KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Doğu Akdeniz Yetki Alanı Sorunu Çıkmaza mı Giriyor

Doğu Akdeniz Yetki Alanı Sorunu Çıkmaza mı Giriyor

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 9 dk okuma süresi
365 0

Doğu Akdeniz’de yükselen gerilimin taraflarının Türkiye ve Yunanistan ile sınırlı tutulmaya çalışıldığı gerçeğini görmemek mümkün değil.
Yarı kapalı bir deniz havzası olan Akdeniz’de kıyıdaş sadece iki ülke yoktur. Ancak, balıkçılık alanı ya da münhasır ekonomik bölge sorunu bağlamında konunun ele alındığını bir kere daha söylemeliyiz. Bu sorun bugün ifade edildiği üzere münhasır ekonomik bölge ya da balıkçılık alanı gibi ilan edilmek suretiyle tanımlanan alanlarla sınırlı değildir. Kabul edilmesi gereken odur ki; Akdeniz ve Ege’de Yunanistan ve Türkiye arasında bu iki deniz alanının yetkisinden kazanımından daha önemli olan kıta sahanlığı çıkmazı vardır.
Bütün sorunun temelinde bu dar alanda iki kıyıdaş devletin kıta sahanlığı kabulü yatmaktadır. Oysa kıta sahanlığı hukuki rejimi açıktır. Defaetle her platformda ifade ettiğimiz üzere BMDHS 76. Maddede kıta sahanlığı tanımını yapmaktadır. İlgili maddenin 10 Paragrafı da kıta sahanlığına dair gereken tüm açıklamalar yapılmakla beraber “ipso facto, ab initio” olduğunu belirtmek gerekir.
Yunanistan ile Türkiye arasında ki deniz yetki alanı sorunu sadece Doğu Akdeniz ile ilgili değildir. Yunanistan hem Ege hem de Akdeniz’i bir bütün halinde düşünmektedir. Yunanistan’ın Ege kıta sahanlığı sorununa yönelik ileri sürdüğü tezleri 1932 tarihli anlaşmaya dayandırmaya gayret etmektedir. İtalya ve Türkiye arasında yapılan anlaşmanın detayları için burada geniş açıklama yapmayacağız. Antlaşmanın en önemli noktası 12 Ada 1947 yılında İtalyanlar tarafından Yunanistan’a bırakıldığında Yunanistan anlaşmanın halefi (ardılı) olduğunu belirtmiştir.
Bugün Doğu Akdeniz’de ise GKRY’nin tezlerinin arkasında durmaya gayret etmektedir. Deniz yetki alanları söz konusu olduğunda BMDHS 300. madde tüm kıyıdaş devletlerin hakkaniyet çerçevesinde ve iyi niyetle ve yükümlülüklerini yerine getirecek ve hak ve yetki özgürlüklerini hakkın suiistimaline teşkil etmeyecek tarzda kullanacaklardır der. Yunanistan bu bağlamda GKRY’nin kıta sahanlığı haklarına vurgu yaparken hakkaniyet ilkesinden yola çıkıldığını ifade etmektedir. Oysa BMDHS adaların deniz yetki haklarını tanır ancak hakkaniyet ilkesi şartlara göre değişiklik gösteren bir ilkedir. Şartlardan kasıt coğrafi özelliktir. Deniz hukuku sözleşmesine göre coğrafyanın işaret ettiği husus ise kıyı uzunluğudur. Yukarıda ifade ettiğimiz üzere Deniz hukuku adaların Deniz alanı haklarını tanımaktadır ancak adalara tanınacak olan haklar için adanın üzerinde insan yaşayıp yaşamadığı, kendine özgü ekonomisinin olup olmadığı gibi kriterler yararlanacaktır.
Tam da burada Kıbrıs adası üzerinde yaşayan iki halk ile ilgili self determinasyon Hakkı söz konusu olmaktadır. Bu konu ise AB ülkelerinin GKRY’ni ada’nın tek sahip unsuru olarak tanırcasına AB üyeliğine kabul etmesi ve KKTC’nin varlığı ve halkının yok sayılması açısından ayrıca sorunlu bir hukuk alanına işaret etmektedir. Konuya yeniden dönecek olursak bugün İtalya Yunanistan arasında 1977’de yapılan İyon Denizi’ndeki yetki alanı anlaşması da gündemdedir. Yunanistan bu konuyu Doğu Akdenizdeki haklılığını ispat edebilmek adına kullanmaktadır. Oysa bu durum hem Ege için hem de Doğu Akdeniz için Türkiye’nin lehine bir durumdur. Nitekim Yunanistan bu alanda adaların anakara üzerinden Deniz yetkisini kabul etmiş durumdadır. Buradaki haklarından vazgeçmiştir. Deniz alanının sınırlandırılması esnasında ise Libya’nın kıyı hakları göz önünde bulundurulmamıştır.
Elbette anlaşmalar karşılıklı irade beyanını yansıtır ve taraflar için hak ve yükümlülükler doğurur (inter alios) zira etkinin nisbiliği devletlerin egemenlik ilkesi gereği zorunludur. Yine de hakların teşmili için üçüncü devletin genel olarak örtülü rızası yeterlidir. (Anlaşmalar Hukuku madde 36) buna karşılık üçüncü bir devletin yükümlülüğüne sebebiyet veren bir anlaşma söz konusu ise bu ilgili devletin açık ve yazılı rızası ile olabilecek bir durumdur. (Anlaşmalar Hukuku madde 36) yani üçüncü kişilerin lehine şartı gözetilmek zorundadır. BMDHS madde 15), Sahilleri bitişik veya karşılıklı olan devletlerarasında tarihi hakların veya diğer özel durumların varlığının karasularının sınırlanmasında ortayhat uygulamasından başka sınırlandırmalar gerektireceğini ifade eder. Bu durumda dahi kanımızca, Kıbrıs adasının tarihi haklar açısından daha çok Türkiye lehine ve KKTC lehine sorunun yorumlanması gerekecektir. Diğer yandan alanın sınırlandırılmasında ortayhat çok daha uygun görünmektedir. Öyle ki, ortayhat sınırlandırılması karşılıklı kıyılar söz konusu olduğunda ziyadesi ile hakkaniyeti bir uygulamadır. Ancak yine ifade etmeliyiz ki, bu durum Mısır, Libya, İsrail, Türkiye gibi karşılıklı kıyılar için idealdir. GKRY ve Kıbrıs Adası söz konusu olduğunda yukarıda ifade ettiğimiz gibi Adaların özellikleri açısından konu ele alınmalıdır. Kıyı uzunluğu konusunda ise Türkiye’nin söyleyeceği yine çok az söz var.
Türkiye’nin söz konusu sınırlandırma sahasının karşısında olan kıyıları, Antalya Gazipaşa’dan Muğla Deveboynu Burnuna kadar olan yerdir. Bu iki bölge arasında ki kıyı uzunluğu 656 mildir. 656 millik bir kıyının Deniz cephe uzunluğu da haliyle uzun olmak zorundadır. GKRY’nin Batı kıyıları ise 32 mildir. Türkiye bu durumda, UAD Fransa Kanada arasındaki St Pierre ve Miquelon Adaları Kıta Sahanlığı Uyuşmazlığı Kararında olduğu gibi açık deniz alanlarına ulaşmak konusunda azami haklarını kullanması gerektiğini ifade etmelidir. GKRY ile Türkiye arasında çizilecek ortayhattın sahillerimizin önünün açılması doğrultusunda çizilmesi gerekmektedir. Yunanistan deniz alanları yetki sorunu söz konusu olduğunda, hukukun öngördüğü ayrıcalıklarından yararlanmak adına takımada devleti olduğu iddiasını dahi öne sürmüştür. (Takımada Statüsü için Bknz BMDHS Archipelagie State madde 46/a)
Bu nedenledir ki Yunanistan gerek Ege’de gerek Akdeniz’de hukuka uygun olmayan tüm iddiaları savunmaya devam edecektir. Türkiye bu bağlamda diğer kıyıdaş ülkelerin rızasını alarak ve onlarla anlaşarak alanda ortayhat üzerinden yetki alanlarını kabul ettirecek diplomatik görüşmeleri ilerletmelidir. Haricinde evvela kıta sahanlığı hakkının doğal ve kendiliğinden olduğu vurgusuyla GKRY’nin Ada oluşum olarak haklarının sınırlanmasına yönelik iddiaları uluslararası arenada kabul ettirmelidir. Zira yine ifade etmeliyiz ki, sorunun temeli Türkiye’nin kıta sahanlığının görmezden gelinmesi durumudur.

Zeynep Deniz ALTINSOY
Kafkassam

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir