üyesi her devletin egemenlik hakları devam etmekteydi. Özerk statünün kaldırıldığı 26.11.1991 tarihinde yürürlükte olan Sovyetler Birliği Anayasası’nın 78. maddesinde, Birliği oluşturan Cumhuriyetlerin topraklarının, ilgili devletlerin rızası olmadan değiştirilemeyeceği düzenlenmiştir. Buna göre Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin sınırları içerisinde yer alan Karabağ bölgesi bağımsızlık ilanıyla birlikte, Azerbaycan’ın tam egemenliği altında bulunmaya devam etmiştir. Karabağ’ın eski statüsüyle ilgili en önemli husus; Sovyetler Birliği Anayasası’na göre Karabağ’ın Nahçıvan, Dağıstan ya da Yakutsk gibi Otonom Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti olmamasıdır. Birlik anayasasının 84. maddesine göre anılan Otonom Cumhuriyetlerin onayı olmadan statüleri değiştirilemez, otonom yapıları kaldırılamaz. Oysa Karabağ, Birlik Anayasasının 86 ve 87. maddesi uyarınca “Özerk Bölge” statüsündeydi. Özerk bölgelerin statüsü, Otonom Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleriyle ilgili 84. maddedeki gibi anayasal korumaya sahip değildi. Üstelik Sovyetler Birliği anayasasının 79. maddesinde Cumhuriyetlerin kendi topraklarında bölgesel, il, ilçe gibi mülki sınırlarla ilgili tasarrufta bulunabileceği düzenlenmişti. Karabağ’ın “önceki” özerklik statüsünün anayasal olarak bağımsızlığa imkan vermediğini, Güney Osetya Özerk Bölgesi örneğinde de görmekteyiz.
Güney Osetya Halk Cephesi (Ademon Nykhas) 1988’de kuruldu. 10 Kasım 1989’da Güney Osetya Bölge Konseyi, Gürcistan Yüksek Konseyi’nden bölgeyi «otonom cumhuriyet” statüsüne yükseltmesini istedi .Güney Osetya Yüksek Konseyi, bağımsızlıklarına zemin hazırlamak için bu talepte bulunmuştu. Çünkü özerk bölgelerin, otonom cumhuriyetler gibi güçlendirilmiş bir statüde olmaması ve Birlik Cumhuriyetlerinin özerk bölgeler üzerindeki hakları, bağımsızlığa imkan vermeyeceği gibi, özerk bölge statüsüde bağlı oldukları Tiflis yönetimince değiştirilebilecekti. Görüldüğü üzere Azerbaycan her halde 26.11.1991 tarihi itibariyle, zaten otonom bir Cumhuriyet olmayan Karabağ’ı anayasal olarak mülki bir idari birime dönüştürme hakkına sahiptir. 10 Kasım 1920 Antlaşması’nda Karabağ’ın merkeze bağlı, özerk olmayan bu statüsünün aksine bir düzenleme bulunmadığından, tüm ateşkes ve barış antlaşması görüşmelerinde Karabağ bölgesini özerk bir statü olmaksızın, herhangi bir Azerbaycan mülki yönetim birimi olarak değerlendirmek gerekmektedir. Kitabın 2. Bölümünde İkinci Karabağ Savaşı ve 10 Kasım 2020 Ateşkes Antlaşması hukuki boyutuyla ele alınmıştır. Öncelikle Rusya’ya değinelim.. Sovyetler Birliği’nin dağılışından ve 15 bağımsız Cumhuriyet’in ortaya çıkmasından sonra, Sovyetler Birliği’nin devam eden devleti statüsünün Rusya Federasyonu’na ait olduğu kabul edilmektedir. Birleşmiş Milletler’deki Sovyetler Birliği’ne ait Daimi Güvenlik Konseyi Üyeliği’nin Rusya Federasyonu’na verilmesi bunun göstergelerinden biridir. Bu nedenle 1988-1991 döneminde, Moskova yönetimi ve Kızılordu birliklerinin hatalı tutumlarından kaynaklanan Azerbaycan kayıpları ve zararları için Rusya Federasyonu’nun tazmin sorumluluğu ayrı bir tartışma konusudur.
Öte yandan Şuşa şehrinde İskender-M balistik füzelerinin parçalarının bulunması ayrı bir soruna yol açmıştır. Kanıtları ortada olmasına rağmen, Rusya Savunma Bakanlığı Şubat 2021’de İskender-M füzesinin 44 günlük Karabağ Savaşı sırasında kullanılmadığını ve füzelerin Ermenistan Silahlı Kuvvetleri’nin askeri depolarında olduğunu açıklamıştı. Ermenistan bu füzeyi kullandıklarını kabul etmiş olsa da, Rusya yayılması yasak olan ve nükleer başlık taşıyabilen bu füzelerin Ermenistan’a nasıl ulaştığı konusunda tatmin edici bir açıklama yapmadı. Yüksek güvenlikle korunan balistik füzelerin, sanki piyade mühimmatı gibi Ermenistan’a yasadışı yollarla satılmasına ilişkin iddialarda makul değil.147 Üstelik bu durum, Rusya’nın da taraf olduğu Balistik Füzelerin Yayılmasına Karşı Lahey Davranış Kuralları’na (HCOC) aykırı. Anılan HCOC kurallarının 4/a-i düzenlemesine göre Rusya 2020 yılında kullanılan balistik füzeleriyle ilgili yıllık bildiriminde, Şuşa’da bulunan kullanılmış İskender-M füzelerinden bahsetmeliydi. Kaldı ki bu füzelerin Ermenistan’a verilmesi de HCOC kurallarına uymamaktadır. Bu çerçevede Rusya’nın, Ermenistan ile birlikte B.M. nezdinde müeyyide sorumluluğundan, aynı zamanda Azerbaycan’a karşı tazminat yükümlülüğünden söz edilebilecektir. Rusya’nın masadaki varlığına bu açıdan da yaklaşmak yararlı olacaktır.
Resmi olarak çatışan taraflar arasında olmadığı için Rusya, 10 Kasım Antlaşma’sının – garantör olmayan- gözlemci tarafıdır. Rusya’nın bölgedeki askeri varlığının dayanağını 10 Kasım Antlaşması oluşturmaktadır. Bu nedenle taraflardan biri bu antlaşmayı feshederse, Rusya’nın bölgede bulunmak için hukuksal bir dayanağı kalmayacaktır. Burada Türkiye’yede değinelim. 10 Kasım Antlaşması’nı imzalayan devletler arasında yeralmayan Türkiye, 5. madde uyarınca 30.01.2021’de faaliyete başlayan ateşkes gözlem merkezi’nin Rusya ile birlikte eşit taraflarından birini oluşturmaktadır. Ermenistan’ın ateşkes gözlem merkeziyle ilgili Türkiye ve Rusya arasındaki görüşme ve antlaşmalara resmi bir itirazı bulunmadığından, Türkiye’nin 5. madde çerçevesinde gözlemci statüsüne sahip bulunduğu kabul edilmelidir. Türkiye aynı zamanda Kars ve Moskova Antlaşmaları’yla Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti’ne bağlı toprakların garantör devletidir. Nitekim 1992 yılında, Ermenistan Nahçıvan’a saldırmaya teşebbüs ettiğinde, Türkiye Kars ve Moskova Antlaşmaları’ndaki garantörlük hakları çerçevesinde müdahalede bulunabileceğini göstermiştir. Nahçıvan’ın az bilinen -Ermenistan sınırları içinde kalan eksklav bölgesi Kerki’yi gözönüne almak gerekir. Kerki’de tıpkı bağlı bulunduğu Nahçıvan gibi Türkiye’nin garantörlüğüne tabidir. 1992 yılında Ermenistan, sınırları içindeki Nahçıvan toprağı Kerki’yi işgal etmiş ve adını Tigranashen olarak değiştirmiştir. Anılan garantörlük hakkı uyarınca Kerki’nin devam eden işgali nedeniyle, bugün de Türkiye’nin bölgeye müdahale hakkı mevcudiyetini devam ettirmektedir.
Öte yandan, Rusya ile Ermenistan arasında 2010’da imzalanan askeri işbirliği antlaşması sonrasında, Azerbaycan ve Türkiye arasında aynı yıl imzalanan ve 2016 yılında yenilenen Stratejik Ortaklık ve Karşılıklı Yardım Antlaşması uyarınca, iki ülkeden birine karşı askeri saldırı durumunda saldırıya uğramayan ülke “tüm imkanlarını kullanarak” saldırıya uğrayan ülkeyi destekleyecektir. Oldukça geniş kapsamlı bu antlaşma, askeri teçhizatların ortak üretimi, üs bölgelerin kurulması ve tatbikatların gerçekleştirilmesine olanak sağlamaktadır. Anılan işbirliği antlaşması uyarınca 10 Kasım Antlaşması’nın ardından 17.11.2020 tarihli 1272 sayılı Türkiye Parlamentosu’nun kararıyla, sınırları kapsamı zamanı ve sayısı Cumhurbaşkanlığınca belirlenmek üzere Azerbaycan’a gözlem merkezi ve talebe göre diğer bölgeler için asker gönderilmesine karar verilmiştir. 10 Kasım Antlaşması’na rağmen, Ermenistan’ın ihlalleri ve bölgedeki silahlı terörist grupların varlığı bugün de devam etmektedir. Barış gücü bölgesine, Ermenistan’dan sivil görünümlü silahlı grupların geçiş yaptığına dair iddialar sıklıkla gündeme gelmektedir. İkinci Karabağ Savaşı sırasında Ermenistan sınırları içinden gerçekleştirilen savaş hukukuna aykırı saldırıları, Azerbaycan ve müttefiki Türkiye’ye 2016 tarihli Stratejik Ortaklık ve Karşılıklı Yardım Andlaşması uyarınca müşterek müdafaa doktrini kapsamında, Ermenistan toprakları içinde, saldırıyı önlemek için askeri tedbirlere başvurma hakkını doğurmuştur. Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 51. maddesi uyarınca, Azerbaycan ve ikili antlaşmalarla ortak güvenliğini garanti eden Türkiye’nin, Azerbaycan toprakları dışında, Ermenistan içinde müşterek önleyici müdafaa tedbirleri alma hakkı da göz önünde bulundurulmalıdır.
Bölgenin mevcut koşulları, tıpkı Uluslararası Adalet Divanı’nın Korfu Boğazı Davası kararındaki gibi önleyici tedbirlerin alınmasını hukuken meşru kılmaktadır. Bölgede gerçek bir barışa ulaşılması Azerbaycan’ın toprak bütünlüğü tanınarak, zararlarının Zengezur’da koridor statüsünü temin edecek “Vahan Koridoru” gibi bir toprak devri ile tazmin edilmesi, Kars Antlaşması ile belirlenen Türkiye-Ermenistan sınırları nın teyidi öte yandan 1915 olaylarıyla ilgili tarihi gerçeklerin, Ermenistan tarafından kabul edilmesiyle sağlanabilecektir. Ermeni diasporalarının uluslararası süje niteliği taşımaması nedeniyle Ermenistan tarafından sözde soykırım ve tazminat iddialarının yazılı bir anlaşmayla sonlandırılması, Türkiye bakımından olumlu sonuçlar doğuracaktır.
3- 10 Kasım Antlaşması’nın 9. Maddesiyle ilgili ne söylersiniz?
-10 Kasım Antlaşması’nın 9. Maddesiyle ilgili gri , tartışmalı alanlara kitapta özel olarak değindim. Bu maddenin dahada netleştirilmesi ve Afganistan’ı Çin’e bağlayan Vahan Koridoru gibi toprağa özgülenmiş bir koridorun, Kıbrıs’daki İngiliz üslerine benzer egemenlik haklarıyla birlikte Azerbaycan’a geri devredilmesi gerekir. Ermenistan bu konuda yükümlülüklerini yerine getirmemektedir. Bu nedenle Azerbaycan’ın kendi topraklarındaki Laçin koridorunu kullanan Ermenistan’a karşı, Ermenistan rıza göstermesede, Nahçıvan ile arasında , Zengezur’da ,Laçin koridoru gibi bir koridoru askeri metodlarla ele geçirmesi, uluslararası hukukun mütakabiliyet ilkesi gereği doğmuş bir haktır.
Zengezur’da gerçek bir koridor, bu meselede en öncelik verilmesi gereken konudur. Diğer konu başlıkları bana göre Zengezur Koridoruna hizmet etmelidir. Son olarak şunu ekleyeyim: Rus barış gücü bölgesindeki defacto bir rejim gibi davranan Ermenilerin bu durumunu 10 Kasım Antlaşması korumamaktadır. Rus barış gücünün görev süresi 5 yıl için planlandığından, Yukarı Karabağ Ermenileri çok kültürlü Azerbaycan’ın eşit vatandaşları olarak barış içinde yaşamaya hazırlık yapmalılar.
4- Son olarak ne dersiniz?
Kafkassam olarak görüşme davetiniz için teşekkür ediyorum. Kafkassam, sadece Türkiye için değil tüm Hazar havzası ülkelerinin barış içinde, işbirliği için akademik çalışmalar yürüten ve muadili olmayan çok önemli bir kuruluş. Umarım 10 Kasım Antlaşması’nı Ermenistan ve Rusya kalıcı barış için bir fırsat olarak değerlendirir. Bugünkü statüko, sadece Türkiye ve Azerbaycan açısından değil tüm Hazar havzası için yıllardır beklenen bölgesel barışı sağlayabilme adına büyük bir şans.

-Sn. Aznevi’nin kitabına aşağıdaki linkten Pdf formatında erişebilirsiniz;
http://tbbyayinlari.barobirlik.org.tr/Default.aspx?t=d&i=652

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir