KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. DERİN TARTIŞMALARIN YAŞANDIĞI NATO’DA GENİŞLEME DEVAM EDİYOR

DERİN TARTIŞMALARIN YAŞANDIĞI NATO’DA GENİŞLEME DEVAM EDİYOR

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 15 dk okuma süresi
252 0

Son dönemlerin en tartışmalı güvenlik ve savunma örgütü NATO genişlemeye devam ediyor. Daha önce NATO ile Kuzey Makedonya arasında yürütülen müzakerelerin neticesinde tarafların imzaladığı katılma anlaşması onay belgelerinin teatisi 27 Mart 2020’de tamamlandı. Kuzey Makedonya hukuken NATO’ya katılmış oldu. Böylece Soğuk Savaşın önemli aktörlerinden biri olan NATO’nun üye sayısı 30’a yükseldi. Tüm dünyanın dikkatinin Coronavirüs/Covid 19 pandemisi ile mücadeleye yoğunlaştığı bir zaman diliminde, üzerinde yoğun tartışmaların devam ettiği NATO’nun genişlemesi bir çok açıdan önem taşımaktadır. Öncelikle belirtmek gerekir ki, NATO’nun genişlemesi çağdaş uluslararası siyasal sistemin yapısı hakkında yeni bir perspektif ortaya koymuştur. Bu cümleden olmak üzere, NATO siyasal ve ekonomik gelişmelere bağlı olarak kendini yeniden yapılandırmaktadır. Soğuk Savaş sona erdiğinde NATO’nun işlevinin bittiğini öne sürenler fena halde yanıldılar.
Batı ittifakının savunma teşkilatı olan NATO, 1990 sonrasında küresel güvenlik rekabetinde varlığını devam ettirdi. Üstelik yeni koşullarda NATO, eski muarızlarını/rakiplerini içine almaktan da kaçınmadı. Bir zamanlar Varşova Paktı, SSCB ve Yugoslavya’nın içerisinde yer alan siyasal birimler ve yeni devletler, 1990’lardan itibaren adım adım NATO’ya katıldılar. Barış İçin Ortaklık (Partnership for Peace) adı altında yürütülen NATO’nun doğuya doğru genişlemesi, Rusya’nın etrafının kuşatılmasına yol açtı. Bir zamanlar Varşova Paktı üyesi olan devletlerden Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti, 1999 yılında NATO’ya alındılar. Slovenya, Slovakya, Bulgaristan, Romanya ve Baltık Devletleri (Estonya, Letonya ve Litvanya) 2004 yılında, Hırvatistan ve Arnavutluk 2009’da ve Karadağ Cumhuriyeti de 2017’de NATO’ya katıldı. NATO’nun yakın bir gelecekte Kosova Cumhuriyeti ile Bosna Hersek’i de üye olarak alması ve hatta Sırbistan’ın bu teşkilata katılımı hiç kimse için sürpriz olmayacak.
Soğuk Savaş döneminde Doğu Blokunun liderliğini yapan, SSCB’nin ardılı olan Rusya’nın NATO genişlemesine karşı tepkisi çeşitli şekillerde ortaya çıktı. SSCB sonrasında güç kaybeden Rusya, hiç olmazsa Doğu Slav devletlerini kontrol etmek istiyordu. Bu amaçla Minsk’te yapılan toplantıda Ukrayna, Belarus ve Rusya Federasyonu arasında Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) kuruldu. Aynı yılın Aralık ayında Kazakistan’ın Almaatı kentinde yapılan toplantıda ise Baltıkların dışında kalan eski SSCB devletleri BDT’ye katıldılar. Rusya’nın Batı’ya karşı ilk savunma girişimi BDT teşkilatını kurmak ve genişletmek oldu. Böylece asgari olarak eski Sovyet toprakları üzerinde nüfuzunu korumuş olacaktı.
Rusya’nın NATO yayılmasına karşı bir başka tepkisi, Kollektif Güvenlik Antlaşması Teşkilatı olmuştur. Teşkilat, 2002 yılında Rusya’nın öncülüğünde bir araya gelen Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Beyaz Rusya ve Ermenistan’dan oluşan bir askeri ittifak hüviyeti taşımaktadır. Bu örgütün yapılanması ve hareket kabiliyeti NATO ile mukayese edildiğinde son derece sınırlı kalmaktadır. Rusya’nın NATO’ya karşı bir başka hamlesi ise Rusya ve Çin Halk Cumhuriyeti öncülüğünde Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın da katılımı ile Şanghay İşbirliği Teşkilatı’nın (Şanghay Beşlisi) kurulması olmuştur. 2005 yılında Andican olaylarının ardından bu teşkilata Özbekistan, sonraki zamanlarda da Pakistan ve Hindistan katılmıştır. Bununla birlikte Şanghay İşbirliği Teşkilatının güvenlik ve caydırıcılık fonksiyonları NATO gibi organize değildir. Teşkilat, temelde bir güvenlik örgütü olarak kurgulanmıştır ve esas amacı da üyelerin güvenliğini, siyasi ve ekonomik istikrarını korumak, bölgesel güvenliği tehdit eden unsurlara karşı işbirliği yapılmasıdır.
Bu cümleden olmak üzere Şanghay İşbirliği Teşkilatında iki husus öne çıkarmaktadır. Bunlardan ilki, hem Rusya Federasyonu, hem de Çin Halk Cumhuriyeti için tehdit oluşturabilecek etnik ve dini temelli aşırı akımlarla mücadele edilmesi, ikincisi ise Asya kıtasında ABD nüfuzunu sınırlandırmaktır. Bir başka şekilde ifade etmek gerekirse, esasında birbirleriyle ilişkileri çok iyi olmayan Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti, Şanghay İşbirliği Teşkilatı şemsiyesi altında ortak tehditlere bir dayanışma tesis etmişlerdir. Bölgesel güvenliği tehdit eden etnik ve dini aşırılıklardan kastedilen Orta Asya’da, Rusya Federasyonu içerisinde ve Çin Halk Cumhuriyetinde milliyetçi ideoloji ile hareket eden siyasi akımların ve hareketlerin önlenmesidir. İkinci olarak da Teşkilatın üye ülkelerde aşırı dini akımları engelleyeceği, İslamın sadece sufi yorumuna izin verileceği, reformcu ve radikal unsurlarla mücadele edileceği örtülü biçimde ifade edilmektedir. Şanghay İşbirliği Teşkilatı içerisinde Orta Asya Cumhuriyetlerinin yer alması ise esas itibariyle SSCB sonrası dönemde bölge ülkelerinin siyasi istikrar kaygısından kaynaklanmaktadır.
Rusya’nın BDT ve Şanghay İşbirliği Teşkilatı dışında NATO genişlemesine karşı ortaya koyduğu bir başka seçenek de savunma hattını kendi sınırlarının ötesine taşıma stratejisidir. Bu cümleden olmak üzere Rusya, Gürcistan ve Ukrayna’nın NATO’ya katılımının telaffuz edildiği bir dönemde siyasi manevralar ve askeri müdahalelerle bu seçeneği devre dışı bırakmıştır. Rusya, Gürcistan’da Batı yanlısı Saakaşvili yönetimini sıkıntıya sokmak için Güney Osetya ve Abhazya özerk yönetimlerini bağımsızlık için tahrik etmiş ve ayaklandırmıştır. Günümüzde Gürcistan’ın bu iki özerk bölgesinin sözde bağımsızlığını sadece Rusya tanımaktadır. Üstelik Moskova yönetimi söz konusu özerk bölge yönetimleri ile askeri anlaşmalar yapmış ve özerk bölgelerin sınırlarına Rus askeri kuvvetleri yerleştirmiştir. Rusya’nın 2008 yılındaki müdahalesinin ardından Gürcistan’da Saakaşvili hükümeti devrilmiştir. Bu ülkede daha sonra işbaşına geçen yöneticiler ise denge politikası izlemeye itina göstermişlerdir.
Rusya’nın NATO genişlemesine karşı sınırları ötesindeki ikinci operasyonu ise Ukrayna’da uygulamaya aktarılmıştır. Başlangıcı itibariyle Ukrayna olayları, Yanakoviç yönetiminin Rusya baskısı sonucunda AB ile imzalanacak ortaklık ve ekonomik işbirliği anlaşmasından vazgeçmesi ve ardından başkent Kiev’de patlak veren gösterilere dayanmaktadır. Bununla birlikte gösterilerin yaygınlaşması üzerine Rusya devreye girerek bu ülkedeki Rus azınlığı isyana teşvik etmiş, Ukrayna’nın AB ve NATO ile yakınlaşmasını engellemiştir. Ukrayna’da Dinyeper nehrinin doğusunda yaşayan Rus azınlık, Rusya’nın tahriki ile merkezi yönetime karşı ayaklanmıştır. Ardından Kırım’da çoğunluğu oluşturan Rus kökenliler tahrik edilmiş ve 2014 yılında düzmece bir referandumun ardından Kırım, Ukrayna’dan koparılmış ve ilhak edilmiştir. Günümüzde Ukrayna, hukuken tek devlet olmasına karşılık fiilen ikiye ayrılmış durumdadır. Dinyeper nehrinin doğusunda Rus azınlığın yaşadığı bölgelerde otonom halk yönetimleri ilan edilmiştir. Rusya, bu bölgede yaşayan Rus kökenlilere vatandaşlık belgesi ve pasaport dağıtmaktadır.
Netice olarak şu tespiti yapmak gerekmektedir: Batı ile Rusya arasındaki askeri rekabet sanılanın aksine ortadan kalkmamış ve günümüzde tüm hızıyla devam etmektedir. Nüfuz ve etki alanı yaratma mücadelesi yeni koşullarda ve yeni boyutlar kazanmıştır. SSCB’nin BM Güvenlik Konseyinde veto hakkını devralan ve aynı zamanda bir nükleer güç olan Rusya Federasyonu kendisini yeniden süper güç olarak konumlandırma gayretindedir. Rusya, bu düşüncenin doğal bir yansıması olarak da açık veya gizli biçimde NATO genişlemesine tepki ortaya koymaktadır. Ne var ki, bu konuda hareket kabiliyeti son derece sınırlandırılmıştır. Bir zamanlar Doğu Blokuna mensup olan kimi Varşova Paktı üyeleri ve SSCB’nin bakiyesi kimi ülkeler, artık Avrupa /Atlantik kökenli uluslararası örgütlerin üyesi olmuşlardır. Rusya, tüm bunlara rağmen kimi zaman Slav etnisitesi temelinde işbirliği (Panslavizm), kimi zaman Ortodoks dayanışması ve sıklıkla da enerji bağımlılığını kullanarak Balkanlar ve Doğu Avrupa’da nüfuz alanı yaratmaya çalışmaktadır. Ancak Moskova’nın tüm bu çabaları Avrupa /Atlantik kökenli örgütlerin, AB ve NATO’nun genişlemesini engelleyememektedir.
Burada dikkat çekilmesi gereken bir başka husus da NATO stratejisindeki değişimdir. NATO, kuruluş döneminde topyekûn mukabele stratejisini benimsemişti. 1962 yılında Küba krizinin ardından topyekun mukabele yerini esnek mukabele stratejine bıraktı. NATO’nun 2000’li yıllarda benimsediği savunma konsepti ise alan dışı harekat (out of area) adını taşımaktadır. Bir başka şekilde ifade etmek gerekirse NATO günümüzün yeni koşullarında kendini uluslararası güvenliğin garantörü, bir nev’i dünya jandarması olarak konumlandırmaktadır. Uluslararası düzlemde olağan iktisadi ve siyasi strüktürü negatif yönde etkileyebilecek ve istikrarsızlığa sebep olacak tüm unsurlar tehdit olarak değerlendirilmektedir. Bu cümleden olmak üzere yeni konsepte göre insan kaçakçılığı, uyuşturucu, organize suçlar, terörizm ve radikal siyasal akımlar hasım olarak kodlanmaktadır.
Bununla birlikte Soğuk Savaş sonrası dönemde NATO’yu negatif yönde etkileyen hususların başında üye devletlerin savunma harcamalarına sağladıkları katkının miktardı ve milli gelir içerisindeki oranı gelmektedir. Trump yönetiminin NATO toplantılarında ve münferit görüşmelerde bu konuyu biteviye gündemde tutması NATO’nun Avrupalı üyelerinde kaygı yaratmaktadır. Başlangıçtan beri NATO’da ABD dominasyonuna tepki gösteren ülke Fransa olmuş, bu nedenle askeri kanat faaliyetlerini askıya almıştır. Fransa, Sarkozy döneminde yeniden askeri faaliyetlere katılmış ise de bu yapıyı eleştirmekten geri durmamaktadır. Fransa Cumhurbaşkanı Macron 2019 yılında bir konuşmasında “NATO’nun beyin ölümü gerçekleştiğini” öne sürmüştür.
NATO bünyesinde ABD dominasyonuna başka ülkeler de tepki göstermektedir. Teşkilatın, ABD’nin tekelinden kurtarılması görüşü sıklıkla dile getirilmektedir. Bunun ne şekilde mümkün olacağı, dahası pratikte mümkün olup olamayacağı tartışmaya açık bir husustur. Gerçekten de ABD, 1945’den günümüze azalan oranda da olsa Avrupa güvenliğine katkı sağlamaya devam etmektedir. Avrupa ülkelerindeki üslerde görev yapan ABD askerlerinin sayısı günümüzde bile 70 bin seviyesindedir. Buna karşılık NATO’nun Avrupalı ülkeleri savunma bütçelerini artırmaya karşı çıkmaktadırlar. Öte yandan profesyonel askerliğin yaygınlaşması ve lejyonerlik, olumlu ve negatif yönleriyle biteviye tartışılmaktadır.
NATO’nun üye sayısının 30’a yükseldiği koşullarda teşkilatın askeri faaliyetler ve güvenlikle ilgili sorunları bunlarla sınırlı değildir. AB ülkelerinin büyük çoğunluğunun NATO üyesi olması ve bu arada AB’nin NATO dışında yeni bir konvansiyonel askeri yapılanmayı sık aralıklarla telaffuz etmesi de sıkıntı yaratmaktadır. Öte yandan, AB barış gücü altında üye devletlerden gelen askerlerin teçhizat ve muhabere imkanlarının NATO altyapısından sağlanması da, hem AB içerisinde, hem de NATO da sıkıntı yaratmaktadır.
Prof. Dr. İrfan Kaya Ülger

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir