KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. ESKİ VAN ŞEHRİ ÜZERİNE ESTETİK BİR DENEME

ESKİ VAN ŞEHRİ ÜZERİNE ESTETİK BİR DENEME

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 12 dk okuma süresi
302 0

Uzun bir günün gecesinde bütün ahalisi göçüp gitmiş, dört bir yanı baştan başa sularla çevrilmiş bu şehirde sular muttâsıl bir zamanın sükûnetine bürünmüş gibidir. Bir akşam dönüşü şehrin esrarlı bağlarından geçen yolcunun viranhâneye dönmüş harâp bir şadırvânın başında, şehrin bâhtiyar zamanlarından kalmış eski günlerini bir bir yâd ettiği yerdir burası. Şehr-i dilâranın, bir zamanlar hayat ve neşe dolu zamanlarının gün batımında suya düşen hayallerinde varlık bulduğu yerdir burası.
Viranhânden gamhâneye dönmüş bu eski şehrin günbatımı semtlerinde varlığın his dünyasında sonsuzluğa benzer bir hatırayı Beste Nigâr mâkamında yarı türkü yarı dua karışımı efkârın, merâretin, hasretin geçmiş baharları yâd eden mâbedlerin çehresinde kıvamını bulmuş bir zevkin ve incelmiş bir duyarlılığın hayat bulduğu yer burasıdır.
Bu virane şehrin yanı başında gümüşten bir ayna gibi ışıltılar saçan durgun gölün sessiz ninnisi bütün geçmiş zamanın kalbini acılardan yıkayan aydınlık çiçeklerden yapılmış bir rüyâ şarkısıdır.
Hasta yâri için sılada bir evin bacası olmayı dileyen dilnâçar bir aşığın, inanmanın samimiyeti içinde artık göçüp gitmiş bütün bir yaşamın sükûnetini söğüt gölgesinde, kavakların serinliğinde, su başlarında dinlendirdiği yerdir burası.
Bir zamanlar sokaklarından, pencerelerinden, bahçelerinden, bağlarından hayat saçan bu şehir, şimdi artık sessizliğin senfonisine gömülmüştür. Sanki geçmiş burada topraktan yorganını bütün evlerin, bütün sokakların, bütün bir hayatın üzerine çekmiş de tarihin en derin uykusuna dalmış gibidir.
Şadırvanları harap olmuş, suları başıboş kalmış, viran olmuş bu semtin, beş yüz yıllık yasını tutan suları, geçmiş zamanın sükûnetinin müeddep dinleyicisi gibi şimdiki zamanın yüzüne geçmiş günlerin hatırasını olgun ve duru nazarlarla en ince perdeden söyler gibidir.
Geçmiş zamanın iki efendisi, iki hakîki gururu, Kaya Çelebi ve Hüsrev Paşa Camîileri, çoluk çocuğuyla şehrin bütün ahalisini bir sabah seherinde orta kapıdan uğurlamış bu iki mâbet; hâla gözleri saray kapısında zamanın içinden çıkıp gelecek, eski sâkinlerini, eski sahiplerini bekler gibidirler. Hüsrev Paşa, Koca Beylerbeyi kendi eserinin yanı başında asırlık uykusuna bütün bir şehrin ahalisiyle birlikte dalmış gibidir.
Bu harabe şehri gezerken içimizdeki bir taraf nedense bu iki mabedin geceler boyunca birbiriyle konuştuğuna inanır. Bu hissetme biçiminin varlığın zaman kavrayışındaki en derinden hissedildiği vakit, bu semtin en çok sevileceği vakittir. Bu vakitlerde şehir bütün kapılarını dışarıdaki zamana kapatmıştır artık. Bu saatlerde bu şehir varlığın sükût denizine dalmış, melâle âşina olan gönüllerin eski şehrin bir zamanlar hayat ve neşe dolu bağlarını, sokaklarını, bahçelerini, semtlerini bir bir gönlünde dolaştırıp da bir su başında dinlendiği demlerdir. Bu vakitlerde eski şehrin harabelerinde uçan kuşlar bile su seslerinin içten içe bestelediği sükûtun musikisine uymuş gibidir.
Bu saatlerde eski şehrin bütün semtlerine, bütün mahallelerine uğrayıp Horhor bahçelerinin gölgesinde soluklanmak vardı. İskele kapının yanı başında mecalsiz horhor bahçelerinin gölgesinde yatan Horhor Camii. Orta Kapı Mahallesinde ömrünün son demlerini yaşamakta olan Ulu Camii ki, onun güzelliğini 17. yüzyılda Evliya Çelebi öve öve bitirememektedir. “Bu camiînin hüsn-ü letafetinin, kân-ı zarafetinin vasıftan hariç ve beyândan âric bir cami-i rüşen” olarak tanımlanması sanki Evliya’nın dört asır önce bu mabedi bir ikindi vakti ziyaret ettiğini düşündürür insana. Tarihi duyarlılık, bu semtte yitik bir yaşamın bütün köşe bucağına yüzyıllardan sonra tekrar kavuşmanın dile geldiği bir anda, bir mabedin vîran halleri karşısında, eşiğine yüz sürülüp affına mazhar olma duyarlılığının dile geldiği müheyyâ bir ürperti içinde hissettirir kendini.
Bu şehir, bu bağ, bu bostan, bu şadırvan Horhor bahçelerinde geçmiş zaman güzellerinin yanaklarına sinmiş mahcup bir gül letafetindedir. Zaman bu bahçelerin, bağların değirmen yürüten sularında kanallar boyunca sıralanan asırlık söğütlerin korteji gibi, bütün geçmiş asırları hâla aynı nizami duruş içinde selamlamaktadır. Geçmiş zamanın ihtiyarlarının Ulu Camii’nin avlusunda geçmiş günleri yâd ettiği yerdir burası.
Cana kuvvet veren Sergiloğlu Şirek Ermeni bağları, Mallı Kayaçelebi bağları, Paşa bağları Evliya Çelebi’nin yüzlerce bağ ve bağbandan bahsettiği yerdir burası. Bağlar, bahçeler, bostanlar içindeki bağ-ı irem içinde meşk meclislerinde şehnâz-ı nevâ makamında inceden inceye geçmiş zaman duygusunu bir zevk, bir hissetme biçimi olarak yeşilin, ağacın, mimarinin iç içe estetik bir bütünlüğü oluşturduğu yerdir burası.
Kim bilir bu eski şehrin hangi köşesinde devrilmiş bir möhrenin, devrilmiş bir duvarın altında kalmış, geçmiş zamanın hangi şetaretli neşeli günleri yatmaktadır? Bir şafak vakti Erek dağının sağ omzundan doğacak güneşi, kalın duvarları içinde dikdörtgen pencereli, kerpiç evlerin pencerelerinden ışıyacak güneşi, gümüş ışıltılar içinde bir renk cümbüşü takip edecektir. Eski şehrin eskide kalmış iki katlı kerpiç evlerinin cumbasından ve alt katındaki kilerin küçük penceresinden duyulan su sesleri her dem tazeliğin muştulandığı ekmeğe sürülen taze yoğurdun kaymağı tadındaki bir neffaseti ve letafeti hatırlatır bize. Bir zamanlar bu şehrin suları ab-ı lâtifleri Bala Burcu’ndan başlayıp kayaların içinden yol alarak Nakkaşlı hamamda, Mezgitli hamamda tenperver bir serinliğe dönüşürdü.
Zamanı kendi inancına göre dört farklı parçaya bölen bir uygarlığın yekpâre hale gelmiş bütün hayatı ince nazenin bir üslûba dönüştüren kerpicin, kavağın, söğüdün hemhal olduğu, her şeyin toprak olduğu, her şeyin topraktan geldiği yine ona döneceği hakikati üzerine temellendirilmiş evren içindeki her şey, bir birine eşit ölçüde, eşit büyüklükte, eşit küçüklükte şekillenmiştir. Bu geçmiş zaman şehrinde bütün evler, bütün hayat aynı renkte, aynı ölçülü büyüklükte ve aynı orantılı bütünlük içinde yaşayıp-ölmüş gibidir.
Bugün yaşadığımız Van’da geçmiş zamanın hatırasını, geçmiş zaman duygusunu, yaşatacak eski birkaç eski kerpiç evin dışında, geçmişe ait bir köşe kalmamıştır. Eski şehrin ayakta kalmış eserlerindeki mimari incelik ve zarafet, dost yüzündeki gülücükler gibi varlığın âşina yüzleridir. Yeni şehirde, yeni Van’da binaların kişiliği yoktur. Ne çehrelerinde yeni duygular yaratacak üslûp, ne yüzlerine baktığında hayalinizde incelmiş bir zevki, estetiği selamlayacak sanatkâr tarafımıza hitap edecek bir fûsun bulamazsınız.
Bütün antik şehirlerde olduğu gibi eski Van şehrinin de bir zamanlar meşhur çayır çimeni kentin doğal peyzajını ve mimarisini tamamlayan çok önemli unsurlardı. Çayır çimenler artık sadece türkülerin pastoral dünyasında yaşayan söz, sestir. Emrah’ın tam da “Hazan ile geçti Gülşen-ı Bûstan eylen şimde geru var garip garip” dediği yerdir burası. Geçmiş zaman duygusu, fetiş halinde nostaljik bir tutkunun aklı değil, aklın önemli bir tutkusudur. Geçmiş zaman duygusu sadece toplumsal değişmenin, gelişmenin yönüne kurban edilmeyecek kadar bir his ve duyarlılığı geliştiren terbiye araçlarıdır. Bu duygu estetik değerlerin, incelmiş rafine bir uygarlığın ve kentlilik bilincinin gelişmesinde önemli işlevler görmekteydi. Kentlerin tarihsel peyzajı, tarihsel değerleri tarih bilincinin, vefa duygusunun hatır bilirlik gibi insani duyguların nesilden nesile aktarıldığı terbiye araçlarıydı. Ağaç mimari, kent, sokak, mahalle hayatı, hasılı bunların bütünü kuşakların yaşamında estetik değerlerin gelişmesinde, kazanılmasında, aktarılmasında önemli işlevler görmekteydi.
Geçen güzel yazların sevme tarzının, hissetme biçiminin, ince bir duyarlılığın sessiz ve içten içe tüten ses-söz üslup senfonisi halinde sökün edip geldiği bir türküde, bütün bir eski yaşamın, eski kentin sokaklarını gezmek için bu türküyle yola revan olmak vardı. Ne zaman bu türküyü dinlesem, kaledeki eski şehrin sessizlik senfonisinin eşliğinde yol alırım. Tebriz Kapı Mahallesinden başlayarak Ulu Camii Mahallesine yaz akşamlarının serinliğinde, küçük bahçeli iki katlı kerpiç evlerin geniş duvarları içindeki dikdörtgen pencerelerin içinden Erek dağından gelen suyun, rüzgârın hasbahçedeki güllerin Mayıs sonlarında her makamdan, her dilden açan Van güllerinin gönülleri hercai bir gülistana dönüştürdüğü iklimde, varlığın en sanatkâr tarafının dile geldiği anlardır bu anlar. Yaz gecelerinde tahta merdivenli iki katlı kerpiç evlerin pencerelerinden duyulan kavak ağaçlarının hışırtıları. Erek dağından gelen buz paresi suların rüzgârın bahçedeki cıcır böceklerinin sesi, dağ reyhanın kokusu, bütün bunlar estetik bütünlüğü tamamlayan öteki unsurlardı.
Sait Ebinç

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir