Avrupa Birliği ve Orta Asya arasında 34 yıllık derin ekonomik ilişkiler vardır. TRACECA, TACIS, INOGATE gibi projelerle ve ikili anlaşmalarla AB, bölge ülkeleriyle bağlarını güçlendirmiştir. İki tarafından da birbirinden ekonomik, siyasi, stratejik vs. menfaat elde etme amaçları vardır. AB, bu ülkelerden özellikle Türkmenistan ve Kazakistan ile enerji konusunda ilişkilerin geliştirilmesini istemektedir. Özbekistan’daki yeraltı zenginlikleri de ayrıca ilgisini çeken konudur. Kırgızistan ve Tacikistan ise Çin ve Rusya ile stratejik rekabet alanıdır. Orta Asyalı devletler de AB’den Rusya ve Çin’i dengeleyebilecek bir partner olmasını, kalkınmaları konusunda dış yatırımı getirmeyi, bölgedeki Taliban ve diğer tehditlerden kaynak tehditler konusunda işbirliği sağlamayı hedeflemektedir.
Orta Asya ülkelerinin dünya siyasetindeki etki kapasiteleri sınırlıdır. Başka ülkelerin iç ve dış siyasetleri konusunda aktif bir rol üstlenmeleri pek imkân dahilinde değildir. Bu bakımdan AB’nin 13,2 milyar dolarlık yatırım vaatlerindeki şartlara itiraz edebilme yetenekleri de kısıtlıdır.
Türkiye’nin NATO’ya giriş meselesini hatırlayın. Daha 27 yaşındayken bize Kore’ye asker gönderme şartı koydular. Biz de Sovyet tehdidinden korunabilmek için mecburen 21 bin asker gönderdik ve bunun 1000’e yakınını kaybettik.
Tüm bunların hepsi güç ile ilgilidir. Devletler, gücü nispetinde politika yapar. Güç nedir? Karşıdakini etkileyebilme kapasitesidir. Eğer kapasiteniz kısıtlıysa gücünüz de o oranda az olur. Bu yüzden dış politikada karar alırken etkileyen değil etkilenen konumda olursunuz. Bu minvalde kapasiteleri düşük ve dolayısıyla gücü az olan Orta Asyalı ülkeler, bunu arttırabilmek için uluslararası sistemdeki en büyük oyuncularla yakın ilişkiler kurmak zorundadır. Bunu yaparken de güçleri az olduğundan ötürü etken değil daha çok edilgen konumda olmaktadırlar. Yani yapılan anlaşmaların genel çerçevesini kendileri değil de karşılarındaki güçler çizmektedir. Zira bunlar birbirine denk aktörler değildir. O yüzden sizin veya kendilerinin keyfine göre hareket edemezler.
Bölge içi ilişkilerde birbirleri ile yaptıkları anlaşmaların mahiyetini eşit ölçüde belirleyebilme kapasitesine sahip olan bu devletler, mevzu küresel çapta ilişkiler kurmaya gelince kapasiteleri buna yetmemektedir. Bu yüzden Rusya, Çin, AB ve ABD ile ilişkiler kurarken bu ilişkilerin mahiyetini kendileri değil karşısındakiler belirlemektedir. Sonuçta ayı ile dans edersen dansın ne zaman biteceğine ayı karar verir derler.
Velhasılı kelam bizim Kıbrıs meselesi, Orta Asya ülkelerinin inisiyatifinde olan bir mesele değildir. Yani sırf Türkiye’nin Kıbrıs’ta hassasiyeti var diye bölge ekonomilerinin, kendileri için devasa büyüklükteki yatırım anlaşmasını bir kenara atma lüksleri yoktur. Eğer bunu yapmalarını istiyorsanız, daha büyük bir anlaşma ile onlara gidip KKTC’yi tanımaları karşılığında 20 milyar dolarlık yatırım yapma sözü vereceksiniz. Reddedilemeyecek tekliflerle gitmezseniz, uluslararası ilişkilerde kimse sizin kara kaşınız kara gözünüz için politika izlemez. Gücünüz varsa KKTC’yi tanıttırın, yoksa eğer bırakın adamlar ticaretine baksın. Onlar daha büyüyecek, bizim büyüklüğümüze erişecekler. O zaman dersiniz hadi benimle hareket et diye. Çünkü bizim kadar geniş hareket alanları olacaktır o zaman. İşte o zaman yapmazlarsa hesap sorarsınız.
Erkan Avcı