Bilindiği üzere, Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde Kuzey Azerbaycan Çarlık Rusya’ya bağlı esir bir ülke idi. Ayrıca Osmanlı Devleti ve Çarlık Rusya birbirine karşı savaş içindeydiler. Bütün bunlara rağmen Azerbaycan Türkleri Trablusgarp ve Balkan savaşlarında olduğu gibi (Ayrıntılı bilgi için bak: Mustafa, 2013:), Birinci Dünya Savaşı döneminde de Türkiye’ye, Anadoludaki kardeşlerine desteğini sürdürmüş, onların sevincli, acılı yaşantılarına ortak olmuştur.
Azerbaycan Edebiyatı da sözkonusu yıllarda aynı duyarlılığı sergilemekten geri kalmamış ve Türk Edebiyatı’nın yanında yer almıştır. Şöyle ki Azerbaycan Edebiyatı savaşın sürecini, sonuçlarını, acılarını derin bir içtenlikle sanatsal araçlarla yansıtarak, zafer ve yenilgileri Türk Edebiyatı’yla kardeşce paylaşarak kader birliğinin sanatsal imajını ortaya koymuştur.
Konumuzla ilgili olarak şunu kaydetmek gerekir Birinci Dünya Savaşı’na karşı Azerbaycan Edebiyatındaki realist temsilciler bir suskunluk, çekingenlik sergilemiş, savaşın sonuçlarını bekliyormuş gibi bir tavır takınmışlar. Tabii Rusya’nın doğrudan savaş içinde bulunması bu çekingenliğin nedenlerinden birisidir. Fakat buna karşın romantik çığır temsilcileri coşkun bir etkinlik içinde bulunarak verimli bir yazın hayatını yaşamış ve parlak, özgün eserler ortaya koyabilmişlerdir; hatta taşkınlık denilebilecek bir özelliğe sahip bulunmuş, savaş sahnelerini Osmanlı Ordusu’nun zafer ve yenilgilerini sanatlarının belli başlı konusu yapmışlardır. Bunun yanısıra Osmanlı Devleti’nin savaşa katılışına, savaş içinde durumuna ve uğradığı sonuca evrensel bir içerik, bir boyut da kazandırmışlar.
I. Birinci Dünya Savaşı ve Azerbaycan Romantik Ekolünün Temsilcileri
Ondokuzuncu ve Yirminci yüzyılların Türkiye romantizmini model alarak oluşan, olgunluk kazanan Azerbaycan romantik ekolün sözkonusu dönemde öne çıkan isimleri Hüseyin Cavit (1882-1941), Muhammed Hadi (1879-1920), Abbas Sehhet (1874-1918), Abdullah Şaik
(1881-1959) ve Ahmet Cevat (1892-1937) idi. (Ali Bey Hüseyinzade bizi ilgilendiren dönemde Türkiye’de yaşıyordu).
Azerbaycan romantizminin geniş çapta üne kavuşmuş temsilcisi bulunan şair ve dram yazarı Hüseyin Cavit’in pek az kısmı dışında eserlerinin çoğunluğu konusunu Türkiye ve Türk-İslam dünyasındaki olaylardan almıştır. Onun sanat dili Azerbaycan Türkçesi’nin de örnekleri görülen Türkiye Türkçesi’dir; eserlerinin dili İstanbul ağzına dayanmaktadır.
Hüseyin Cavit savaş yıllarında Türkiye’nin ve ülke halkının durumunu, karşılaştığı sıkıntıları, felaketleri romantik- gerçekçi biçimde yansıtan şiirler (“Herb ve Felaket-Anadolu herbzadelerine yardım münasebetiyle”, “Kars ve Oltu etrafında sebebsiz (!?) olarag alçakca katl ve yeğma edilen mezlumlar için”, “Gürube karşı”, “Herb ilahı qarşısında”, “Türk esirleri”) ve savaş aleyhinde milli-beşeri problemleri işleyen “İblis” adlı kuvvetli felsefi trajediyi (manzum olarak) kaleme almıştır.
Hüseyin Cavit “Herb ve Felaket”i savaş sırasında zarara, sıkıntılara uğramış Anadolu insanına yardımla ilgili olarak 1916’nın Aralık ayında yazmıştır. Üç kısımdan oluşan şiirin ikinci kısmı daha önemlidir. H. Cavit burada ilk önce Türk’ün şanlı, haşmetli geçmişini dile getirir:
Bir zamanlar şerefli Turanın,
O cihani ğeyuri gavğanın
Gehreman, bergüzide evladı,
Türklerin anlı-şanlı ecdadı
Saldırıb titretirdi yeryüzünü,
Hükmeder, dinletirdi her sözünü.
Ne zaman kişneseydi Türk’ün atı,
Gırılırdı bir ölkenin kanatı (Cavit, 2007: 1/64)
Ama Türk boyun eğdirdiği ülkelere, milletlere karşı her zaman merhametli olmuş, hoşgörülü davranmıştır. Fakat bu merhametli davranış Türk’e ziyan getirmiştir. “İşte bir levha” diye H. Cavit, savaşın doğurduğu sıkıntılar, acılar içine itilmiş masum Anadolu insanının durumuna işaret eder:
İşte bir levhe! Görmek istersen
Bag da gör!.. Ah bir bagıb görsen?!
O şehametli Türk’ün evladı
Şimdi toprag yiyor da feryadı
Çıgmış eflaka, hep yanar, sızlar…( Cavit, 2007:1/65)
Ancak şair iyimserdir, ye’se kapılmamıştır. Kurtuluşu mücadelede, birlik olmada, yüce bir ideal peşinde koşmada görür ve Türk’e şöyle seslenir:
Şaşırıb durma böyle… Bir aydın
İdeal argasınca goş, çırpın!
İdealsiz nicat ümidi mehal!..
“İttihad!” İşte en büyük ideal!
Seni gurtarsa gurtarır birlik,
Çünki birlikdedir feget dirlik(Cavit, 2007: 1/66-67)
Birinci Dünya Savaşı başladıktan sonra kuzey-doğu bölgelerinde Ruslar ve Rusların desteğine dayanan Ermeni çeteleri Türk ordusunun cephelerde düşmanla uğraşmasını fırsat bilerek Türklere karşı insanlık dışı zulümler yaptıkları bilinen bir gerçektir. Kars ve Oltu yörelerinde yapılan incelemeler bunu pek açık olarak ortaya koymakta ve tespit etmektedir. Hüseyin Cavit “Kars ve Oltu etrafında sebebsiz (!?) olarak alçakca katl ve yeğma edilen mezlumlar için” adlı şiirinde bu acılı, yürekler acısı, insanı kahreden olayı romantik sanatsal bir dil ile gözler önüne sergileyerek insanları saldırı, baskın kurbanlarına yardıma çağırır:
Verin!.. Verin de, evet, susdurun şu feryadı,
Aman! Esirgemeğin merhemetle imdadı (Cavit, 2007:1/86)
Büyük şair bu şiirin son kısmında da mücadeleyi, kuvveti vurgulamakta ve bunu çıkar yol olarak göstermektedir:
Hag, edalet, tebiet işte bugün
Ebdi-mezluma garşı pek küskün…
Yaşadan kainatı güvvetdir,
Güçsüzün hep nasibi zilletdir.
………………………………………
Kim ki bigânedir hüguga evet,
Hain ellerde mehvolur elbet.
İşte garşındadır misalı bugün,
Sende göz varsa seyredib de düşün!..
Bisebeb(?) kehrolan zavallıların
Sana şamil değil mi hali yarın?
Yaşamag istersen çalış çabala,
Reed olub gurla, berg olup parla (Cavit, 2007: 1/87-88)
Şairin “Gürube garşı” şiiri de:
Bütün etrafı sarmış bir melal; ağlar, cihan ağlar;
Gönül mehzun, hava mehzun, güneş mehzun, sema mehzun.. (Cavit, 2007: 1/93)
-diye (Burada Namık Kemal’in oluşturduğu bir hava da hatırlanacaktır)
savaşın doğurduğu üzüntülü, hüzünlü bir tablonun çizilmesiyle başlar, sonu ise mücadeleye, savaşa çağırışla biter:
Çalış hep galib ol, merd ol! Bu aydın bir hakikattir:
Cihan bir nazenin dilber ki, yalnız merde kısmettir… (Cavit, 2007:1/94)
Bununla birlikte Hüseyin Cavit savaşın, Anadolu insanında oluşturduğu bezginliğin, bıkkınlığın sanatsal bir imajını da yaratır. Olayların acılı akışının etkisi olarak hürriyet aşığı şair hürriyetin varlığına bazen inanmamak istiyor; onu “tatlı bir hayal” sanır. Bu bakımdan bu denilenleri 17 Nisan 1917 tarihinde yazmış olduğu (veya yayınladığı) “Herb İlahı Garşısında” şiirinde görmekteyiz. Cavit, şiirde “Ey herb ilahı! Ey sırıtan kinli ejderha!” diye fikrini, iç çalkantılarını canlı, sanatlı bir dil ile şöyle ifade eder ve geliştirir:
Ey şiddetü gəzəb savuran hamiyi-zefer!
Artıg yeter, usandı cihan, sen de bir usan!
Terk et şu ganlı toprağı, artıg çekil, yeter:
Herkes didişmeden yorulub, şimdi ruh açan
Azade bir havada çiçeklenmek istiyor,
Pek tatlı bir ümidile eğlenmek istiyor.
……………………………………………………….
Hürriyet! Ah, o bence feget tatlı bir heyal!..
Dünyada var mı hür, eceba? İşte bir sual… ( Cavit, 2007:1/95-96)
Hazar denizinde Nargin adını taşıyan bir ada vardır; ıssız, kuytu bir yerdir. Çarlık ve Bolşevizm dönemlerinde bu ada kötülük, karamsarlık simgesi olarak dillere destan idi. Çarlık döneminde adada savaş tutsakları, sovyetlerin ilk dönemlerinde ise milliyetçilikle, Türkçülükle, karşıdevrimcilikle suçlanan ve haksız olarak “halk düşmanı” adı ile yaftalananlar, siyasi sürgünler adadaki kamplara itilmişlerdi. Birinci Dünya Savaşı sürecinde Ruslar tarafından esir alınan Türklerin, Osmanlı askerlerinin bir kısmı da sözü edilen adada tutsak idiler. Onlar işkencelerin yapıldığı dayanılmaz bir hayatı yaşamaya zorlanmışlardı. Esirlerin durumu Cavit’in içini kanatmış, onu ümitsizliğe sürüklemiştir. Şair, Nargin’deki tutsak Türklere ithaf ettiği “Türk Esirleri” adlı şiirinde onların acılı durumunu şöyle dile getirir:
Erkek, gadın, asker, çocug, ihtiyar-
Esir diye, binlerce Türk evladı
Issız bir adanın goynunda sızlar,
Sorulmaz derdi, duyulmaz feryadı.
İşte kinli bir mezarlıg ki, her gün
Yığın yığın insan yutar da, doymaz;
Sağlam vücudlar bile düşgün, ölgün,
Ümidsiz bir heykelden ferg olunmaz. (Cavit, 2007:1/162)
“Amansız gartalın vehşi ol dırnağı / Mesum yavruları didib parçalar” diyerek Cavit her zaman kana susayan çarizmin – çarlık düzeninin tutsaklara karşı vahşice tutumunu sanatsal olarak eserinde yansıtır. Ama “kardeşlik, birlik, beraberlik”ten konuşanlar, köpürerek nutuk çekenler, kardeş acılarına karşı vurdumduymazlıktan gelenler nerdeler? Cavit onları, ayrıca tüm Bakü’yü bile suçlu görmektedir:
Nerde o serhoşlar ki, hep “gardaşlıg,
Birlik, beraberlik” diye sayıglar.
İşte bir vehşet ki çekilmez artıg,
Dost değil, düşman bile görse ağlar.
Ey Türk Eli! Ey milyonlar ülkesi!
Sagın, duyma nedir bu hal, bu dehşet,
Titretmesin seni şu gardaş sesi,
Korlug, sağırlıg o da bir saadet!.. (Cavit, 2007: 1/162-163)
Son kıtada “Ey milyonlar ülkesi!” ifadesiyle Bakü’ye işaret edilmiştir. Genellikle bu kıtada sitemler, kinayeler apaçık görülmektedir.
H. Cavit devrinin en ünlü şairi olmanın yanında dram yazarı olarak da üne kavuşmuştur. Onun bazı dram eserleri sahnelenmiş ve büyük beğeni kazanmıştır. Özellikle 1918’de yazdığı “İblis” adlı felsefi manzum trajedisi onun üzerinde en çok konuşulan eseridir.“İblis” Azerbaycan-Türk Edebiyatı’nda polemiklere, tartışmalara yol açmıştır. Azerbaycan Edebiyatı’nda ilk manzum trajedinin yazarı da H. Cavittir.
“İblis” trajedisinde H. Cavit’in üstün sanatçı yeteneği daha kapsamlı bir biçimde kendini göstermiştir. Bu eseriyle şair sanat yaratıcılığının doruğuna ulaşmıştır.
Konusu Birinci Dünya Savaşı içinde bulunan Türkiye’nin hayatından alınmış trajedide insanoğlu ile ilgili sorunlar, iyilik ve kötülüğin karşılaştırmaları, bunalımlar, buhranlı anların ilk önce ağırlıklı görünmesine rağmen sonunda iyimserliğin üstün geleceği dile getirilmiştir. Bütün bu meseleler Kanal seferindeki bozgundan sonra geri dönen Türk-Osmanlı subaylarının, Osmanlı uyruklu kişilerin, ayrıca Arif gibi genç filozof ve aşığın, hayali-alegorik İblis’in sanatsal araçlarla ustalıklı bir biçimde tipleştirilmesiyle canlandırılmıştır. Türkiye’nin, Türk-İslam aleminin bunalımlı anlardaki hayatının sanatsal imajı yaratılmış, buna aynı zamanda evrensel bir boyut da kazandırılmıştır.
“İblis”de ders alınacak parçalar pek çoktur. Onlardan biri şöyledir:
Efsus ki, hiçdir sonu Türk ordusu varsın,
İsterse bütün Hindi de, Efganı da sarsın,
İsterse bütün garşı çıgan manei yıgsın,
Turanı basıb bağrına Altaylara çıgsın,
Mümkün değil, esla olamaz naili-amal,
Etdikçe heyanet eli bu milleti pamal (Cavit, 2007:3/29).
“İblis” trajedisinden ayrıntılı söz etme bildirinin esas amacı değildir. Bu çalışmanın sınırları da buna imkan vermemektedir. Ama burada bir hususa dikkati çekmek isteriz. Şöyle ki, bazen “İblis”de olayların, gelişmelerin somut bir mekanda meydana gelmediği belirtilir (Azerbaycan Edebiyatı Tarihi). Ama böyle değildir. “İblis” dramı dört perdeden oluşur. Her perdedeki olayların cereyan ettiği mekan açık şekilde şöyle gösterilmektedir:
“İlk Perde: Bağdad civarında ağaçlıg, menzerelı bir guşe… Bir terefde dışarısı yeşilliklerle muhat bir çardag, içerisi hesirle döşenmiş sade bir gülbecik… (Cavit, 2007: 3/8)
İkinci Perde: Ereb ( Arap-E.C.) zevgine uyğun süslü bir salon… (Cavit, 2007: 3/34)
Üçüncü Perde: Sehne ilk perdede olduğu gibi ihtiyar şeyhin çardağını – gulbesini gösterir (Cavit, 2007: 3/57)
Dördüncü Perde: Ormanda bir cığır… Etrafda iki-üç kötük, güruba yarım saet var. Pek uzagda hezin bir ahengle bir geder ney yahut çoban düdüğü çalınır. Sonra ağacların arasından silah ve gurşunlar guşanmış köylü Türk giyafetinde iki haydut çıgar (Cavit, 2007:3 / 81)”.
Böylece olayların Bağdat ve Bağdat civarında geliştiği görülür. Bu Bağdat ve civarı söz konusu dönemde Osmanlı toprağı değil miydi? Ayrıca yukarıda da belirtildiği gibi trajedinin kahramanları Osmanlı uyruklu olup, çoğu Türktü.
Burada şunu da kaydetmek isteriz:
“İblis”in yazılmasına neden olan biricik etken Türkiye’nin Birinci Dünya Savaşına katılmasıdır. Osmanlı Devletinin yenilgisi “İblis” trajedisinin ruhunu belirlemiştir.
Bakü’de “Açık söz” gazetesinin 25 ve 26 Ekim 1915 tarihli sayılarında H. Cavit’in “Muharebe ve Edebiyat” başlıklı bir makalesi de yayınlanmıştır. Makale sürmekte olan savaşın etkisiyle yazılmıştır. H. Cavit bu yazıda “Edebiyat, bir milletdeki ehvali-ruhiyyenin in’ikası demekdir…Bugünkü muharebede yalnız toplar, tüfengler değil, her memleketin edebiyat ve felsefesiyle beslenen beyinler de ayrıca haizi-ehemiyyetdir” (Cavit, 2007:5/282,286) diyerek edebiyatın toplumsal önemini vurgulamıştır.
Devrin ünlü romanlik şairlerinden olan Muhammed Hadi din adamı olarak savaşın başlarında Bakü Müslüman Alayına katılarak Avrupa’ya gitmiştir. O, savaşın başlamasıyla ilgili “Handeyi-zafer” şiirini yazmış, “Kanlı satırlar ve gaileyi – hayat”, “Harbi-müselles yahut cengi-seaheng”, “Ayrılık dakikaları” şiirlerini savaşa adamış, vatan özlemini yansıtan birkaç manzume (“Meydani-harp hatıralarından”, “Ulduzlu bir gecede müharibe tamaşası ve “Şah-name” şairi-ziigtidarını hatırlamak. Müharibe manzaralarından”, “Kış Günlerinde odlu figanlar”, “Bedbaht kör çocuk”, “Gurbet illerde yadı-vatan”), cephe günlerinin ürünü olan “İnsanların tarihi faciaları yahut elvahi – intibah” adlı lirik-epik uzun şiirini yazmıştır. (Hadi,2005)
M. Hadi vatan özlemini belirten şiirlerinden birinde bu özlemi şöyle ifade eder:
Karpat üstündeyem, feget üzümü,
Könlümü, ruhumu, iki gözümü
Daima dönderib de semtine men,
Oluram sacidin, a şanlı veten! (Hadi, 2005: 288).
Abbas Sehhet savaş aleyhinde şiirler (“Şair, şeir perisi ve şeherli”, “Tahliye yahut kaç-kın”), ayrıca öyküler (“Bedbaht aile”, “Karagünlü Helime”) ve fıkralar kaleme almıştır. Bu eserlerinde savaşın felaketlerini, maddi ve manevi ziyanlarını işlemiştir (Sehhet, 2005).
1. Sehhet “Tehliye yahut gaçgın” adlı şiirinin bir kıtasında savaşın felaketlerini şöyle dile getirirdi:
Gışlalar, gelelerle mescidler,
Ateş içre alovlanır, yakılır.
Bürcler, gübbelerle mebedler
Pozulur, münhedim olur, yıkılır (Sehhet, 2005:96).
A. Sehhet “Bedbaht aile” hikayesinde Kars ve Ardahan’da Ermeni çetelerinin Müslümanlara karşı yaptıkları mezalim ve soykırımdan kurtularak Tiflisin sokaklarına sığınmış olan insanların ve bunların arasındaki bir ailenin acılı hayatını, kederli kaderini, “Karagünlü Helime” hikayesinde ise savaş sırasında saldırıya uğrayan Bayburt şehri nüfusunun sıkıntısı ve bir ailenin felaketle sonuclanan hayatını ele almıştır (Sehhet, 2005:190-196).
A. Sehhet’in eserlerinde savaşa karşı çıkan romantik ruh diğer romantiklere oranla taşkınlık derecesine varamamıştır. Onun romantizminde gerçekçi çizgi de yer almış, barışa çağrı ve amaca ulaşmak için kuvvet uygulama gibi iki bakış açısı kendini göstermiştir.
Abdullah Şaik sanatında savaş sonucunda Türkiye’nin, Türk aleminin istilaya uğramasından doğan hayal kırıklığı, vatandaş acısı ustalıkla işlenmiştir (“Simurg Kuşu”, “Vatanın Yanık Sesi” vb.) (Şaik, 2004). Ama sanatçı yese düşmemiş, kurtuluş yollarının arayışı içindedir. Bu arayış girişimleri onun “Arazdan Turan’a” adlı simgesel uzun şiirinin konusunu oluşturur… “Kuzgun deniz”in ortasındaki adada altın kerpiçli bir köşk vardır:
Köşkün karşı tarafı “Kızıl Elma” bağıdır,
Ayak bassa, daş olur, her kes ona yağıdır.
“Kızıl Elma” bağında gezer dünya güzeli,
Güler coşgun sevincle Türkün elinde eli (Şaik, 2004: 69).
A. Şaik acılı, uğursuz günler içinde kurtuluşcu Türk-Osmanlı Ordusunun Azerbaycan’a gelişini beklemekte ve özlemektedir. Bu özlemi “Niçin Böyle Geciktin?” adlı şiirine konu edinmiştir:
Sensiz kalbim gırıg, sönük, çiynenmiş, hırpalanmış,
Ömür şüşem daşa değmiş, hayatım parçalanmış.
Gırıg bir saz kimi sızlar ganlı, yorğun telleri,
Yakılır da, yakar bütün gayğı vurmuş elleri.
Şu vətənin öksüzleri, gelinleri, dulları
Göz yaşıyla sulamış hep keçdiyiniz yolları.
Yolunuzu beklemekden benizleri saralmış,
Heç gelmedin. O şen, güler ürekleri gem almış.
…………………………………………………………………….
Hain, alçag düşmənlərə kol gücünü hep göster,
Aç yolları, çabuk gel ki, gelbim seni pek ister (Şaik, 2004:61).
Yirminci yüzyıl Azerbaycan-Türk Edebiyatı’nın klassiklerinden biri olan Ahmet Cevat Türkiye’deki Milli Edebiyat akımını benimseyerek Azerbaycan Edebiyatında kendi başına bir ekol-mektep meydana getirmiş, hece vezninde yüksek derecede sanatsal romantik-lirik şiirler söylemiştir. Onun özel hayatı, sanat yaratıcılığı Türklüğün simgesi olmuş dersek asla haksız olmayız. A. Cevat, Balkan ve Birinci Dünya Savaşına kalemiyle, aynı zamanda eli silahlı bir asker olarak katılmış, Mehmetcikle omuz omuza Türkiye cephelerinde düşmana karşı savaşmıştır. (Mustafa, 2013). O, savaşların acılarını, heyecanlarını yaşadı. Bu yaşantılar ile yoğrularak onun güzel, özgün lirik şiirleri, romantik kalemi esirliğin, göçün, şehit mezarının, savaşların yıktığı ve söndürdüğü ocakların, kana susamış olanların, bunların yanında Türk’e özgü dayanıklık ve yigitliğin simgesini, imajını otraya koymuştur. A. Cevat yetenekli, vatan ve milliyetsever şair olarak savaşın doğurduğu durumları lirik-epik biçimde ustalıkla şiirleştirmiştir.
A. Cevat’ın savaş temlerini işleyen şiirlerinin çoğunluğunu Birinci Dünya Savaşının izlenimlerinden doğan şiirler oluşturmaktadır (“Çırpınırdın Karadeniz”, “Şehit esir”, “Harpzadelere”, “Ne Gördümse”, “İmdad”, “Uyan”, “İstanbul”, “Şehitlere” v.b.(bk: Cevat, 1992; 1990)
“Hamidiye” Türkiye’nin savaş gemisiydi (kruvazör). 1. Dünya Savaşı’nın ilk aylarından sa-vaşa katılarak Karadeniz sularında ilk zaferlerinden biri olarak Rusya’nın “Kazbek” gemisini batırmıştır (29 Ekim). “Hamidiye” savaşa artık dünyaca ün yapmış bir gemi olarak katılmıştı (Mustafa, 2013:75-82). A.Cevat’ın dillere destan olan sevinç ve gurur aşılayan 1914’ün Aralığında yazdığı “Çırpınırdın Karadeniz” şiirinin 4.kıtasında “Hamidiye” kıvanç içinde anımsanır.
“Hamidiye” o Türk kanı
“Hiç birinin bitmez şanı.
“Kazbek” olsun ilk kurbanı
Selam Türk’ün Bayrağına!(Cevat,1992:1/150; 1990:82)
A.Cevat’ın mecazlarla zengin şiiri Türkiye’nin savaş durumundan kaynaklanan kardeş duygularını, izlenimlerini, savaşın getirdiği sıkıntı ve acıları imgesel biçimde yansıtmıştır. İşte yüksek sanat ürünü olan “Ne Gördümse?” şiiri: Kardeş duygularının imgesel, canlı bir tab-losu:
Armağanım yaslı nağme
Bir kuş oldum, çıktım yola
Gittim gördüm dost ilinde
Ne bir ses var, ne bir layla.
Sordum garib minareden
Akşam olmuş ezan hani
Baykuş konmuş minberlere
Diyen hani, duyan hani (Cevat 1990:44; 1992:1/128-129)
Bu şiiri A.Cevat Azerbaycan’da Nevruz Bayramı – 22 Mart 1915 günü yazmıştır. Ama şairin öz kardeşleri cephelerde düşmana karşı ölüm-kalım savaşı vermekte, ölümle burun buruna gelmektedir. Bundan dolayı bu bayramı kutlamak mümkün müdür ?:
Vicdanım bana emredir ki
Böyle günde bayram etme!
Kur’an bana yol gösterir ki
Yoksulları meyus etme! (Cevat,1992:1/45; 1990:129)
Yukarıda da belirtildiği üzere A.Cevat Balkan savaşları’ndan sonra Birinci Dünya Savaşı’na katılarak Türkiye’nin doğu bölgelerinde Ermeni çetelerine karşı savaşmış, Azerbaycan Müslüman Hayriye Cemiyeti’nin sorumlu sekreteri; faal üyesi olarak savaştan zarara uğrayanlara maddi ve manevi yardım gösterilmesinde etkin rol oynamıştır. O “İmdad” şiirinde şöyle seslenirdi:
Yarılmış korkudan pembe dudaklar,
Aşıklar ah çeker derdinden ağlar.
Bak, neler söylüyor tarlalar, dağlar,
Kardaş sesi duydum imdada geldim! (Cevat, 1992:1/129; 1990:46)
İstanbul’un İngilizler tarafından istilası üzerine yazdığı “İstanbul” şiiri coşkuyla kaleme alınmış sanatlı, kuvvetli bir eseridir. A.Cevat İstanbul’u aşık olduğu dünya güzeline benzetmiştir:
Ben sevdiğim mermer sineli yarin,
Diyorlar koynunda yabancı el var.
Bakıp afaklara, uzak yollara
Ağlıyormuş mavi gözler akşamlar.
Ah, ey solgun yüzlü, dalgın İstanbul!
Mavi gözleri pek baygın İstanbul!
Benim sevdiğim kız, dünya güzeli,
Ona bu dünyada eş yaratılmamış
Diyorlar gönlünü felek bozalı
Sırmalı telleri hiç daranmamış (Cevat, 1992:1/143; 1990:70)
Ama bu dünya güzelinin “Bir yılan sarılmış ince beline!” Bu yılan İngilizdir. İstanbul üzerine pek çok şiirler söylenmiştir. A.Cevat’ın şiiri özgün bir eser olup ruhu dokunaklı bir tatlılığı ile farklılık göstermektedir.
O, birkaç şiirinde (“Bismillah”, “İngiliz”, “Ey Asker!”, “Şehitlere “gibi) 1918’de kardeş yardımına koşan, Kafkas İslam Ordusu’nun Bakü’yu kurtarmak uğrunda mücadelesinin, bu savaşlarda verdiği şehitlerin yıkılmaz bir heykelini dikmiştir.
Şiirim sınık bir Türk sazı, ağlatarak tellerini
Adak adak (Cevat, 1992:1/124; 1990:37)
-diyerek Turana, bütün insanlığa seslenen A.Cevat, 1. Dünya Savaşı’nın başından itibaren bütün ruhu ile, canı ile, maddi varlığı ile savaşın içinde oldu. Çünkü Turan illerinin biricik bağımsız, hür devleti savaş içinde idi. Bu biricik bağımsız devletin savaştaki kaderi, yazgısı sonuçta yüzlere gülecektiyse Turan illeri birbirine kavuşacak, “birlik” olabileceklerdi.
Burada şunu da belirtmek yerinde olur ki, Stalin’in zulmünden kurtulamayan A.Cevat vatanında uzun süre yasaklanmasına rağmen Azerbaycan Edebiyatı’ndaki romantizm çığırında milli zeminde modern şiirin kurucusu olmuştur. Onun yazı dili azıcık farkla İstanbul ağzına dayanmaktadır:
II. Birinci Dünya Savaşı konusu ve Azerbaycan Gerçekçi Ekol’ünün Temsilcileri
Daha önce sözü edildiği gibi Azerbaycan Edebiyatı’ndaki gerçekçi cığır temsilcileri 1. Dünya Savaşı konularını işleme meselesinde çekingenlik göstermiş, suskun kalmıştır. Ama onlardan biri olarak şair Ali Nezmi söz konusu soruna düzenli biçimde olmasa da yine de değinmiştir. Şairin konumuzla ilgili iki şiirini (“Vermezik yahut üç kişinin söhbeti” ve “Örnek””) ele almamız yerinde olurdu.
Bilindiği gibi, savaş yıllarında Osmanlı’nın doğu bölgesinde, Kars, Erzurum, Ardahan’da ve çevrelerinde Ermeni çeteleri Türk-Müslüman ahaliye karşı soykırım yapmışlardı. Bir bilgiye göre, Kars ve Ardahan yöresinde soykırıma uğrayan Müslüman’ların sayısı 30 bine varmıştır (Binark, 2001:44). Yergi nitelikli birinci şiirde Ali Nezmi felaket içinde kıvranan Kars ve Ardahan Müslümanları’na yardımdan kaçınan kişileri acı kinayelerle yermiş, eleştirmiştir. Bu kabil kişileri milli-dini onurdan yoksun paralı insanlar olarak nitelendirmiştir:
Günde gelir, he, nedir, ehsan verek,
Erdahan’ın aclarına nan verek,
Kaş, değil pul diyeler can verek,
Can daha şirin ise de, vermezik!
Cümlesi hemdin ise de, vermezik!
Bizlere ne, göklere çıkmış feğan,
Zülm okuna Karslılar olmuş nişan,
Körpeler ac, yaşlıların bağrı kan,
Gartları gemgin ise de vermezik.
Cümlesi hemdin ise de, vermezik!
Kane belenmiş yaralı çox beden,
Ağ yumsak kardan edinmiş kefen.
Kars’da kışın lale açarmış çemen,
Möhnet, gem anın ise vermezik!
El hamı miskin ise de, vermezik (Nezmi,2006: 252-253)
A.Cevat’a hitaben yazdığı ikinci şiirde ise şair iki ilginç karşıt tablo sunmuştur: Bahar gelmiş, yeryüzü yeşilliklerle donanmış, doğa, bütün güzelliği, haşmetiyle belirmiştir. Fakat doğanın bu güzelliğinden yalnız Ardahan nasibini alamıyor; Ardahan kanlar içindedir:
Gösterdi beharın gızı bir sureti-dilber,
ruxsari-münevver,
Firuze kibi, daldı yaşıl nure çemenler,
her meskenü meber.
Pek şuh bükülmüş yaşıl etleslere toprak,
parlak hamı oymak,
Tek “Ardahan”ı tapdalamış kırmızı seller,
vurmuş kara yeller. (Nezmi,1927:203-204).
Burada A.Nezmi iki karşıt manzara yaratarak sanatlı bir biçimde Ardahan’ın acılı durumunu daha belirgin şekilde sunmuştur: Gözler ruhu okşayan bir manzaradan ansızın ayrılarak yürekleri kanatan bir manzaraya dikilir; zıtlıklar, canlı bir belirginliği doğurur. Sanatsal bir imge sunulmuştur deyebiliriz…
Birinci Dünya Savaşı konusu, döneminde Azerbaycan Edebiyatı’nda kendisini şiir alanında göstermiştir. Sovyet-Bolşevizm döneminde ise bu mesele yasaklı konulardan olduğundan onun edebiyata yansıması imkansızdı. Fakat Sovyetler 1991’de tarihe mal olduktan sonra da söz konusu doğrultuda ciddi bir girişim görülmemektedir. Azerbaycan’ın ünlü yazarı İsmail Şıhlı’nın 1995 yılında yaztığı “Ölen Dünyam” adlı romanının sadece küçük bir kısmında 1917 Ekim darbesinden sonra, 1918’de Türkiye cephesinden geri dönen Rus ordusunu Azerbaycan’ın demiryolu tren istasyonunda (Şemkir) silahsızlandırmadan söz edilmiştir. Yazar bu olayı gerçek bir olguya dayanarak açıklamaktadır. Silahsızlandırma harekatını yürütmek için Gence valisi Hudadat Bey görevlendirilmiştir. Rus savaş trenleri istasyonda durdurulur. Küçük bir çatışma dışında harekat barış yoluyla gerçekleştirilir. Ruslar teslim bayrağı çekerler ve silahlarını teslim ederler: “Yaklaşık 10 bin asker teslim olur, silahlarını yere bırakırlar Şemkir yolu ile Gence yönünde ilerleyen kalabalığın sevinci sınırsızdır. Şimdi onların büyük bir orduyu silahlandıracak kadar silahları vardı”(Şıxlı,2005:1/319-320)
Görüldüğü gibi, Birinci Dünya Savaşı’yla ilgili olarak Azerbaycan ve Türkiye Edebiyatları’nın tutumu kader birliğinin canlı gerçek bir ifadesidir.
——————————————————
Elman Mustafa Cıvıroğlu
Kaynaklar
Binark, İsmet: Ermenilerin Türklere yaptıkları mezalim ve soykırımın Arşiv Belgeleri. 2001, Ankara
Cavit, Hüseyin: Eserleri: 5 ciltte, I cilt, Şiirler ve poema- “Elm”, 2007, Bakü
Cavit, Hüseyin: Eserleri: 5 ciltte, III cilt, Dram Eserleri- “Elm”, 2007, Bakü
Cavit, Hüseyin: Eserleri: 5 ciltte, V cilt, Dram Eserleri- “Elm”, 2007, Bakü
Cevat, Ahmet: Seçilmiş eserleri. 2 ciltte, 1.cilt, “Azerneşr”, 1992, Bakü
Cevat, Ahmet: Şiirler-I. Çırpınırdı Karadeniz- Göktuğ, 1990, Ankara
Hadi, Muhammed: Seçilmiş eserleri- “Şerg-Gerb”, 2005, Bakü
Mustafa, Elman: Şiirimizde Trablusgarp ve Balkan Savaşları- “Elm ve Tahsil”, 2013, Bakü
Nezmi, Ali: Seçilmiş eserleri -“Şerg-Gerb”, 2006, Bakü
Nezmi, Ali: Sijimkuluname-“Azerneşr”, 1927, Bakü
Sehhet, Abbas: Seçilmiş eserleri -“Lider neşriyyat”, 2005, Bakü
Şaik, Abdulla: Arazdan Turana- “Nurlan”, 2004, Bakü
Şıhlı, İsamayıl: Seçilmiş eserleri. 2 ciltte. I.cilt, “Şerg-Gerb”, 2005, Bakü