Türk Dış Politikasında birçok kırılma dönemleri olmuştur. Ancak bazı dönemler vardır ki telafisi yıllar alabilir. Misal olarak tetkik edecek olursak bunların en mühim olanı Soğuk Savaş sonrası dönemde Türkiye’nin yaşadığı kimlik bunalımıdır. 90’ların başında “Türk Kimliği”, Erbakan dönemi ile başlayan “İslami Kimlik”, İsmail Cem İpekçi’nin Dışişleri Bakanlığı döneminde dile getirilen “Batılı Kimlik” vurgusu ve son olarak AKP döneminin mühim isimlerinden Ahmet Davutoğlu’nun dile getirdiği “Osmanlı Varisi” gibi söylemler Türk Dış Politikasında kısa dönemde yaşanan kimlik bunalımını gözler önüne sermektedir.
Türkiye’nin belirlemesi gereken politika “pragmatizm” ve “bölgesel ittifak” odaklı olmak zorundadır. Ancak Türkiye’nin, bugün belirlediği politikalar bölgesel gerçekleri dikkate alan bir politika olmaya yaklaşmış maalesef bir türlü istenilen düzeye ulaşamamıştır. Bunun en mühim sebeplerinden biri ise Türkiye’nin Soğuk Savaş psikolojisinden kurtulamamış olmasıdır. Yani blokların var olduğu NATO’nun var olduğu bir düzen. Halbuki bugünün dünyasında NATO miadını doldurmuştur. Türkiye’nin Soğuk Savaş dönemi müesseselerine mensubiyetliliğini devam ettirdiği sürece yakın coğrafyasına güven sağlamayacağı gerçeğini unutmamak gerekir. Bugün Rusya ve İran ile geliştirilen ilişkiler gayr-ı samimidir. Türkiye’nin bölgesel gerçekleri görmesi ve buna göre politikalar üretmesi elzemdir. Irak, İran ve Suriye’ye yönelik politikalar milli olmak zorundadır. Başka ülkelerin yani NATO ve benzerine üye olunan kurumların perspektifinden bakılmamalı aynı zamanda bu kurumların telkinleri ile hareket edilmemelidir. Ne yazık ki Türkiye, Arap Baharı döneminde yaşanan gelişmelere Batı’nın “Model Ülke” güzellemelerine inanmış ve okyanus ötesi menşeili politikalar belirlemiştir. Daha sonraları ise Türkiye’nin bölgede yaşanan menfi hadiseleri kendi lehine çevirmesi yani bir nevi kontrolden çıkması ister istemez Türkiye’nin hedef olmasını gerektirmiş ve daha sonra olayların içinden çıkamayan Türkiye, Ortadoğu bataklığına saplanmıştır.
15 Temmuz akşamı yaşanan darbe teşebbüsü Türkiye için yeni bir uyanışın başlangıcı olmuştur. Türkiye, FETÖ liderinin iadesi için kolilerce delil sunduğu ABD yönetiminden müspet cevaplar alamaması sonucu yeni bir dış politikanın kapıda olduğunun ilk işaretlerini vermiştir. Zaten bu hususa paralel olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, 15 Temmuz sonrası ilk yurtdışı ziyaretini Moskova’ya yapması tüm dünyaya hususiyetle Batılı devletlere açık bir şekilde mesaj verilmiştir. Ankara, krizi belli bir düzeye kadar tırmandırmış ve ABD’de yaşanan Başkan değişikliği sonucunda Türkiye kuruluşundan bugüne kadar yaptığı gibi yüzünü tekrar ABD’ye çevirmiştir. Türk karar alıcılarının dünya üzerindeki muhtelif bölgelere yönelik izledikleri politikalarda aleni olarak olmasa da her daim Amerikan tesiri olmuştur. Irak, Libya, Kosova, Gürcistan, Kıbrıs ve son olarak uzun yıllardır çözülemeyen Suriye meselesi. Yaşanan gelişmeleri tetkik ettiğimizde umumiyetle bu ülkelerde ki mevcut konjonktürden Amerika memnun ise Türkiye’de memnundur. Bu anlayışın terkedilmesi elzemdir. Bölgesel gerçekleri inkar ve ihmal eden bir Türkiye’nin yakın coğrafyasında söz sahibi olması gerçek dışı ve ütopyadır. Her şey bir yana artık maziye sünger çekilmesi elzemdir ancak sünger çekerken mazideki hataları unutmamak ve her daim ders almamız gerektiğini de hatırımızdan çıkarmamalıyız. Özetle şunları söylemek gerekir ki Türkiye ilk kertede bölgesel güç anlayışını benimseyecekse İran, Suriye, Irak, Rusya, Gürcistan, Bulgaristan ve Yunanistan ülkeleriyle doğrudan bağlantı halinde olmalı asla üçüncü bir ülkenin telkinleriyle politikalar belirlenmemeli aksi halde Türk devletinin caydırıcılığı, gücü ve ağırlığı sorgulanır ve tartışma meselesi olacağı kuvvetle muhtemeldir. Bundan mütevellit Türk karar alıcıların dikkatli olunması ve gereksiz hayallere kapılmaması elzemdir.
Selçuk ÖZÇELİK
GİRESUN ÜNİVERSİTESİ/ ULUSLARARASI İLİŞKİLER