KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. İran
  4. »
  5. Emir Tahiri: İran ve hasarlı kanatları

Emir Tahiri: İran ve hasarlı kanatları

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 10 dk okuma süresi
393 0

Humeyni ideolojisinin İran devlet yapılarına egemen olduğu son 40 yılda, Batılı akademi ve medya çevrelerinde yeni bir “İranlı uzmanlar” nesli ortaya çıktı. Eski “İranlı uzmanların” çoğu, İran’ı, dini hoşgörü, etnik çeşitlilik ve sanatsal yaratıcılığa karşı kalıcı bir sevginin damga vurduğu görkemli ama uzun süredir ölü bir medeniyet olarak gördü. İran’ın İslam’ın doğuşundan sonraki hikayesine odaklananlar, zaman zaman patlak veren çatışmalar sırasında İran toplumunda tamamlayıcı roller oynayan monarşiyi ve Şii dini düzenini kabul ettiler.

Ayetullah Humeyni’nin 1979’da iktidarı ele geçirmesiyle, İran’daki monarşinin kesin olarak sona erdiğini ve yeniden canlanan din adamlarının desteklediği teokratik bir rejimin ortaya çıktığını deklare eden yeni bir “İranlı uzmanlar” nesli ortaya çıktı. Ancak günümüzde, buna rağmen, bu analizin bazı kusurlarını tespit etmek mümkün. Son iki ya da üç yılda monarşi, ideal bir yana, en azından bir fikir olarak, Humeyni rejiminin birçok muhalifini çeken bir mıknatıs olarak yeniden gün yüzüne çıktı. Monarşi geçmişine duyulan özlem ve nostalji, eski mitlere ve geleneksel sanata, eski eserlere, edebiyat ve sanatta klasik yapılara ve tarzlara yeni bir ilgi uyandırdı. İlk İran imparatorluğunun kurucusu Büyük Kiros’un mezarına yapılan yıllık ziyaret gezileri, ülkenin dört bir yanından ve yurtdışından çoğu genç olmak üzere binlerce insanı cezbetti. Gönüllüler, “Zerdüşt ateş tapınaklarının” kalıntıları dahil olmak üzere yüzlerce tarihi eseri onarmak ve modernize etmek için bir araya geldi.

Bunların hiçbiri, Paris veya Chicago’daki akademiler değil de İran’ı içeriden tanıyanlar için sürpriz oluşturmuyor. Zira en azından son 5 yüzyıl boyunca, ne zaman dini söylem bir düşüş durumunda olsa, 25 yüzyıllık monarşi hafızasıyla bağlantılı milliyetçi seçim bir canlanma yaşadı. Bunun aksi de geçerli, milliyetçi duygular ne zaman düşüşe geçse dini söylem ön sırada yer aldı.

Son 3 yıldaki halk ayaklanmalarında “Rıza Şah, ruhun şad olsun” sloganı ülke genelinde yankılandı. İranlı ilahiyatçı Kazım el-Assar’ın dediği gibi: “Monarşi ve Şiilik, İran kartalının onlar sayesinde hayal edilemez yüksekliklere çıkabileceği iki kanattır”.

Ama bu sefer, işler farklı gibi görünüyor, çünkü Humeyni rejimi Assar’ın bahsettiği iki kanadı da kesmeye çalıştı. İktidara geldiğinden bu yana 43 yıldır monarşiyi itibarsızlaştırmak, İran tarihini tahrif etmek, İran’ı Şiileştiren Şah İsmail dahil olmak üzere İran krallarını kötü göstermek, Humeyni propagandasının en önemli önceliği oldu. Bu, genellikle tövbeli, Maoist-Leninistllikten Humeynizme evrilmiş Marksistler tarafından tasarlanan ve uygulanan bir hileydi.

Böylece Humeynizm ve Velayet-i fakih veya din adamları yönetimi fikri, hem monarşiyi hem de Şiiliği aşarak İran için üçüncü bir seçenek olarak sunuldu.

Geleneksel Şii din adamları, uzun bir süre Humeyni rejiminin bir teokrasi olduğu yanılsamasına sahip oldular. Bu yanılsama, yeni rejimi tuhaf bir teokratik enstrüman olarak gören İran’ın yeni din adamları tarafından pekiştirildi. Ancak son yıllarda Necef, Kum ve Meşhed’deki birçok geleneksel din adamı, Humeyni’nin kendilerine bir mal faturası satıp satmadığını sorgulamaya başladı. Zira her şeyden önce, devrim zamanında 50 ya da daha fazla kıdemli din adamının yeni rejim içinde kilit bir konumda olmaya davet edilmemesi bir yana onlara bunun için izin verilmedi. Nitekim, yeni rejim, bazı yüksek rütbeli yetkililer dahil olmak üzere düzinelerce din adamını görevden aldı ve birçoğunu sürgüne gönderdi, diğerleri ise rejimle bağlantılı karanlık gruplar tarafından öldürüldü ve en az altısı düzmece suçlamalarla idam edildi. Yeni rejim ayrıca “kiralık sarıklar” olarak bilinen bazı din adamlarına rüşvet verip satın almaya başladı. Bundan sonra, Humeyni rejimi Şii dini unvanlarının değerini düşürmek ve bol keseden dağıtmak için alaylı bir kampanya başlattı. 1979’da Şiilerin 10 veya 12 Ayetullahı vardı. Araştırmacı Mahnaz Şafii’nin son tahmini bugün bu sayının 150’ye ulaştığını doğruluyor. Keza hükümetin maaş bordrolarında 2 bin kişi de “Hüccetulislam” unvanını taşıyor ve bunların arasında görev süresi sona eren “Ruhani” lakaplı eski cumhurbaşkanı Hasan Feridun da var. Dini Lider Ali Hamaney, unvan için gerekli 3 geleneksel kriterden hiçbirini karşılamasa da Büyük Ayetullah olarak anılıyor. Bu kriterler; 40 yıllık bir eğitim sürecini tamamlamak, bir tez yayınlamak ve diğer büyük ayetullahların en azından örtülü onayına sahip olmaktır.

Bir zamanlar muazzam bir prestije sahip dini unvanların hızlı ve kolayca manipüle edilmeleri bazı garip durumlara da neden oldu. Üç yıl önce, İslam Cumhuriyeti’nin yeni Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, resmi olarak Hüccetulislam olarak anılıyordu. Ancak geçen yıl devlet medyası onu “Ayetullah” olarak vasıflandırmaya başladı. Ama geçen hafta yemin edip cumhurbaşkanı kıyafetini giydiğinde, rütbesi yeniden Hüccetulislam’a indirildi.

Geleneksel Şii din adamları, kendilerini hep alçakgönüllü şekilde ya da en azından öyleymiş gibi yansıtmaya çalıştılar. Ancak hakiki Ayetullahlar hiçbir yazışmalarında bu tür unvanları kullanmamış ve “Fakir kulunuz” veya “Allah’ın fakir kulu” gibi unvanları tercih etmişlerdir. 1971’de “Ayetullah” unvanını taşıyan en büyük 10 din adamı ile röportaj yapmak için bir muhabir olarak İran’a gittiğimde, hepsini mütevazı evlerde yaşarken buldum. Yerdeki bir halının üzerine oturmuş, takvayı en güzel haliyle, devletin yarattığı mevcut Ayetullahlar ve Hüccetülislamların görüntülerinden çok uzakta bir görüntü içinde yansıtıyorlardı.

Yıllar içinde din adamları devleti ele geçirmek yerine devlet din adamlarını ele geçirmeye çalıştı. Devlet kendi fetva mekanizmasını kurdu ve 9 kişilik dini konseyini yönetti. Konsey de tüm devlet maaşlarına hükmetti. Hac kotalarını doğrudan kontrol etti ve dini vergilerin (humus yani beşte bir ve zekat) devlet kontrolündeki kurumlara ödenmesinde ısrar etti.

Şah döneminde devlet, vakıflar üzerinde denetleyici bir role sahipti, ancak din adamlarının bağışlanan taşınmazların çoğunu yönetmesine ve kârları dağıtmasına izin veriyordu. Humeyni rejimi altında, devlet tarafından atanan mollalar, vergi ödemeyen ve kimseye hesap vermeyen devasa şirketleri kontrol ediyorlar.

Hamaney’in Afganistan’ın geleceği için verilen mücadelede Taliban’ı destekleme kararı, Humeyni rejimi ile geleneksel Şii din adamları arasındaki deklare edilmemiş savaşa yeni ve belki de daha patlayıcı bir boyut ekledi. Kum’daki birçok din adamı, Afgan grubu “Şiilerin cani düşmanları” olarak nitelendirerek, Tahran’ın Taliban’a verdiği desteği alenen kınadı.

Humeynist rejimin gerçek yüzünü ortaya çıkarmanın zamanı gelmedi mi? O, İranlıların ve yabancı uzmanların İran meseleleri konusunda kafalarını karıştırmak ve İran’ın monarşi mirasının yanı sıra dini geleneklerini de yok etmek için dini rejim kisvesine bürünmüş kaba bir tiranlıktan başka bir şey değil.

Daha da önemlisi, din adamlarının Humeynizmin İran’ın kimliğine, kültürüne, sosyal bütünlüğüne, ekonomisine ve hatta dinine verdiği zarar konusunda çoğu zaman iş birlikçi sessizliklerini sona erdirmelerinin zamanı gelmedi mi?

Emir Tahiri
İranlı gazeteci-yazar Şarkulavsat

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir