KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. DOĞU AKDENİZ VE LİBYA EKSENİNDE TÜRKİYE -AFRİKA İLİŞKİLERİ

DOĞU AKDENİZ VE LİBYA EKSENİNDE TÜRKİYE -AFRİKA İLİŞKİLERİ

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 16 dk okuma süresi
239 0

Doğu Akdeniz ve Libya Krizinin Afrika Ülkelerine Etkisi:

Doğu Akdeniz, hem Ortadoğu ve Hazar enerji kaynaklarının dünya pazarlarına nakli hem de 2009 yılında keşfedilen zengin hidrokarbon rezervleri açısından bölgesel ve küresel aktörlerin giderek artan rekabetine sahne olmaktadır. Bu rekabetin eklemlendiği diğer bir konu ise yine enerji kaynaklarıyla dikkat çeken Libya’nın 2011’den günümüze devam eden iç savaşına dış güçlerin müdahalesidir.

Birbirinden ayrı analiz edilmesi mümkün olmayan bu iki meseleye Türkiye perspektifinden bakıldığı zaman; İsrail, Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Mısır’ın Türkiye ve KKTC başta olmak üzere diğer Akdeniz kıyıdaşlarının haklarını görmezden gelerek deniz yetki alanları paylaşımı ve enerji anlaşmaları yapmıştır. Bu bölgesel blok, Fransa, Rusya ve ABD gibi bazı küresel güçlerin de doğrudan ve dolaylı desteği ile Türkiye ve KKTC’yi çok sınırlı bir deniz alanına hapsederek, bölgedeki muazzam enerji kaynakları potansiyelinden mahrum kılmayı amaçlamaktadır. Türkiye’nin üzerindeki baskıyı kırmak için Doğu Akdeniz ve Libya’da giriştiği hamleler ise bahsedilen bu aktörlerin endişelerini arttırmaktadır.

Libya ve Doğu Akdeniz’deki bu rekabet ortamı Kuzey Afrika, Sahel ve Sahraaltı Afrika bölgelerini de yakından ilgilendirmektedir. Bu çalışmada Libya Krizi ve Doğu Akdeniz gelişmelerinin Afrika ülkelerini nasıl etkilediği incelenecektir

Halihazırda kırılgan ekonomilere sahip olan kıta ülkeleri, Libya Krizinden ekonomik açıdan olumsuz etkilenmektedir. 2011 yılı sonrasında, Kaddafi Rejiminin daha önceden birçok Afrika ülkesinde yaptığı büyük yatırımlar sonlandırılmıştır. Sonlandırılan yatırım projeleri nedeniyle çok sayıda Afrikalı, potansiyel gelir ve istihdam kaynaklarından mahrum kalmıştır. Libya’nın bazı Afrika ülkelerindeki varlıklarına el konulması da ise bölgedeki ilişkileri zaman zaman geren bir unsur olmuştur. Bunun dışında Libya iç savaş öncesinde, Nijerya, Nijer, Sudan, Somali gibi Afrika ülkelerinden çok sayıda insanın yüksek ücretlerle iş bulup ülkesine para gönderdiği önemli bir göç bölgesiydi. Arap Baharı sonrasındaki gelişmelerle birçok göçmen işsiz kalmış, kendileri ve ailelerine geçim kaynağı bulmak için yeni arayışlara başlamışlardır. Libya meselesinin Afrika ekonomisine etki eden diğer bir unsur da enerji boyutudur. Hafter güçlerinin kapattığı petrol sahaları sonrasında 1,2 milyon varil olan günlük petrol üretimi 262 bine gerilemiştir. Tüm bu unsurlar koronavirüs pandemisinin etkileriyle de birleşince, kıta ülkelerinin ekonomik sorunlarını oldukça çetrefil bir hale getirmiştir.

Libya’daki gelişmeler güvenlik açısından da Afrika ülkelerine büyük etkiler doğurma potansiyeline sahiptir. 2011 yılından itibaren bir türlü sağlanamayan barış ve istikrar, geçirgen sınırlara sahip Libya’nın bölgesel güvenliğe büyük bir tehdit olarak tanımlanmasına kapı aralamıştır. Bilhassa güneybatı Libya, ülkenin sahip olduğu güvenlik açığı ve politik çıkmazlar nedeniyle birçok radikal ve terör grubunun konuşlandığı, silah ve kaçakçılık faaliyetlerini gerçekleştirdiği bir bölge olarak bilinmektedir. Buradaki terör ve suç örgütleri sınır denetimlerinin olmadığı için kolayca Avrupa’ya, Orta Doğuya ya da Sahraltı Afrika ülkelerine geçebilmektedir. Örneğin Ortadoğu üzerinden Libya’ya gelip daha sonrasında Kuzey Mali’ye geçen birçok terör unsurunun Mali’deki güvenlik sorunlarını daha arttırdığı bilinmektedir. Bunun dışında El Kaide ve DAEŞ gibi küresel terör örgütleri Libya üzerinden bölgede yeni oluşumlara gitmektedir. Çad, Nijer, Cezayir ve Libya bölgelerinde eylemler gerçekleştiren “Çöl Ordusu” olarak bilinen DAEŞ bağlantılı yapılanmanın Güney Libya’da konuşlanıp silah ve üye sayısını arttırdığı haberleri gündeme gelmiştir.

Güvenlik açısından Sahraaltı Afrika ülkelerini kaygılandıran diğer bir konu ise çatışmalar nedeniyle yaşanan/yaşanabilecek göçlerdir. Libya’daki çatışmalardan kaçan halk kitleleri Mısır, Tunus ve Çad gibi yakın ülkelere gitmektedir. Bu durumda zaten birçok siyasi, askeri ve ekonomik problemlerle mücadele eden bu ülkelerin durumu daha vahimleşebilecektir.

Libya Krizinin, Afrika güvenliğini tehdit eden bir başka yönü ise mevcut etnik çatışmalarını arttırma potansiyelidir. Libya meselesine müdahil olan ülkeler kendi çıkarlarını sağlamak ve bölgede etkinliği arttırmak için çeşitli kabile ve etnik gruplarla etkileşime geçmeye çalışmaktadır. Bu durum yakın ve orta zamanda kuzey Afrika ve Sahraaltındaki etnik polarizasyonu şiddetlendirerek yeni kriz ve çatışmalara sebebiyet verebilecektir. Bu noktada bilhassa Mısır ve Fransa, bölgede Türkiye’nin etkisini azaltmak için giriştiği hummalı çalışmalara değinmek gerekmektedir. Fransa Afrika’daki Çad ve Mali gibi eski kolonileri üzerinde yeniden etki kurmaya çalışırken, Mısır ise bölgedeki kabile ve aşiret reislerinin desteğini kazanmaya çalışmaktadır. Hatta öyle ki 20 Temmuz’da Libya Yüksek Kabile Konseyinin önde gelenlerini ağırlayarak Libya’da Serraç yönetimi ve Türk gücünün etkisiz hale getirilmesi vurgusunu yapmıştır. Hatta bu amaçla Mısır’ın askeri bir müdahale gerçekleştirebileceğine de değinilmiştir. Libya’daki bazı kabile liderleri Mısır’ın olası askeri müdahalesini memnuniyetle karşılarken bazıları da Kahire Yönetiminin tavrından endişelenmiştir.

Kuzey Afrika ve Sahraaltı Afrika, politik açıdan kabilelerin güçlü olduğu alanlardır. Libya Krizinde de Hafter’in etkin olduğu coğrafya ise doğu bölgeleridir ve buralarda kırsal ve kabilelerin ağırlığını belirgindir. Bu genel çerçeve içerisinden bakıldığında Libya meselesinde Mısır’ın niçin kabile ve aşiretler üzerinden destek arayışına yöneldiği anlaşılabilir. Türkiye de bu durumun ehemmiyetinin farkında olarak yakın zamanda Kuzey ve Batı Afrika’da yoğun bir nüfusa sahip olan Tuareglerin liderlerini ağırlamıştır. Tuareglerin desteği bölgede önemli olmakla birlikte, Türkiye’nin üzerinde durması gereken husus daha sonrasında etkileşime geçilecek yerel liderlerin radikal gruplar ve suç örgütleriyle olabilecek bağlarıdır. Türkiye’nin Serraç Hükümeti ile yapılan anlaşmaya dayanan Libya’daki meşru varlığı Mısır ve Batılı aktörler tarafından terör örgütleri ve radikallerin desteklediği ithamlarıyla suçlanmaya çalışılmaktadır. Mısır ve Fransa’nın desteklediği bazı düşünce kuruluşu ve medya organları tarafından ortaya konan sözde belgelerle oluşturulmaya çalışılan olumsuz Türkiye imajı Doğu Akdeniz’deki Türk çıkarlarını ve bölge ülkeleriyle ilişkileri derinden etkileyebilecektir. Bu noktada Türk siyasi liderleri ve görevlendirilmiş diplomasi memurları uzun yıllardır terörle mücadele eden bir ülke olan Türkiye’nin terörle mücadele konusundaki hassasiyetini ehemmiyetle vurgulayarak spekülasyona yol açabilecek söylem ve eylemlerden uzak durmalıdır.

Doğu Akdeniz ve Libya Bağlamında Türkiye’nin Afrika Hamleleri
Türkiye, Doğu Akdeniz ve Libya Meseleleri kapsamındaki politika ve stratejilerine Kuzey Afrika, Sahel ve Sahraaltı Afrika ülkelerini titizlikle dahil etmek zorundadır. Çünkü yukarıda da değinildiği üzere bu bölgedeki ülkeler hem gelişmelerden yoğun bir şekilde etkilenmekte hem de Türkiye karşıtı aktörler tarafından gerçekleştirilen yoğun lobi faaliyetlerine maruz kalmaktadır. Bu durumun farkında olan Türkiye, son yirmi yıldır Afrika genelinde geliştirmeye çalıştığı politikalara son birkaç yılda büyük bir ivme kazandırmıştır.

Türkiye, son yıllarda Afrika kıtasındaki diplomatik temsilciliklerinin sayısını arttırıp, bölge ülkeleriyle olan ikili ticaret hacimlerini büyük bir oranda arttırmıştır. Askeri ve savunma alanında da Afrika ülkeleriyle önemli anlaşmalara imza atmış olması bilhassa başta Fransa olmak üzere Batılı ülkeler ile Rusya ve Çin gibi bölgede etkinlik sağlamak isteyen diğer küresel aktörleri tedirgin etmektedir. Türkiye, Somali’de 50 milyon dolar harcayarak inşa ettiği askeri üs ile kıtadaki askeri varlığının uluslararası barış gibi operasyonları ile sınırlı kalmayacağının sinyalini vermişti. Mogadişu’daki bu üs ve askeri eğitim faaliyetleri sonrasında Serraç Hükümeti ile uluslararası hukuka uygun olarak imzalanan deniz yetki alanları ve askeri işbirliği anlaşması sonrasında Libya’ya asker göndermesi kıtadaki ikinci Türk askeri konuşlanmasına imkan sağlamıştır. . Uluslararası medyadaki son haberlerde de Temmuz 2020’de Nijer Hükümeti ile varılan askeri anlaşma sonrasında Türkiye’nin Afrika’da askeri olarak var olduğu ülke sayısını üçe çıkarmayı hedeflediği ifade edilmektedir.

Türkiye Nijer’in ardından Çad ile de siyasi ve askeri ilişkilerini geliştirme gayreti içerisindedir. Bilindiği gibi eski bir Fransız kolonisi olan Çad, Macron tarafından Hafter güçlerini desteklemesi için ikna edilmeye çalışmaktadır. Debi’nin Fransa’ya yakınlığı ile bu desteğin sağlanacağı düşünülse de 1980’lerde Çad’ı işgal eden Libya güçleri arasında Hafter’in bulunması bu iki ismin birbirine antipati duymasına neden olmuştur. Bu noktada Macron’un Libya’ya yönelik Çad’dan istediği coşkulu desteği alamaması Türkiye’nin değerlendirmesi gereken stratejik bir durumdur.

Afrika’daki Türk askeri varlığını sağlayan diğer bir unsur ise SADAT Uluslararası Savunma Danışmanlığı Şirketidir. Kıtada etkinlik sahibi olmak isteyen diğer aktörlerin en az bir tane askeri danışmanlık ve eğitim hizmetleri veren özel kuruluşlarının olduğu göz önüne alındığında Türkiye’nin bu hamlesi realpolitik bağlamında daha anlaşılır olmaktadır. Ancak tüm dünyada olduğu gibi bu askeri özel şirketlerin isimlerinin devletlerine karşı hazırlanan kara propagandalarda kullanıldığı örnekleri dikkate alınarak SADAT’ın bölgedeki faaliyetleri hassasiyetle kontrol edilmelidir. Böylelikle Libya krizi ve sonrasında Afrika ülkeleriyle geliştirilecek ilişkilerde bu kuruluş Türkiye’nin elini güçlendirebilecek önemli bir kuruluş olabilecektir.

Türkiye’nin son yıllarda büyük bir başarıyla geliştirdiği savunma sanayi de Afrika’daki askeri girişimler açısından önemlidir. Kıta ülkeleriyle imzalanan savunma ve askeri alanlardaki anlaşmalarda Türk silahlarının bölgeye ihracı konusu da yer almaktadır. Askeri alandaki İkili ilişkileri geliştiren bu önemli faktör, doğru kullanıldığı takdirde Libya meselesinde Türkiye ve Serraç Hükümetine Afrika kıtasının geri kalanından önemli manevra alanı sağlayabilecektir.

Türkiye askeri alanda bu son adımları atarken Doğu Akdeniz ve Libya meselesinde önemli bir rakibi olan Mısır da başta Libya ve Etiyopya çevresi olmak üzere Afrika’da önemli askeri stratejiler geliştirmeye çalışmaktadır. Bilindiği üzere Kahire Hükümeti için iki büyük güvenlik tehdidi vardır: Libya’dan gelecek istikrarsızlık ve terör tehdidi ile Etiyopya’nın Büyük Rönesans Barajı inşası kapsamında iki ülke arasındaki gerginlikler. Mısır bu iki tehdidi bertaraf edebilmek için Libya-Mısır sınırına yakın askeri hazırlıklar yaparken diğer yandan da Eritre’deki Emirate askeri üssüne asker göndermiştir. Etiyopya ile sınır krizleri yaşayan Eritre Kahire’nin bu hamlesini memnuniyetle karşılarken bölgedeki diğer ülkeler için bu kaygı verici bir gelişme olarak takip edilmektedir. Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Libya’da kendisine büyük engel olarak gördüğü Mısır’a karşı Etiyopya kartını kullanması gerektiğini söyleyen uzmanların sayısı son zamanlarda artmıştır. Ancak bu konuda dikkat edilmesi gereken hayati bir diğer konu ise Doğu Akdeniz’deki çıkarlar için Sisi rejimine karşı Etiyopya desteklenirken, uzun dönemde Mısır ve Sudan ile ilişkilerin riske atılmasıdır.

Sonuç olarak Türkiye’nin, Doğu Akdeniz ve Libya kapsamında bölgesel ve küresel güçlerle girdiği mücadeleye Afrika kıtasının farklı bölgelerinde de devam etmek zorunda olduğunu söylemek mümkündür. Fransa gibi kıtada köklü ve gelişmiş ilişkileri bulunmasa da Türkiye sömürgeci geçmişi bulunmaması ve kazan-kazan prensibi temelinde geliştirdiği ilişkilerle rakip aktörler karşısında avantajlı hamleler atabilecektir. Türkiye’nin Afrika’da gerçekleştireceği doğru stratejiler hem Doğu Akdeniz ve Libya konularında elini güçlendirecek hem de kıta ülkeleriyle ilişkilerinin geleceğini olumlu etkileyecektir. Türkiye’nin Libya hasebiyle ortaya çıkacak güvenlik tehditlerini bertaraf edilmesine katkıda bulunabilecek, barış yanlısı bir aktör olduğunun her fırsatta vurgulanması bu minvalde oldukça hayatidir.
Prof. Dr. İrfan Kaya ÜLGER
Huriye YILDIRIM ÇİNAR

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir