İbn-i Haldun ve Montesquieu, iklimin insan üzerindeki etkilerinden bahseden iki büyük filozoftur. Onların görüşüne göre soğuk iklimde yaşayan insanlar daha sert mizaçlı, daha çalışkan, daha tetikte yaşar hayatı. Ama sıcak iklimlerdeki insanlar daha yumuşak huylu, daha tembel, daha rahat yaşar hayatı. Çünkü soğuk iklim, insanı mücadeleye sevk eder. Soğuk iklimde doğa, çok cömert değildir. Kolay tarım yapılmaz. Soğuk iklim insanın fizyolojik yapısını da sertleştirir. Derisi daha kalın ve vücudu daha dayanıklıdır.
Sıcak iklimde ise mücadeleye çok gerek yoktur. Zira doğa, alabildiğine çok vermiştir nimetlerini insanlara, tarıma bile gerek yoktur aslında ama yine de tarım yapacağım dese insan, bol bol hasat ediyor ne atsa toprağa… Güneş bol bol demir vitamini ürettirir, derinin kalın olmasına gerek yoktur. Vücudu, zor iklim koşullarını kaldıramaz.
Tüm bunlar insanların politik davranışlarına da hayat felsefelerine de etki etmiştir. Soğuk iklim insanları daha mücadeleci oldukları için özgürlükleri için daha fazla mücadele eder, haklarını çok daha etkili savunur. Yönetme işinde de pek mahir olur. Sıcak iklimdekiler ise mücadele kültürü oluşmadığından, daha itaatkâr, daha “ne şiş yansın ne kebap”çı, daha akışına bırakan bir yapıya sahiptir. Yönetme işinde de öyle çok etkili değildir.
Tabii ki tüm bunlar %100 böyledir diyemeyiz. Ama toplumların karakteri hakkında bize fikir verir. Bu bakımda Orta Asya’ya baktığımızda Kazak ve Kırgızların daha isyancı bir ruha sahip olduğunu ama Özbek, Türkmen ve Taciklerin daha uysal davrandığını görürüz. Her ne kadar tarihte Özbekler Timur, Türkmenler Selçuklu ve Tacikler de Samanîler devletini kurmuş olsalar da bunlar, halkların yapısını yeterince açıklamaz.
Kazak ve Kırgızlara baktığımızda tarih boyu, çorak bozkırlarda, sert iklim koşullarında, göçebe çadırlarında yaşayageldiklerini görürüz. Hatta Nursultan Nazarbayev bir sözünde Anadolu Türklerine yönelik olarak şöyle demiştir: “Siz Türkler, bin yıl evvel atlarınıza binip gittiniz. Bizler ise atlarımızı kesip yiyerek burada kaldık.”
Bu sebeple Orta Asya insanında doğa ile mücadele kültürü yerleşmiştir. Ama Orta Asya’nın kuzeyi ve güneyi arasında gözle görünür bir iklim farklılığı olduğunu göz önünde bulundurursak, bu mücadele kültürünün Kazak, Kırgız, Tatar gibi halklarda daha fazla olduğunu görürüz. Nitekim Cedit hareketinin öncüleri Tatar aydınlarıdır. Diğerleri onları takip etmiştir. Kazaklarda da Alaş-Orda’yı görüyoruz. Sovyet dönemi boyunca Dinmuhammed Kunayev’in politikalarını ve nihayet Jeltoksan Ayaklanmalarını görüyoruz. Bağımsızlık dönemi boyunca da zaman zaman ayaklanmalar oldu. Bugün de malumunuz, Kazakistan’da büyük protestolar cereyan ediyor.
Kırgızlarda da özellikle bağımsızlık dönemi boyunca halk ayaklanmalarını defalarca gördük. Hala daha görmekteyiz.
Türkmenistan’da bu tip hareketleri görmek pek mümkün değil. %90’ı çöl olan sıcak iklim insanlarının politize olması pek öyle kolay değil.
Özbeklere gelince… Onlar biraz biz Anadolu Türklerine benziyor. Dedik ya, Timur devletini kurdular diye… Sonra Şeybanîler, Babürlüler, Hiva ve Qo’qon (Kokand) Hanlığı, Buhara Emirliği’ni de kurdular. En sonunda Özbekistan Cumhuriyeti işte… Yani işler burada isyan çıkarmak değil daha çok devlet kurmak üzerine yürüyor. İsyan niteliğindeki mevzu 100 yıl önceki Basmacı (Korbaşı) Hareketi ve 2005’teki Andican Olaylarıdır. Onun dışında işte Ceditçilerin bir kolu olan Genç Buharalılar ve tabii ki Abdurrauf Fıtrat söz konusudur. Ama bunlar bir isyan kültürü teşkil etmiyor. Zira bugün Özbek toplumuna baktığımızda ne kadar zor şartlar altında yaşarsa yaşasınlar, yine de başkaldırmıyorlar. Rusya’dan ABD’ye, Orta Asya’dan Türkiye’ye kadar pek çok yere yayılıp, gittikleri ülkelerin en ağır işlerinde çalışsalar da Özbekistan yönetimine karşı duruş sergilemezler. Türkmenler de öyle, Tacikler de…
Ama Kazak ve Kırgızlar, ipe sapa gelmez, isyancı bir ruha sahip oldukları için canını sıkan şeylere karşı muhakkak tepkisini gösterir.
Bu durum pek çok yönden açıklanabilir ama en etkili yön iklim teorisi gibi görünmektedir.
Erkan Avcı