KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Rusya
  4. »
  5. Elie Yusuf: Rusya, Avrupa Birliği’ne yönelik taleplerde bulunur mu?

Elie Yusuf: Rusya, Avrupa Birliği’ne yönelik taleplerde bulunur mu?

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 15 dk okuma süresi
283 0

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Pekin Kış Olimpiyatları’nın açılışından bir gün önce Çin lideri Şi Cinping ile bir araya geldiğinde ‘Ukrayna planı’ istediği gibi yürümediği için Çin’in desteğine şiddetle ihtiyaç duyuyordu.

Putin, Ukrayna sınırına 100 bin asker yığarak krizi tırmandırmasının gerekçesi olarak, NATO’nun doğuya doğru genişlemesini ve Ukrayna’nın üye olarak seçilmesi ihtimalini öne sürüyordu. Putin’e göre krizin çözümü; Kuzey Atlantik İttifakı’nın Doğu Avrupa ülkelerindeki yayılmacılığını sonlandırması ve 1997’deki sınırlarına çekilmesiydi.

Ancak Rusya Devlet Başkanı, Çinli mevkidaşından sadece tek bir cümlelik destek alabildi. Ortak bildiride: ‘Her iki ülke de NATO’nun genişlemeye devam etmesine karşı çıkıyor ve Soğuk Savaş ideolojisini terk etmesi gerektiğine inanıyor’.’ denildi. Bu zayıf cümlenin Putin’in beklentilerini karşılamadığı açıktı. Üstelik ‘ortak bildiride’ Ukrayna kelimesi yalnızca tek bir yerde geçiyordu.

Analizlerin çoğu, Rus lider Vladimir Putin’in ABD Başkanı Joe Biden’ın Afganistan’daki ‘başarısız politikası’ ve ABD yönetiminin, enerjisini Çin’le olan mücadelesine odaklamak amacıyla, Ortadoğu sorunlarından ve savaşlardan kaçınma eğiliminden cesaret alarak Ukrayna’yı tehdit etmeye yeltendiğine işaret ediyor.

Putin ayrıca ittifakın rolü ve geleceği hakkındaki tartışmalar sürerken NATO üyeleri arasındaki ihtilaf ve bölünmelere de güveniyordu. ABD ittifak üyelerini, mali yükümlülüklerini yerine getirme hususunda ağır davranmakla itham ediyordu. Avrupa ülkeleri de ‘75 yıllık barış dönemini sonlandıracak’ yeni bir savaşa girme hususunda çekingen davranıyordu. Putin tüm bu gelişmeleri fırsat bilip isteklerini dayatma yoluna gitti.

Ancak ABD’nin Avrupa’nın taleplerine yönelik sert tepkisi, Kremlin’in efendisini şoka uğrattı. Tüm göstergeler Putin’in kendisini bir çıkmazın içine sürüklediğini ve kurtulmak için zor seçimler yapmak zorunda kalacağına işaret ediyor. NATO’ya yeni üye alınmamasını talep etmek, sadece Kuzey Atlantik İttifakı’nın tüzüğünün değil, Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın ve Rusya’nın da imzaladığı Avrupa Güvenlik Antlaşması’nın da ihlali anlamına geliyor. Nitekim Paris Zirvesi’nde 1990’da varılan anlaşmada, “Hiçbir ülke Avrupa Kıtası’nın herhangi bir bölümünü etki alanı olarak kabul edemez” deniliyor. Putin, Rusya’nın kuşatılmaması yönünde güvence talep ederken tam olarak da bu maddeyi ihlal ediyordu.

Yine bazı analizler, Rusya’nın NATO’nun genişlemesine dair Avrupa ülkeleri arasındaki görüş ayrılıklarından cesaret aldığını gösteriyor. Nitekim Avrupalı bazı liderlerin açıklamalarında, Ukrayna ve Gürcistan’ın yakın vadede NATO’ya katılmayacağı için bu meselenin gündemden çıkarılarak Rusya’nın ikna edilmesine dair işaretler bulunuyor. Bazı yetkililer de NATO’nun daha fazla genişlemeye ihtiyacı olmadığını, dolayısıyla yeni üye alımına son verilmesi gerektiğini savunurken şunu soruyorlar: NATO’nun Rusya sınırına yaklaşması ihtilafın ana kaynağıyken Rus saldırısından sakınmak için Putin’e bu tavizi niçin vermeyelim?

Rusya’nın sınır takıntısı

Suçu sınır ihlali yapan NATO’ya atan bu argümanları benimsemenin Putin için bir ödül anlamına geleceği açık. Vladimir Putin’in Rusya’nın başına geçtiğinden bu yana en büyük endişesi, başta Ukrayna başta olmak üzere sınırları yakınındaki ülkelerde başarılı demokratik rejimlerin inşa edilmesiydi. Üstelik Rusya, Ukrayna’yı Rus ulusunun bir parçası olarak görüyor. Putin’in konuşmalarında da sıklıkla bu hususa vurgu yaptığı biliniyor. Rusya buradan hareketle 2008’de demokratik hükümeti alaşağı etmek için Gürcistan’ı işgal etti. 2014’te Ukrayna’ya saldırarak Kırım Yarımadası’nı ilhak etti. NATO’nun doğu sınırları içindeki Rus yerleşim bölgesi Kaliningrad’da nükleer başlık takılabilen İskender Füzeleri’ni konuşlandırdı. Dikkat edilirse o zamanlar Ukrayna’da herhangi bir ABD ya da NATO füzesi konuşlanmış değildi. Ancak, Rusya’nın ‘saldırgan intikamcı tutumu’ komşularının destek talebiyle Batı’ya yönelmesine neden oldu.

ABD’li yetkililer ve uzmanlar, Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya alınmaması kararlaştırılsa dahi Putin’in tehditlerinden vazgeçmeyeceğini öngörüyorlar. Tam aksine, bu yöndeki taleplerinin kabul edilmesinin taviz ve zayıflık göstergesi olarak yorumlanacağını belirtiyorlar. Durum belki de Avrupa Birliği ülkelerinin ittifak üyeliğini sorgulamaya kadar gidecektir. Ukrayna ve Gürcistan’ın Putin’le olan sorunları, NATO’ya üyelik ihtimallerinden ziyade Avrupa Birliği ile yakın ilişki geliştirmelerinden kaynaklanıyordu. Putin, Rusya’nın Avrupa’da etkin bir oyuncu olarak geri dönmesinin önündeki en büyük engelin ABD olduğunun farkında. Dolayısıyla stratejik olarak ABD’nin çatışma halinde olduğu Çin’e yakınlaşarak, yaşlı Kıta’ya şartlarını dayatmak istiyor. Kim bilir; belki de zamanı geri almada başarılı olacaktır.

Putin, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’la görüşmesinde ve ortak basın toplantısında, protokol kurallarını ihlal ederek Fransız lideri aşağıladı. Kremlin Sözcüsü de ABD’yi işaret ederek Ukrayna krizinde gerilimi azaltmak için bir yol haritası üzerinde anlaşmanın ancak ‘gerçek taraflar’ ile yapılabileceğini söyledi. Rusya’nın bu tutumu, Avrupalıların güvenlik bağımsızlığını inşa etmedeki yapısal zayıflığını ve İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Amerikan korumasına olan ihtiyaçlarını göz önüne seriyor. Rusya’dan çekinen ülkelerin NATO’ya üye olma arzusu, Kuzey Atlantik İttifakı’nın etkinliğini kanıtlar nitelikte. Diğer yandan NATO’ya üye olan küçük Avrupa ülkelerinin ittifaka mali ve askeri katkıları da tartışılmaya devam ediliyor.

Avrupa’nın güvenlik zaafı

İkinci Dünya Savaşı’nda 36 milyondan fazla kayıp vererek ağır bir bedel ödeyen Avrupa, on yıllardır askeri harcamalarında temkinli davranıyordu. Avrupalılar bugün Rus baskısının artmasıyla birlikte Kıta’yı etkileyecek herhangi bir büyük kriz karşısında ABD gücüne bağımlı olduklarına dair acı bir gerçeklikle yüzleşti. Müzakere masasında caydırıcı kozlardan yoksun oldukları için Rusya onları kolaylıkla görmezden gelebilir. Avrupalı liderler bu durumun farkında olduğu için, Putin’in karşısında en güvenilir ses halen ABD Başkanı Biden’dan çıkıyor. Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell açıklamasında “Etkili olmak için kolektif yeteneklerimize ciddi şekilde yatırım yapmamız gerekir. Aksi takdirde dış politikada karar verici değil hedef oluruz” ifadesini kullandı.

Almanya ve Fransa, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra savaşın etkilerini ortadan kaldıracak bir ekonomik kalkınma hamlesi başlattı. Avrupa Birliği büyümesine ve küresel bir ekonomik güce dönüşmesine rağmen, güvenlik ve savunma alanlarında denge sağlayıcı bir gelişim kaydedemedi. Buna karşılık Amerika Birleşik Devletleri savaşın kesin galibi olarak silah sanayisini geliştirmeyi sürdürdü ve Sovyetler Birliği’ne karşı koymak için nükleer cephaneliğini ve askeri harcamalarını artırdı. 1949’da kurulan NATO’daki en etkin ülke ABD olurken Avrupa bu ittifakın şemsiyesi altında, içteki kalkınmasına odaklandı. Josep Borrel bununla ilgili şu ilginç cümleyi kurdu:

“İnsanlar genellikle Avrupa Birliği’ni ekonomik bir dev, siyasi bir cüce ve askeri bir solucan olarak tanımlıyorlar. Bu ifadenin ağır bir klişe olduğunu biliyorum ama pek çok klişe gibi içinde gerçeklik unsurları barındırıyor.”

Balkan Savaşları, Avrupa’nın ortak savunma harcamalarını artırma ve hatta silah sistemlerini entegre etme çabalarının başarısızlığını gözler önüne serdi. Savaşa müdahalede gecikilmesi ve müdahale esnasındaki aksaklıklar, Avrupa Birliği içinde karar almanın zorluklarını da kanıtladı. AB’nin genişlemesiyle birlikte yeni üye olanlar dahi dış ve savunma politikalarında veto hakkına sahip oldu. Putin, doğalgaz temini umuduyla Moskova ile ilişkilerini güçlendirmekle ilgilenen aşırı sağcı Macaristan Başbakanı Viktor Orban’ı ağırlarken bu konuyu istismar etmeyi hedefliyordu.

Avrupa Birliği’nin gelirleri ABD’nin gelirlerinden daha fazla. Buna rağmen Washington’ın NATO’ya yaptığı harcamaların yarısından azını harcıyorlar. ABD başkanları on yıllardır Avrupalılara harcamalarını artırmaları ve ABD ordusuna bağımlılıklarını azaltmaları için baskı yapıyor. Eski ABD Başkanı Donald Trump, NATO’yu defalarca ‘modası geçmiş’ bir ittifak olarak nitelendirerek, ya dağıtılması ya da rolünün yeniden gözden geçirilmesi çağrısında bulundu. Bazılarına göre müttefiklerine ‘güven telkin etmeye’ çalışan şu anki Başkan Joe Biden da benzer kanaatleri taşıyor. Ancak Rusya tehlikesine karşı korumaya aldığı Avrupa Birliği’nin, Çin-ABD çatışmasında ülkesinin yanında yer almasını garanti altına almaya çalışıyor. Bununla birlikte Hint-Pasifik bölgesinden artan gerginlikle ilgili NATO’nun muhtemel rolüne dair henüz bir açıklama yapılmış değil.

Washington’ın ittifaka olan taahhütlerini azaltması gerektiğini savunan Chicago Üniversitesi’nden siyaset bilimi profesörü John Mearsheimer, American Enterprise Enstitüsü’nde verdiği seminerde şunları söyledi:

“Dünyada, Amerika Birleşik Devletleri için stratejik olarak önemli üç bölge bulunuyor: Avrupa, Körfez bölgesi ve Doğu Asya. Soğuk Savaş sırasında güçlerimizin Avrupa’da olmasının nedenlerinden biri, Sovyet tehdidinin bölgede yoğunlaşmış olmasıydı. Bugün Körfez’de bölgesel bir egemen olmadığı gibi Avrupa’yı tehdit edebilecek bir baskın güç de yok. Ancak Asya’da gerçekten baskın bir bölgesel güç var. O da Çin. Dolayısıyla ABD’nin tüm askeri gücünü Doğu Asya’da yoğunlaştırması gerekir.”

Çin, Avrupa’yla ortaklığını riske atmayacaktır

Washington, NATO’ya düşük desteklerinin bir nevi tazminatı olarak, Avrupa ülkelerinden Çin’e siyasi ve ekonomik baskı uygulamalarını talep edebilir. Diğer yandan Putin, Batı yaptırımlarına maruz kalma olasılığı nedeniyle ekonomik destek almak için Çin’in kapısını çaldı. Demokrasileri Savunma Vakfı tarafından hazırlanan rapora göre Rusya Devlet Başkanı bu hususta somut bir başarı sağlayamadı. Çin ekonomik durgunluk endişesi yaşadığı bu süreçte, Avrupa ile zaten gergin olan ilişkilerine daha fazla zarar verme riskini almayacaktır. Nitekim Çin’in Avrupa Birliği ve İngiltere’ye ihracatı, Rusya’ya yapılan ihracatın 10 katı. Çin’den sağlanan tedarik zincirlerine olan bağımlılığı azaltmaya yönelik güçlü çağrıların yanı sıra Çin lideri Şi’nin isteyeceği son şey, Ukrayna işgalini açıkça destek vererek olası yaptırımlarla karşı karşıya kalmaktır.

Çin’in enerji ihtiyacına rağmen Rusya, karşılıklı denklemde Pekin’e çok daha fazla bağımlı durumda.

Moskova, yaptırımlar uygulanırsa petrol ve doğalgaz ihraç etmek için umutsuzca yeni müşterilere ihtiyaç duyacaktır.

Çinli yorumcular, Avrupa ile ticaretin Çin’in kalkınması için önemli bir rolü olduğu için AB’nin gücendirilmemesini savunuyorlar. Ayrıca Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik herhangi bir saldırısı ve Batı’nın yaptırımlarla vereceği tepkisi, enerji ve diğer emtia piyasalarını şok edebilir ve Çin’in ihracatını olumsuz etkileyebilir. Çin Komünist Partisi, ekonomik istikrarın bu yıl için birinci öncelikleri olmaya devam ettiğini vurgulamıştı.

Bu nedenle bazı kesimler, Çin’in Avrupa’daki ekonomik çıkarlarını hedef almakla tehdit etmenin, Çin-Rus ilişkisinin yıpratılması açısından önemli bir fırsat olduğu görüşündeler. Putin, Batı ile ilişkilerinde daha agresif hale gelirken Çin kendini Avrupa’ya artan ekonomik bağımlılığı ve Rusya ile yakın ilişkilerinden kaynaklanan bir çelişki içinde buluyor. Rusya ve Çin’in çıkarları arasındaki bu farklılık üzerinde oynamak ve Pekin’i Moskova’nın Avrupa’daki saldırganlığına desteği konusunda açıkça uyarmak, özellikle Çin ile ekonomik iş birliğini yeniden değerlendirme tehdidinde bulunan Avrupalılara önemli bir pozisyon sağlayabilir. Pekin, Putin’e olan desteğini geri çekmediği sürece Bir Kuşak Bir Yol Girişimi’nin akıbeti de tehlikeye girebilir.

Elie YusufŞarkulavsat

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir