Zaman zaman onu gölgeleyen gerilime rağmen, eski Başkan Donald Trump yönetiminde ABD-Türkiye ilişkileri genel olarak yakınlaşma ve anlayış şeklinde kendisini gösterdi. Hatta Trump, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “büyük bir hayranı” olduğunu deklare etti. Ancak Başkan Joe Biden’ın Beyaz Saray’a gelişiyle, iki ülke arasındaki ikili ilişkilerin daha farklı, pürüzlü bir seyir izlemesi muhtemel.
Yeni ABD Başkanı’nın geçen yılın Aralık ayında New York Times gazetesine verdiği ve 17 Ocak’ta yayınlanan röportajında, Erdoğan’ı “otokrat” olarak tanımlayan açıklamaları hala bu dosyayı takip edenlerin zihinlerinde taze. Ama daha da önemlisi Biden’ın, ABD’nin “Türk muhalefetini” Erdoğan’la sandıkta mücadele etmesi için “teşvik etmesi”, yani ondan kurtulmak gerektiği şeklindeki sözleriydi. Tabii bu açıklamalar yapması gereken etkiyi yaptı ve Türk yetkililer üzerinde izler bıraktı.
Görünüşe göre bugün Washington ile Ankara arasındaki ilişkileri gerilime itebilecek iki temel dosya var; birincisi, Türkiye’nin Rus yapımı gelişmiş karadan havaya füze sistemi “S-400” ü satın alması. Ankara söz konusu sistemin ilk sevkiyatını Temmuz 2019’da teslim aldı. ABD’de bu sistemin gelecekte çalıştırılması halinde, yeni nesil görünmez F-35 Amerikan uçaklarının taşıdığı elektronik sistemlerin sırlarına tam anlamıyla nüfuz edebileceğine dair bir kanı var. Dahası, bir NATO üyesinin gelişmiş Rus yapımı silah ve teknolojik teçhizatı satın alması, ABD için prensipte bir kınama konusu. Bu nedenle, söz konusu Türkiye-Rusya anlaşması, ABD Kongresi tarafından 15 Haziran 2017’de oylanan “ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme” (CAATSA) adlı ABD yasası kapsamına giriyor. Nitekim geçen yıl 14 Aralık’ta, yani başkanlık seçimlerinden sonra ve Biden’ın Beyaz Saray’a yerleşmesinden önce bu kapsamda Türkiye’ye yaptırım uygulama kararı alındı. Yeni Dışişleri Bakanı Anthony Blinken de 19 Ocak’ta, Ankara, Rusya ile son derece hassas “askeri” konularda ortaklık kurma konusunda tereddüt etmezken, ABD’nin ne tür bir “stratejik ortağı” olabilir sorusunu sorarak bu konudaki öfkesini dile getirdi.
Washington ile Ankara arasındaki diğer anlaşmazlık dosyası ise, İran’ın BM tarafından uygulanan yaptırımları delmesine yardım etmekle suçlanan “HalkBank” adlı devlete ait Türk bankası etrafında dönüyor. Prensip olarak, bahsi geçen bankayla ilgili mahkemenin duruşmalarının 1 Mart’ta başlaması planlanıyor. Bu bankaya ağır cezalar verilmesi durumunda, bunların Türkiye ekonomisine olumsuz yansımaları olması bekleniyor. Özellikle de Türkiye ekonomisinin, başta ulusal para biriminin geçen yıl yüzde 20 oranında değer kaybetmesi olmak üzere bir tür hava boşluğundan geçtiği düşünülürse.
Washington ile Ankara arasındaki tek tartışma konusu bu iki temel dosya değil. Türkiye’nin kuzey Suriye’deki Kürtlere yönelik politikası, Doğu Akdeniz sularındaki hamleleri, Libya ve Güney Kafkasya’daki rolü dahil olmak üzere ek dosyalar da var. Bu dosyaların her birinde Türkiye ile ABD arasında çelişkili yaklaşımlar bulunuyor. Suriye’de Türkiye YPG’yi kendisi için “varoluşsal bir tehdit” olarak görürken, Washington “özgürlük savaşçıları” olarak görüyor. Dolayısıyla bu konuda taraflar arasında bir mutabakata varmak zor olacak. Bununla birlikte, siyasi gerçekçilik onları, Kürt sorununa bir çözüm bulmanın, Ankara ya da Washington’un ne istedikleriyle değil, Suriye genelinde durumun geleceğinin nasıl öngörüldüğüyle bağlantılı olduğunu düşünmeye sevk etmeli. Doğu Akdeniz’deki duruma gelince, ABD’nin endişelerinin kaynağı, her ikisi de NATO üyesi olan Türkiye ile Yunanistan arasındaki gerilimin tırmanması. Bu yüzden, Biden yönetiminin, Doğu Akdeniz suları altındaki doğalgaz ve petrol yataklarının değerlendirilmesi konusunda bir anlaşmaya varılması için ağırlığını koyması bekleniyor. Libya’da BM Özel Temsilcisinin rolünü oynamasını, müzakereleri sağlam anlayışlara taşımasını sağlamak için ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken, çatışan iki taraf (Türkiye ve Yunanistan) arasında ortada duracak.
Bana öyle geliyor ki Washington, kendisiyle Ankara arasındaki anlaşmazlık konularına rağmen, sert pozisyonunu koruyacağı Rus füze sistemi dosyası dışında Türkiye ile şiddetli bir yüzleşme arayışında olmayacak. Bana göre bu tutumun temelinde, ABD’nin stratejik düşüncesini formüle eden çevreler arasında her şeye rağmen Türkiye’nin ABD için önemli bir ülke olarak kalmaya devam edeceğini düşünenlerin varlığı yatıyor. Türkiye bir yandan NATO içinde sayısal olarak en büyük ikinci orduya sahip, diğer yandan Amerikalıların nükleer silah depoladığı İncirlik Hava Üssü’nü NATO’nun kullanımına açmış bir ülke. Ankara ayrıca Atlantik Kulübü’ndeki tek Müslüman ülke olmasının yanı sıra iki önemli su yolunu (İstanbul ve Çanakkale boğazlarını) kontrol ediyor.
Kısacası Türkiye, Washington’un bölgesel politikası çerçevesindeki merkezi konumunu halen koruyor, dolayısıyla bundan sonra da kendisini korumaya çalışacak. Hiç şüphe yok ki iki taraf arasındaki güven çok geriledi ve örselendi, ancak aralarında halen kesişen çıkarlar var ve bu nedenle Türkiye sorun yaratan taraf rolünü oynasa da NATO içinde kalacak.
Didier Billion
Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü (IRIS) Başkan yardımcısı