KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Doğu, Batı Ve Güney Türkistan -Türkistan-Türkiye İrtibatının Siyasi Ve Fikri Temelleri-

Doğu, Batı Ve Güney Türkistan -Türkistan-Türkiye İrtibatının Siyasi Ve Fikri Temelleri-

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 29 dk okuma süresi
412 0

Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde İslam Felsefesi Tarihine dair kronolojik/tarihsel okumalarımızı “Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak” diye isimlendirdiğimiz bir proje bağlamında yapıyoruz. Eski Anadolu uygarlıklarının doğal mirasçısı olan Hitit medeniyetinin merkezi olan Çorum’da Asya, Kafkasya, Karadeniz’in Kuzeyi, idil-Ural ve Batı Sibirya’daki Türkler ile kültürleri ile Mezopotamya kültürün mirasını takip ediyoruz. Türk Düşünce Tarihi dersinde bunun uzak hedefi olarak Türkistan’dan İç Asya’dan getirdiğimiz felsefi, kültürel birikimi Anadolu’da yani Ön Asya’da bulduğumuz kültürel birikimle yeniden okuyarak Türk Felsefesinin oluşumuna katkı sağlamak olarak görüyoruz. Bu bağlamda Ötüken Ergenekon’u dirilişimizin tarihsel temeli, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu temin eden Milli Mücadele ile yeniden küllerimizden dirilişimizi ise Anadolu Ergenekon’u diye isimlendiriyoruz.
Selçuklu-Osmanlı-Türkiye Cumhuriyetinin siyasi-fikri/felsefi sürekliliğini araştırırken Karahanlı, Gazneli devletlerini de gösteren Büyük Selçuklu haritasıyla sınıfa giriyoruz. Yazının konusu olan Güney Türkistan’ı gösteren Belh, Kabil, Gazne, Tarkan, Kandehar şehirlerini gösteriyoruz. Doğu ve Batı Türkistan’ın Taşkent, Farab, Talas, Harizm, Cürcan, Semerkant, Nişabur, Dandanakan, Merv, Rey şehirlerini ve Horasan’ı gösteriyoruz. Ardından Asya ve Avrupa’daki Hun-Türk Devletlerinin siyasi haritasını çıkartıyoruz. Çünkü Batı Hunları ile birlikte Türkler 434 yılından itibaren Avrupa’da yaşamaya başlamışlardır.
Birleşik haliyle Türkistan’ı görünce tarihsel bilinçlilik yeniden hatırlanıyor, Batı Hun imparatorluğu Kuzey Avrupa, günümüz İngiltere, Fransa ve İskoçya’sını kapsadığını, Güneyinde Batı Roma İmparatorluğu olduğunu, Anadolu’nun o zaman Doğu Roma imparatorluğu’nun (M.Ö 174-M.S450-550) olduğunu gösterip dünya siyasi tarihinde Türklerin en önemli oyun kurucular olduğunu söylüyoruz. 1453 yılında Doğu Roma’nın başkentinin İstanbul yapılmasıyla Doğu ve Batı ayrımının artık anlamsızlaştığını Osmanlı’nın Türkistan’dan bir toplumsallaşma süreci olarak gördüğümüz göç sürecince getirdiği birikimi bir dünya kültürü haline getirdiğini vurguluyoruz.
1. Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak İçin Doğu, Batı ve Güney Türkistan’ı Bütüncül Okumak

Bunun felsefi temellerini Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak diye isimlendirdiğimiz okuma sürecinde Farabi ve İbn Sina ile Doğu ve Felsefesinin (Hikmetü’l-Meşrikiyye) Batı’da yani Endülüste yetişmiş İbn Bacce, İbn Tufeyl ve İbn Rüşd ile zirveye ulaştığını, felsefe ve din uyumunun sağlandığını belirtiyoruz. İslam Felsefesiyle yerli/tikel değerlerin evrenselleşerek/tümelleştirerek bir dünya felsefesi haline geldiğini vurguluyoruz. Burada İslâm terimi felsefe teriminin sıfatı olup öncelikle Müslüman âlimlerin varlık, bilgi ve değer üzerine sistematik okumalarına delalet ettiğine dikkat etmemiz gerekir. Öncelikle diyorum çünkü ilahi mesajın son versiyonunu farklı dil, kültür, gelenek ve dini yapılara mensup olan âlimlerin ürettiği de bu anlamda İslâm felsefesine dâhildir.
Müslüman alimler Fatih Sultan Mehmed’in açtığı üniversite ile Doğu ve Batı coğrafyalarının bütüncül ve yeknesak fikrî/ilmî modeller/kuramları bir diğerinden etkilenmeksizin ürettiğinin tutarsız olduğunu siyasi başarının devamı olarak da dünyaya gösterdi. Hakikatin tezahürlerini siyasi ve fikri olarak bütüncül okumalarının önemi Doğu ve Batı şeklindeki tasniften hareketle bilgiyi kategorize ederek, parçalanmış bilinçlerin üretmesine engel olmuştur. Günümüz açısından söyleyecek olursak, S. Huntington’un “Medeniyetler arası Çatışma” teziyle İslam ve diğer Doğu medeniyetlerini Batı’nın karşıtı olarak görüp, talebesi F.Fukuyama’ın artık “Tarihin Sonu” geldi diyerek varoluşlarını gerekli bir öteki üzerine kurarak, diğerini değillemeye ve dışlamaya dayandırmasının anlamı o zamandan beri yoktu, demektir.
Biz Türk Felsefesinin yanı sıra devlet geleneğinin oluşumunda Farabî’nin son derece önemli olduğunu buradan hareketle söylüyoruz. Şöyle ki, O, felsefeyi ezeli/bir hakikatin bir yansıması olarak görüp, “Bereketli hilal”, Maveraünnehir (yani iki nehir Dicle ve Fırat arası) ve Mezopotamya da denilen topraklardan Yunanistan’a ve Batı’ya gittiğini, geliştiğini söyler, ama önemli olan bizim onu eski yurduna geri getirmemizdir, der. Ama üzerinde Osmanlı devletinin dağılmasıyla birlikte kadim dünya yeniden düzenlendi, Fransa ve İngiltere Orta Doğu, Uzak Doğu, Yakın Doğu, Orta Asya gibi isimlendirmeleriyle önemli oranda Türklerin hakimiyeti altındaki yerleri yeniden nitelendirdiler.
1. Doğu Türkistan, Batı Türkistan ve Güney Türkistan
Asya kıtasında Türklerin yurdu manasına Türkistan’ın tabii coğrafyası, etnoğrafik ve tarihi manasıyla hudutları şöyledir: Güneyden Gürgan Nehri, Horasan Dağları, Kopet Dağı, Kuhi Baba, Mezduran, Tapcak ve Ak Dağları, Hindukuş Sırtları, Mustag-Kuenker Sıradağları; doğudan, Doğu Türkistan’ın doğu hudutları, Sucav civarında 98°50’ kuzey paraleli, 40°50’ doğu meridyeni noktası; kuzeyden Cungarya ve Kazakistan’ın kuzey hudutlarını meydana getiren İrtiş Havzası ve Aral-İrtiş su ayırımı hattının kuzey yamaçları; batıdan Kuzey Ural Dağı, Yayık Nehri, İdil’in denize döküldüğü yer olan Bökey Orda ve Hazar Deniziyle çevrilidir. Yüzölçümü altı milyon kilometrekare civarındadır. Türklerin atayurdu olan bu bölge Doğu ve Batı kültürleri arasında bir köprü, geçiş bölgesi olması açısından dünyada önemli bir coğrafi konuma sahiptir. Jeo-politik açıdan değerlendirdiğimizde “Kara Hakimiyet Teorisi”ne göre, buraları dünyanın kalbidir.
Seyhan ve Ceyhan (Sir ve Amu Derya) ırmakları ile Aral gölü civarında yerleşen Türkler, burada ve diğer bölgelerde çok sayıda devletler kurdular. Özellikle Çin’den başlayarak Akdeniz ve Karadeniz kıyılarına kadar ulaşan İpek Yolu’nu hâkimiyetlerine alarak, Doğu ile Batı kültür ve medeniyetleri üzerinde etkili olmuştur. Uzun yıllar siyasi ve ekonomik istikrarın sağlanmasının temelinde, (aynı zamanda Oğuz Kaan ile aynı kişi olduğu rivayetleri de bulunan) Hun imparatoru Mete Han tarafından kurulan ve yaklaşık 500 yıl süren devlet (M.Ö. 318- M.S.216) sırasında temelleri atılan ordu disiplini, devlet teşkilat yapısı ve dil birliğini korunması yatmaktadır.
Avrasya’nın iç kısmından Baltık denizinden Karadeniz’e kadar uzanan bir kıstaktan doğuya doğru 4500 km ötede Yenisey’e ve Kuzey Kutbundan güneyde Türkiye kadar devam eden bölgeyi (heartland) elinde bulunduran dünya siyasetinde önemli rol oynayacaktır. Hiçbir deniz gücünün bu kara hâkimiyetine karşı direnemeyeceği ortadadır. Bumin Kaan tarafından 552 yılında kurulan “Göktürk” devleti tarihin bir ucunda; Türkiye Cumhuriyeti de bu sıfatı kullanan son devlet olarak tarihin son ucunda bulunması, Merkezi Türk Hâkimiyet Teorisinin gereğidir. Bu aynı zamanda İpek Yolu projesinin sürekli işlevsel olduğunun göstergesidir. Yani, Horasan, İran, Maveraünnehir, Anadolu hattında kurulan Karakoyunlu, Akkoyunlu, Safevi, Selçuklu, Osmanlı devletleri, bilinçli bir iktisat siyaseti güderek birinci derecedeki milletlerarası ticaret yollarının hâkimiyet altında tutulduğunun kanıtıdır. Özetle Türklüğün bir ucunda Göktürk, öbüründe ise Osmanlı durur, bu iki tarihi durağı birbirine bağlayan hat, Oğuz’dur. Bu tarihsel birikimin sonucunda Türkiye Cumhuriyeti boylar birliği olan Oğuz’un son devletidir.
Görüldüğü üzere, Türkistan terimi, VI yüzyılda çok geniş bir saha özellikle İç Asya için kullanırken, IX-X asırlarda İdil-Volga’dan Orta Avrupa’ya kadar uzanan Hazar ve Macar ülkeleri ve nihayet XII yüzyıldan itibaren Anadolu için kullanılmaya başlanmıştır. Hatta Mısır kölemen Devleti toprakları da Türkiye diye anılıyordu.
Kısacası Türkistan; Batı Türkistan, Doğu Türkistan, Afgan yahut Güney Türkistan ve İran Türkistan’ı olmak üzere dört bölüm halinde incelenir. Batı Türkistan, Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan, Kazakistan; Doğu Türkistan Çin Halk Cumhuriyeti; Güney Türkistan, Afganistan; İran Türkistan’ı da İran hudutları içindedir. Güneydeki Afgan Türkistan’ı; Afganistan’ın kuzeyinde bend-i Türkistan ve Hindukuş dağ sırası önünde Seyhun Vadisine ve Batı Türkistan Çukureli’ne doğru uzanan alçak sahadır. Afgan Türkistan’ının en büyük şehri Mezar-ı şeriftir. İran Türkistan’ı; İran’ın Estarabad ve Deregiz vilayetlerini içine alır.
2. Batı Türkistan’ın Bağımsızlığına Kavuşması
1989-1991 yılında Rusya’nın yeniden yapılanma süreci (perestroyka ve glasnost) sonunda Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Azerbaycan ve Özbekistan siyasi bağımsızlıklarını kazandı. Batı Türkistan’ın fikri ve iktisadi dirilişini temin edecek çalışmalar bu bağlamda önemlidir. Çünkü SSCB bölgenin en önemli siyasal aktörüyken yaşanılan sıkıntıları aşmak için Rusya diğer devletlerin görece de olsa bağımsızlıklarını tanıdı ve yenidne yapılanma sürecine girdi. En son Kırım örneğinde görüldüğü üzere bölgedeki siyasi duruşunu pekiştirmek için her türlü çabayı gösteren Rusya, tıpkı İngiltere Birleşik Krallığının common wealth dediği gibi bir yapılanmayı devam ettiriyor kanaatindeyim. Çin Doğu Türkistan’ı, Rusya Batı Türkistan’ı, İngiltere ise Güney Türkistan’ı işgal ettiler ve halen de bu terimlerin gündeme gelmemesi için her türlü önlemi alıyorlar.

3. Doğu Türkistan: Uyguristan
Dünya gündeminin önemli oranda görmedim, duymadım işitmedim dediği Doğu Türkistan, Çungarya, Tarım ve Çaydam olmak üzere üç büyük parçaya ayrılır. Ülke ahalisinin % 85’i Türk’tür. Gerisinin çoğu Çinli’dir. Bir miktar Moğol, Tibetli, Rus da vardır. Buradaki Türkler Uygur Türklerindendir. Edebi dil Kaşgar şivesi olup, Yeni Uygurcadır. Türklerin hepsi Ehl-i sünnet olup, Hanefi mezhebindendir.Başlıca şehirleri Aksu, Huten, Sayram, Turfan, Beşbalık, Hami (Koml), Kulça’dır. Bu şehirlerin hepsi de tarihi Türk şehirleridir. Ruslar ve Çinliler bu Türk ülkesinin bağımsız olmasını önlemek için her türlü baskı usulüne başvurmuşlardır. Bugün tamamen Çin hakimiyetindedir.
Doğu Türkistan tarihte ilk Türk Devleti olarak bilinen Hun İmparatorluğundan itibaren birçok büyük Türk Devletinin çekirdeğini teşkil eder. Göktürk Devleti, Uygur Devleti, Karahanlı Devleti bunların en meşhurlarındandır. Doğu Türkistan’nın Çin zulmü altında inlemesi karşısında daha önce duruşumu net bir şekilde göstermiştim. Ama burada özellikle vurgulamak istediğim husus, bu sorunun günümüz Türkiye’si açısından değerlendirmek için Bilge Kaan ve Tonyukuk arasındaki müzakereye kadar giden bir temeli olduğudur.
3.1. Tarihte Çin İstilasından Korunma ve Tonyukuk’un Firaseti
2020 yılı Unesco tarafından anılacak önemli şahıslardan birisi olarak gösterilen Tonyukuk, damadı ve devlet başkanı Bilge Kaan ve bazı kurultay/meclis üyelerinin “Artık yerleşik düzene geçmeliyiz” önerisine Çin’in sayısal, ekonomik ve dini durumlarını gerekçe göstererek reddetti. Diğer Oba başkanları kurultay üyelerinin desteğini de alması karşısında Bilge Kaan adına layık bir tavır alarak yerleşik düzene geçilme önerisinden vazgeçti ve Türkler olarak varoluşumuzu sürdürdür.
Bu benim açımdan son derece önemli, çünkü Türkiye Başkanlık sistemine geçiş sürecinde 2012 yılında Farabi’den hareketle “Güçlü devlet başkanı; güçlü başbakan ve nitelikli kurultay (meclis) örneğini” vermiş ve Tonyukuk’un firasetini örnek olarak vermiştim. Selçuklu ve Osmanlı döneminde güçlü sadrazamları da müzakere ederek bu konuya yeniden döneriz. Ama Doğu Türkistan baskısı karşısında Türkiye, tarihsel birikimiyle Çin ve ABD (aslında İngiltere diye okumak gerek bunu) arasında kalmak zorunda değil. Üstelik Çin’e asla teslim olmamalı, yönünü Güney Türkistan (Hindistan, Pakistan), Afrika ve Avrupa çevirmeli ticari açıdan diyorum.
Zamanında Emir Timur’un Müslüman bir Türk Devleti olan Altın Orda’yı yıkılışa sürüklemesiyle Rusya’nın beylik konumundan dünyanın önemli bir küresel gücü olmaya yönelmesini unutmamalıyız. Batı Türkistan’ın on yıllarca neler çektiğini ve fikri ve ekonomik olarak da hala sıkıntı içinde olmalarını unutmazsak, Türkistan’ın herhangi bir kesimini diğerine tercih etme durumunda olmama gerekliliğimiz ortaya çıkar.
4. Ve Güney Türkistan
Çin’in küresel güç olarak Türkiye’ye ve İslam dünyasına ekonomik dayatmalarına dikkat çekerken bu hengamede gözden kaçan Güney Türkistan’a unutmamak zorundayız. Burada Batı Türkistan’da Rusya’nın yaptığını İngiltere’nin gerçekleştirdiğini söylemek gerekiyor öncelikle. İngiliz milletler topluluğu (common wealth) geçmişte Britanya İmparatorluğu’nun parçası olan devletler ile sonradan katılmış devletlerin oluşturduğu uluslararası bir koalisyonu olup Birleşik Kral Parlamentosu tarafından kurulduğunu biliyorsunuz. Dünyanın her yerindeki sömürgelerini bu yapılanma içinde koruduğunu, Güney Türkistan dediğimiz yerin Bangladeş, Hindistan, Pakistan’ın burada yer aldığını, bunlara ilaveten Malezya, Singapur ve Sri Lanka’yı da kattığını, Avrupa’da Kıbrıs ve Malta’nın olduğunu söylediğimizde ekonomi politik mücadelenin yeni adlarla ama eski küresel güçlerle hala devam ettiğini görürüz. O zaman üzerinde güneş batmayan imparatorluğunu yeni formla devam ettiren İngiltere’nin tarihsel olarak gerek Türkistan’ın güneyinde gerek Kuzey Avrupa’daki rakipleri daha doğrusu kadim dünyanın önemli merkezlerinde daima Türkler olmuştur.
Bu tespitimi, Aliya İzetbegoviç’ten hareketle şöyle temellendiriyorum. Ona göre Anglo Sakson zihniyetini tanımak ve tarih felsefesi açısından değerlendirmek için Batı’nın tarihi İngiltere’nin Kıta Avrupa’sının zihniyetinden farklı olduğunu bilmek şarttır. İngiltere yani Anglosakson dünyası doğrudan Ortaçağ Hristiyanlığının tesiri altında kalmadığına dikkat çeken Aliya’ya göre, genel olarak Anglo-Amerikan zihniyetinin sahneye çıkması, Şark tarihinde İslamiyet’in ortaya çıkmasına tekabül etmektedir. Doğu ve Batı Arasındaki İslam adlı eserinde bu husus ayrıntılı olarak Hz. Muhammed ve Coromwell paralelliği ile açıklanıyor. Coromwell ile birleşik İngiliz kilise ve devletinin tarihi ve İngiliz imparatorluğu; Hz. Muhammed ile birleşik İslam dini ve devleti kurulmuş, İslam’ın dünya hakimiyeti başladığı belirtiliyor. Aliya’ya göre bu durum, İslami ve Anglosakson zihniyetleri için bu doğaldır, Kıta Avrupası zihniyeti içinse böyle bir şey mümkün değildir.
Bu çerçevede Türklerin Doğu, Batı ve Güney Türkistan dediğimiz yerlerde kurduğu devletleri, Selçuklu, Osmanlı devletinin kadim dünyanın önemli kesiminde uzun yıllar hüküm sürdüğünü ve Doğu-Batı ayrımını sadece coğrafyaya indirgediğine dikkat etmek gerekir. İngiltere’nin bu bilinçliliği kırmak için Orta Doğu, Yakın Doğu, Uzak Doğu, Orta Asya gibi terimlerle kadim dünyayı yeniden isimlendirdiğini görünce aslında buralarda ezeli rakibinin Türkler olduğu ortaya çıkar.
4.1. Güney Türkistan’ın Tarihi
Ural’lardan Hindikuş dağlarına kadar Türklerin yaşadığı Büyük Türkistan coğrafyasının güneyi Belh, Feryap, Kunduz gibi tarihi şehirlerinin de dâhil olduğu Badahşan’dan Herat’a kadar olan bölge olduğu Güney Türkistan diye isimlendirilen yerdir. Sınıf arkadaşım ve Hint Tarihi uzmanı Ali İhsan Yitik’in ifadesiyle söyleyecek olursak “Mahabbarata destanında Hindistan’ın kuzey-batı bölgeleri saka Ülkesi (sakadvipa) olarak tanınır. Bazı Sanskritçe kaynaklarda kötülerin karşısında iyilerin yanında yer aldıkları dile getirilirmiş. Sakalar ve yaşadıkları bölgeye ilişkin metinlerin bütüncül olarak incelendiğinde Türklerin Hint Yarımadasındaki varlıklarının M.Ö 3. Yüzyıla kadar uzandığını, özellikle Pencap, Keşmir ve Ganj havzasında yoğun olarak yaşadıklarını söylemek mümkündür.
Türklerin Hindistan’a girişi ve buraya egemen olmaları 11. Yüzyılın başlarında Gazneli Sultan Mahmut’un (1000-1030) Hint seferîleriyle başlamış, 12. Yüzyıldaki Muhammed Guri (1149-1206) döneminde devam etmiş, Bazı kayıtlarda Çağatay devleti, bazılarında Timur’a nisbeten Gürkaniler diye de isimlendirilen Babürlüler döneminde zirveye çıkmıştır. Babür devletine Moğol devleti diyen Batılılardır, bizim mesafeli durmamız ise Osmanlı devleti ile Emir Timur arasındaki çatışma ve onlarında sürekli çatıştıkları Özbeklere yakın durmamızdan dolayı olabilir.
Özetle Sultan Mahmut’un itibaren Pakistan toprakları ve Hindistan’ın Kuzey Batı bölgeleri Türk Yurdu haline gelmiştir. Muhammed Guri ise Ganj vadisine hakim olmuş, Babürler Yarımadanın güneyindeki az bir bölge dışında tamamen Hindistan’a hakim olmuşlardı. İslam öncesi bir yana Türklerin Müslüman olduktan sonra yedi asır bölgeye hâkim olduklarını ve 1600 yıllardan itibaren sömürge güçlerinin bölgeye geldiğini hatırlayalım. İspanya’nın K. Kolomb vasıtasıyla ulaştığı Amerika kıtasını iliklerine karşı sömürdüğünü gören İngiltere dönemin vekalet savaşları diyebileceğimiz korsan gemilerle oraya ulaşmaya çalışırken aynı zamanda Asya’ya Ümit Burnu üzerinden geçen Portekizlere paydaş olmak istedi.
Doğu Hindistan Şirketi adıyla bölgede gücünü 1613 yılı itibarıyla göstermeye başladı. 1764 yılında yapılan Baksar savaşında İngilizlere Babür devleti yenildi, artık resmi olarak görünmese de hakimiyet fiilen İngilizlerin eline geçti. 1857 yılında Sipahi Özgürlük Hareketi bunu kırmaya çalıştı ama bunu kanlı bir şekilde bastıran İngilizler bölgeyi sömürmeye daha da sert bir şekilde devam ettirdiler. 1887 yılında Kralice Viktorya resmen Hindistan imparatoriçesi olarak ilan edildi.
Bu tarihe lütfen dikkat; çünkü bizim 93 Harbi dediğimiz Osmanlı Rus savaşının yapıldığı yani zayıfladığımızı gören İngiltere’nin Kıbrıs ile birlikte eş zamanlı olarak (1878) Hindistan’daki Türk devletini de ilhak ettiğinin göstermektedir. Bu fiili sömürge Gandi’nin sivil itaatsizlik eylemleri başlayana kadar devam etti. Hindistan’ın bütünlüğünü korumaya çalışan Gandi’nin bir Hindu tarafından öldürülmesiyle ülke üç parçaya ayrıldı.
1765-1938 yılları arasındaki yaklaşık iki yüzyıllık zaman diliminde İngiltere’nin Hindistan’dan aldığı para miktarı 45 trilyon dolar civarında olduğunu bir araştırmayla ortaya konulduğunu, sömürünün 1600 yıllara kadar gittiğini söylersek boyutu netleşebilir. Sadece iki yüzyıllık zaman dilimindeki gelir İngiltere’nin bugünkü gayri safi milli hasılasına vurulduğunda bu rakam tam 17 İngiltere’ye denk geliyormuş. Buna bir de commonwealt dediği ülkelerden yüzyıllarca aldıklarını düşününce İngiltere’nin hala dünyanın en önemli gücü olduğunu ortaya çıkar.
19.yüzyıldan itibaren de bölgede Rusya’nın pamuk ihtiyacını karşılamak için Güney Türkistan’a geçmeye çalışmasıyla İngiltere ile çatışmalar başladı. SSCB’nin Afganistan savaşının nedenlerinin tarihsel temelleri buraya kadar gider. Taliban adıyla ortaya çıkan örgütün İslam adına verdiğini iddia ettiği mücadelenin kaybedenin sadece bölge halkı özellikle de Türkler olduğunu da unutmamak gerekir. Nitekim SSCB’nin Afganistan’dan çıkarılmasında savaş veren Türkler Feryap şehrinde Taliban’a karşı da savaştılar. Önde gelen Türk komutan Nizamuddin Kaysari, Afganistan güvenlik güçleri tarafından tutuklanarak Kabil’e götürüldü. Hemen ardından Taliban’a karşı direnen Feryap şehrine Afganistan Ordusu girerek halkın mallarını yağmalayıp sivil insanları bile katlettiler. Dolayısıyla Güney Türkistan yüzyıllardır baskı altında ve baskı hala devam ediyor.
Bunu Kırgızistan Oş Şehir Parkında Afganistan savaşı şehitler abidesini gördüğüm zaman sadece Güney Türkistan’ın değil, Batı Türkistan’daki Türklerin de çatışmanın ön saflarında olduğu görülür. Yani Türkler her zaman bağlı oldukları devletin topraklarının korunmasında ön saflarda çarpışmışlardır, ama burada iki süper iki tarafta da Türkleri ön cepheye sürmüşler.
4.2. Güney Türkistan’ın Kültürel Eserleri
Hindistan ziyaretindeyken “siz gittiniz, İngilizler geldi, onlar sadece misyoner okulları açtı ve İngilizceyi, kültürünü yerleştirmeye çalıştı, şimdi tarihsel olarak gezmeye geldiğiniz bütün yerleri sizin atalarınız yaptı” sözünü hatırlıyorum.
Ağra’daki kale ve Taç Mahal, kızıma adını verdiğim Begüm hatun adına yapıldı. Fetihpur Şehri, Ekber Şah (Panç Mahal), Bülend-i darvaza (Zafer Anıtı), Selim Çişti Türbeleri, Delhi’deki Kuvvetü’l-İslam Camii, Lal Kila (Kızıl Kale) Kutup Minar, Cuma Mescidi, Hayadarabad’daki Mekke Mescidi, Çar Minar, Golkonda ve Kutbi Şahiler Kaleleri, Benares’deki Şirin Lal Han Türbesi, Çunar’daki İftihar Han, Türkmen Baba, Süleyman Baba, Kasım Baba Türbeleri özgün yapı özellikleri, mimari tarzları ve turkuvaz mavisi renkleriyle Hindistan’da hala yaşan Türk İslam kültürünün mühürleridir. Keşmir ve Pencap’ın değişik bölgelerinde, Uttar Pradeş eyaletinin Rampur, Muradabad, Muzaffernagar, Haridvar, Balmrapur, Bijnar, Gonda ve Şambal şehirlerinde Türkler yaşamaktadır. Bunlara tulukkiyat yani Türk kökenliler denilir.
Yukarıda bahsettiğimiz araştırmayı yapan Hintli ekonomi profesörü Utsa Patnaik şu sözleri Türkler ve İngilizler arasındaki durumu özetliyor. ”Evet, Türk-Moğol kökenli Babürlüler de ülkeye dışarıdan gelme. Fakat diğer yandan ülkeye gelen bütün göç dalgaları böyle. Hepsi dışardan gelme. Babürlerin yaptığı şeyin Racastan Prensleri’nin yaptığından farkı yok. Onlar da insanları vergiye bağladılar. Fakat topladıkları parayı İngilizler gibi dışarı kaçırmadılar, yine bu ülkeye harcadılar. Babürlüler geldikleri topraklarla bağlarını kopardılar ve tamamen buralı oldular. Bu açıdan kesinlikle onları İngilizler ile bir tutmak doğru değil. İngilizler gibi bizim ürünümüzü başka topraklara kaçıran, yerli üreticiyi kandıran, onları söğüşleyen insanlar kesinlikle olmadılar.”
Bu gerçekliğe rağmen Batı Türkistan, siyaseten görece bağımsız, iktisadi ve fikri olarak Rusya’nın etkisi hala yoğun, ekonomik olarak ilaveten Çin’in istila tehlikesi altında; Doğu Türkistan zaten Çin’in sömürgesi durumunda, peki Güney Türkistan’ın niçin hiç adı yok? Oysa Türkiye Cumhuriyetini kuran kadronun lideri Mustafa Kemal Atatürk o zor zamanlarda bile şu sözleriyle yapılması gerekenleri belirtmişti: “Efendiler! Türk devleti Afganistana yardım edecektir, Bu Yardımların karşılığında göreceksiniz, bir gün orada müstakil bir Türk devletinin kuruluşuna şahit olacağız.”
Sonuç:
Biz İsmail Gaspıralı’yı takip ederek Türkistan-Türkiye irtibatının fikri temellerini araştırırken, Batı Türkistan’daki devletlerin siyasi bağımsızlığını kazanmasının yanı sıra fikri ve iktisadi (iş) bağımsızlığını sağlayacak birlikteliklerin kültürel temellerini oluşturmaya katkıda bulunmak istiyoruz.
Asya’nın Kuveyt’i denilecek maddi zenginliklere sahip olan Doğu Türkistan’ın yaşadığı baskıları ve dünyanın gözden gelmesine direnirken Güney Türkistan’daki Türklerin tarihsel ve kültürel temellerini sürekli gündemde tutmak gerekiyor.
Bölgede Pakistan, Hindistan ve Bangladeş arasındaki gerilimlerin temelinde yatan İngiliz politikasını, Taliban adıyla ortaya çıkan örgütün bölgenin Türksüzleştirme operasyonuna alt yapı oluşturduğunu, benzer çalışmanın Irak ve Suriye’de olduğundan hareketle söylüyoruz.
Türkistan’ın Batı’sının siyasi özgürlüğüne kavuştuğunu, Doğu Türkistan’ın Çin zulmü altında yaşadığını söylerken Güney Türkistan’ın ise sürekli gerilim ve çatışmalar içinde olduğunu, bölgede Türklerin yaşadıklarının gündeme getirmek şarttır.

Prof Dr Mevlüt Uyanık
(Bu yazı Türk Yurdu Dergisi, Yıl 109, Sayı 389, Nisan 2019, S. 28-32 arasında yayımlanmıştır.)

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir