KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. İran
  4. »
  5. Eski İran için yeni denklemler

Eski İran için yeni denklemler

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 10 dk okuma süresi
321 0

Kasım Süleymani’nin öldürülmesini yeni yılın süprizi sayanlar haklı. Çünkü Washington ve Tahran arasındaki alışılagelmiş çatışma kurallarını bozdu. Mevcut ABD yönetiminin politikasının bizleri alıştırdığı bağlamın dışında gerçekleşti.

ABD yönetimi, geçtiğimiz mayıs ayından bu yana devam eden, Bağdat’taki ABD Büyükelçiliği’nin kuşatılması ile zirveye ulaşan İran provokasyonlarına rağmen şimdiye kadar askeri karşılık vermekten kaçınmış ve mümkün olduğunca kendine hakim olma politikasını benimsemişti.

İran’a karşı en sert ekonomik yaptırımları uyguladığı bir sırada Washington yönetiminin Tahran’a yönelik bu politikasını gerekli caydırıcı politikalarla desteklememesi, birçok gözlemci ve analisti şaşırtıyordu. Oysa İran ile doğrudan bir geniş çaplı savaşa sürüklenmekten kaçınmak, yaptırımlara adım adım eşlik edecek etkin bir yaklaşımın benimsenmesini gerektiriyordu.

Ancak bunun tam aksi oldu. Başkan Donald Trump’ın tweetleri ve bazı tutarsız kararları ile ABD’nin bölgeden ayrılma arzunu yinelemesi, İran’ı nüfuzunu ve müzakarelerdeki pozisyonunu güçlendirmek umuduyla provokasyonlarının sıklığını artırmaya itti. ABD’nin bahsi geçen kararlarının en öne çıkanları; Suriye’deki mütevazi ABD askeri varlığını geri çekmek, Hürmüz Boğazı’ndaki deniz seyrüseferini korumaya ilişkin tutumları, Washington’ın ilgili devletlerden kendi gemilerini kendilerinin korumalarını talep etmesiydi.

Eski denklemin kurallarını değiştiren ve Başkan Trump’ı kendinden önceki iki savaş yönetiminin almayı reddettiği kararı yani Süleymani’yi ortadan kaldırma kararını almaya iten şey neydi? Başkan Trump’ın ani kararları ile İran’ın riskli eylemlerde bulunma eğilimi arasında doğrudan askeri çatışma, gelecekte Washington-Tahran arasındaki gerilimli ilişkilerin ana başlığı olabilir mi?

Birinci sorunun en olası cevabı; halk hareketi sonucunda genel olarak Irak’ta ve özelde Şii bölgelerinde çekişme ve gerilim düzeyinin yükselmesinin, İran’daki yönetim üzerinde daha önce eşine rastlamadığı bir baskı kurmuş olduğudur. Protestocuların işgal olarak adlandırdıkları İran varlığına karşı ortaya çıkan, iki İran konsolosluğu, Mollalar rejiminin kurmaylarının posterlerinin yakılması raddesine varan gösteriler, Tahran’ı alışık olmadığı bir biçimde sıkıştırdı.

Buna bir de yüzlerce kişinin ölümüne ve binlerce göstericinin tutuklanmasına yol açan 20’yi aşkın İran şehrinde baş gösteren içerideki halk hareketinin doğurduğu baskı eklendi. Buna paralel olarak İran, Irak’taki ABD ve Koalisyon kuvvetlerinin bulunduğu mevkileri hedef alan saldırılarını yoğunlaştırdı. Bu saldırılara ABD, Ketaib Hizbullah’ın (Hizbullah Tugayları) Irak ve Suriye’deki kamplarını vurmakla karşılık verdi.

İran ise sonuçları ve zamanı iyi hesaplanmamış, aceleci bir karar olan Bağdat’taki ABD Büyükelçiliği’ni kuşatma ve içindeki diplomatları tehdit etme kararı ile yanıt verdi.

İran’ın kibri, iki hususu göz önüne almamıştı;

Bunların ilki; Bağdat’taki ABD Büyükelçiliği’ni kuşatmanın, 1979 yılında Tahran’daki ABD Büyükelçiliği’nin 444 gün boyunca kuşatılması ve 52 çalışanının rehin alınmasını hatırlatan sembolik anlamıdır.

İkincisi; bu adımın Başkan Trump’ın Senato’da yargılanması ve ülkenin seçim yılına girmiş olması ile eş zamanlı olarak gerçekleşmesidir.

Bütün bunlar, ABD yönetimini takvimini öne almaya itti. Başkan Trump’ın ikinci kez başkan seçilme şansını olumsuz etkileyebilecek, ABD hedeflerine yönelik potansiyel İran saldırılarını engelleyecek yahut boşa çıkaracak önleyici bir eylem için harekete geçmesini sağladı. Bu eylem ile ABD’nin ayrıca bölgede İran’ın yayılmacı politikalarından zarar gören müttefiklerine, caydırıcı gücünün hala etkin olduğunu kanıtlamış olduğunu da unutmayalım.

Buna ek olarak; Başkan Trump yönetiminin terör meselesine yaklaşımı, eski Başkan Barack Obama’nın benimsediği yaklaşımı yerle bir etti. Obama yönetimi, Sünni terörizmi ile Şii terörizmini birbirinden ayırıyordu. Başı bozuk, mantıksız ve lideri olmadığı için kontrolsüz saydığından birincisi ile mücadelenin bir zorunluluk olduğunu düşünüyordu. Disiplinli ve mantıklı, kendisini kontrol altında tutma gücüne sahip bir liderliği olduğunu, gerektiğinde bu ilgili tarafı muhatap alabileceğini düşündüğü için tehlikeli görmüyordu.

Trump yönetimine gelince, ayrım yapmadan Şii ve Sünni tarafları ile terörü aynı madalyonun iki yüzü saydı. Hatta daha ileri giderek İran’ı dünyadaki terörü desteklemekle suçladı ve yayılmasının tüm sorumluluğunu ona yükledi.

Eski yönetim, nükleer anlaşmaya ulaşmak amacıyla İran’ın müdahalelerini, baskıcı uygulamalarını görmezden gelmişti. Bu anlaşma kapsamında İran’a milyarlarca dolarını iade etti. İran da vakit geçirmeden bunları bölgedeki vekillerini eğitmeye, silahlandırmaya ve finanse etmeye harcadı. Trump yönetimi ise aksine, nükleer güce sahip İran tehlikesi ile tehlikeli genişlemeci emellerini aynı kefeye koydu.

İran’ın bölgedeki uygulamalarını dizginleyecek ve frenleyecek daha kapsamlı bir anlaşmaya ulaşmak gayesiyle nükleer anlaşmadan geri çekildi. İran’a karşı sert yaptırımlar politikasını benimsedi. İran Devrim Muhafızları’nı dışarıda tutmadan silahlı vekillerini terör listesine dahil etti. Süleymani’nin öldürülmesi operasyonu, ABD’nin İran’ın rolüne ilişkin bu net vizyonunun merkezinde yer aldı. Usame bin Ladin’den Ebu Musab ez-Zerkavi ve Ebu Bekir Bağdadi’ye kadar üst düzey terör liderlerinin tasfiye sürecini tamamladı.

Genel olarak şiddet ve özelde siyasi suikastların kötülüğü bir yana ABD’nin teröre verdiği destek çerçevesinde Tahran’a canını yakacak bir darbe indirmesi gerekiyordu. Bir yandan kibrini sınırlamak diğer yandan yıpratma savaşında güç dengesini düzeltmek için kendisine acı verici bir darbe yöneltmeliydi. İran’ın bölgedeki ‘sömürgeleri’nin yüksek komiseri, genişlemeci projesinin uygulanmasının beyni olarak nitelenen Süleymani, bunun için en iyi seçenekti.

Yine de Washington’ın özellikle bu operasyonla oyunun kurallarını ve çatışma mekanizmalarını değiştirmesi, mutlaka hedeflerini değiştirdiği, artık İran ile doğrudan bir savaşa girmeye, rejimini değiştirmeye, içeride koşulları patlatmaya çalıştığı anlamına gelmiyor (Bu aynı zamanda ikinci sorunun da yanıtıdır).

Çünkü bunlardan hiçbiri, herhangi bir ABD’li veya İranlı ya da başka bir tarafın işine yaramaz. Nitekim Başkan Trump, Süleymani’nin öldürülmesine karşılık İran’ın ABD güçlerinin konuşlandığı Irak’taki iki üssü vurmasından sonra yaptığı açıklamada bunun altını çizdi. Politikalarından vazgeçmesi ve doğal ülkeler kulübüne geçmesi için İran’a açık bir işaret ve davette bulunarak, ‘DEAŞ’a karşı savaşta işbirliği çağrısında bulundu.

Kapsamlı bir savaşın çıkması olasılığını azaltan hususlardan biri de Süleymani’nin öldürülmesi operasyonun boyutuna ve İran ile genel olarak bölge açısından oynadığı önemli role kıyasla sönük kalan uluslararası tepkilerdir. Suriye’de kendisi için can sıkıcı bir ortaktan kurtulmuş olabilecek Moskova’dan ABD ile bir ticaret anlaşmasına ulaşmakla meşgul olan Çin’e, Washington’a yakın bir yönelim benimseyen, tüm dikkatini bu olayın etkilerini kontrol altına almaya veren Avrupa’ya kadar hiçbir taraftan sert bir tepki gelmedi.

Son olarak, bu operasyonun sonuçlarının, İran’da aşırılık yanlılarının gücüne güç kattığını, en azından yakın bir geleceğe kadar herhangi bir İranlı yetkilinin ABD ile müzakarelerden bahsetmesini zorlaştırdığını belirtmeliyiz.

İşler hızlı bir şekilde düzelmeyecek ve suikastin etkilerinin kontrol altına alınması zaman alacaktır. Ancak kapının arkasında kapsamlı bir savaş yok. Birçok nedenden dolayı muhtemelen İran’ın müttefiği milis güçleri, Irak, Suriye, Lübnan ve belki de Yemen’deki vekillerinin vereceği tepkilere tanık olacağız.

Bu nedenlerin en önemlisi, Tahran’ın Washington’a karşı Süleymani’nin öldürülmesine eşdeğer boyutta ve açıkça bir operasyon ile karşılık verme kapasitesinin sınırlı olmasıdır. Bütün bunlar, bölgedeki ABD-İran çatışmasının gri bölgede kalmasını sağlayacak.

Öte yandan, Şarkul Avsat gazetesinin bu köşesinde daha önce yayınlanan ‘2019’da İran: Kibrin zirvesinden parçalanmaya giden yol’ başlıklı yazımızda belirttiğimiz gibi içeride ve bölge ülkelerinde İran rejiminin destekçileri ile karşıtları arasındaki çekişme ve gerilimi yükseltecek.
Sam Mensa
şarkulavsat

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir