KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. İran
  4. »
  5. Emir Tahiri: İran ve yaşam destek ünitesini kurcalamak

Emir Tahiri: İran ve yaşam destek ünitesini kurcalamak

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 9 dk okuma süresi
258 0

Yaklaşık 15 yıl önce “İran ile Nükleer Müzakereler” adıyla başlatılan tanıtım kampanyasından bu yana diplomatik yıllıklarda benzersiz bir olaya tanık olduk. Görünüşte tüm süreç çok basit bir mesele için tasarlanmıştı: İran’ın, kurucularından olduğu Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’nın hükümlerine uymasını sağlamak. Buna karşılık uluslararası toplum, İran’ın uranyum zenginleştirme hakkını tanıdı. Oysa bu zaten Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması kapsamında tanınan bir haktı; uluslararası toplum tarafından daha fazla desteğe ihtiyaç yoktu.

Ancak bu saçmalık, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin oybirliğiyle aldığı 7 kararla ve İran’a yönelik 1500’den fazla yaptırımla sonuçlandı. Neden?

Bu soruya verilecek cevaplardan biri, İran ve “uluslararası toplum” diye isimlendirilen yapının içindeki bazı unsurların ideolojik nedenlerle kazanın kaynamaya devam etmesini istemesidir. Batılı perspektiften İran, bölgenin kara koyunu gibidir. Çin ve Rusya açısından nükleer mesele, İran’ın tarihsel Batı yanlısı yoluna dönmesini engellemenin etkili bir yoludur. Nitekim izole bir İran, Rusya’nın İran petrol pazarının büyük bir bölümünü ele geçirmesini sağlarken; Avrupa’nın Rusya’ya olan bağımlılığından kurtulmasına yardımcı olacak belki de dünyanın en büyük doğal gaz kaynaklarını kullanmasını da engellemektedir.

Öte taraftan Çin, İran pazarını kontrol ederek ve petrol arzını büyük fiyat indirimleriyle güvence altına alarak İran’ın izolasyonundan yararlanmaktadır. Rusya ve Çin, -normal standartlara göre mümkün olduğunca- İran’ın düşük statüsünü göstermeye heveslidir. Çin, İran’ı görkemli “Bir Kuşak, Bir Yol” projesinin dışında tutarken; Rusya Tahran’daki rejime eşit bir ortak gibi değil, kendisine bağlı rejim gibi muamele ediyor. Vladimir Putin’in geçtiğimiz günlerde Moskova’da İran Cumhurbaşkanı Ayetullah Dr. İbrahim Reisi’yi aşağılamasında bunu gördük.

Dolayısıyla Çin, Rusya ve Batılı güçler, “nükleer müzakereleri” gerçek sorunlardan saptırmak için kullanıyorlar. Ancak tüm bunlar Çin veya Rusya’nın molla rejiminin dezavantajlarından da memnun olduğu anlamına gelmiyor. Her ikisi de ABD veya İsrail’in belirli bazı sınırları aşması halinde İran’la uğraşacağı varsayımıyla hareket ediyor. Viyana’da yürütülen mevcut görüşmeler ise İran’la ilgili temel sorunların göz ardı edileceği başka bir “kırılgan” çözüme yol açacak gibi görünüyor.

Basındaki son sızıntılar ve spekülasyonlar, uluslararası toplumu temsil ettiğini iddia eden (5+1) grubu içindeki ülkelerin, boğulmak üzere olan mollalara can simidi atmak niyetinde olduklarını gösteriyor. Bu, İran’ın yurtdışında dondurulan varlıklarının kademeli olarak serbest bırakılması kararından anlaşılabilir. Bir yıl boyunca ayda 700 milyon doların kullanıma açılması öneriliyor. Bu, Obama yönetiminin İran’ın eski Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile müzakere ettiği, ancak ABD Başkanı Donald Trump’ın iptal ettiği rakamla aynıdır. Cumhurbaşkanı Reisi bu sayede 21 Mart’tan itibaren başlayacak yeni yılda bütçe açığını kapatabilecek. Şayet plan bir yıl daha uzatılırsa, paranın önemli bir kısmıyla Moskova’dan avcı-bombardıman uçakları satın alınabilir.

Halihazırda İngiltere, Almanya ve Fransa’nın anlaşmadan doğrudan ekonomik fayda sağlaması pek olası görünmüyor. Fakat Tahran’daki hapishanelerden bazı rehinelerin serbest bırakılmasını sağlayabilir. Bu, farklı nedenlerle çeşitli zorluklarla karşı karşıya olan İngiltere Başbakanı Boris Johnson’ı acizlik ve acımasızlık suçlamalarından biraz olsun kurtarabilir. Ayrıca uzun süre acı çeken ve artık evlerine dönen rehinelerle kucaklaştığı görüntüler, birkaç hafta içinde seçimlere girecek olan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un işine yarayacaktır.

Obama’nın en büyük diplomatik mirasının varisi olan Başkan Joseph Biden’in de bir şeyler elde edeceği kesin. Öncelikle, Barack Obama’nın destekçileri arasında sevilmeyen Donald Trump’ın yaptıklarından geri dönecek. Ardından “diplomasinin dönüşü” ve “çoğulculuğun dönüşü” gibi sloganlarının yerinde olduğunu iddia edecek. Daha da önemlisi Donald Trump’ın “maksimum baskı” politikasıyla elde ettiğinden daha fazla rehine alabilecek ve mollalara verdiği paranın da fidye değil, insani bir yatırım olduğunu iddia edecek.

Buna daha önce de tanık olduk mu? Evet, son kırk yılda pek çok kez. Başkan Carter, mollalarla imzaladığı Cezayir Anlaşması ile bunu denedi. Başkan Ronald Reagan İran’a silah kaçakçılığı yaparak aynı politikayı izledi. Başkan George Bush, “İyi niyet, iyi niyeti doğurur” sloganıyla bir zeytin dalı uzattı, birçok yaptırımı kaldırdı ve mollaların bir gün daha yaşamasına yardımcı oldu. Başkan Bill Clinton, ‘İslam’a karşı medeniyetimin işlediği hata’ diyerek mollalardan özür diledi. Ardından selefleri tarafından uygulanan yaptırımların çoğunu kaldırdı ve hatta mollalar tarafından İran’a dayatılan siyasi rejimin ‘Amerikan demokratik tüzüklerine daha yakın’ olduğu iddiasında bulundu.

Başkan George W. Bush, İran Cumhuriyeti’ni Irak ve Kuzey Kore ile birlikte kötülük ekseninin bir parçası olarak nitelendirse de geri adım atarak Afganistan’ın geleceğini şekillendirmede eşit ortaklar olma çağrısında bulundu. Bu ise diğer birçok şeyle birlikte mollaların ‘monarşinin geri dönmemesi yönündeki taleplerinin kabulü’ ve ‘yeni Afgan rejiminin İslam Cumhuriyeti olarak sınıflandırılması’ anlamına geliyordu. Dönemin Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, kurtarılmış Irak’ın yeninden şekillendirilmesinde İran Cumhuriyeti ile kendilerini bağlayan “bir çalışma ilişkisinden” söz etti. Bu, İbrahim el-Caferi ve Nuri el-Maliki’nin başbakan olmaları anlamına geliyordu.

Başkan Obama, mollaların ömrünü uzatmak için seleflerinden daha ileri gitti. Devrim Rehberi Ali Hamaney’in vereceği varsayılan bir “fetva” ortaya attı. Bu fetvanın içeriğini, İslam şeriatına göre nükleer cephanelik inşa etmenin ve kullanmanın “haram” olduğu oluşturuyordu ki İran’ın iki katı nüfusa sahip bir İslam Cumhuriyeti olan Pakistan’ın on yıllardır nükleer silahlı bir devlet olduğu unutulmuştu. Planını ABD Kongresi’nden geçiremeyen Obama, P5+1 planını icat etti. Böylece İran’la ilgili konuları uluslararası hukukun olağan çerçevesinin dışında tuttu. Mollalara yardım etme arzusundaki ciddiyetini göstermek için Kıbrıs üzerinden Tahran’a nakit olarak 1,7 milyar dolar gönderilmesini bile ayarladı. Bu para, Kasım Süleymani’nin liderliğindeki Kudüs Gücü’nün eline ulaştı.

Evet oradaydık ve yaşananları gördük. İran, büyük güçlerin çeşitli nedenlerle kendisine verdiği yaşam destek ünitesi sayesinde hayatta kalmayı başardı. Fakat İran, bu yaşam desteğine rağmen varlığının temel sebebi olarak gördüğü hataları yapmaya ve yaşam destek ünitesini kurcalamaya devam etti.
Emir Tahiri
İranlı gazeteci-yazar

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir