KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Çin’den çelişkili sinyaller: Çin korkuyor mu yoksa korkutuyor mu?

Çin’den çelişkili sinyaller: Çin korkuyor mu yoksa korkutuyor mu?

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 7 dk okuma süresi
280 0

Çin Ulusal Halk Meclisi’nin yıllık oturumunda alınan kararlara yakından baktığımızda, her iki durumun da olabileceğini görürüz.

Ya da farklı bir şekilde ifade etmek istersek; Çin korkutucu olabilir, çünkü korkuyor.

Çin Ulusal Halk Meclisi, Batıda ‘Parlamento’ olarak isimlendirilmekle birlikte oldukça garip bir oluşum. Bu oluşumun arkasındaki temel amaç, liderlik tarafından sunulan yasa tasarılarını onaylamak, politikalar üzerine tartışmalar yapmak ve ülkedeki genel durumla ilgili olarak bir gözlemci gibi hareket etmektir.

Bununla birlikte genel anlamda kabul edildiği şekliyle bir parlamento olarak görülemez. Bu oluşum her ne kadar belirli bir vazifesi varmış gibi görünse de aslında genel olarak görevi kendisine sunulan yasaları otomatik olarak onaylamaktır.

Diğer taraftan meclis, Çin’in temsil ettiği devasa okyanusa kıyasla küçük bir deniz mesabesindedir.

Deniz mesabesinde olan meclis, yüzmesine izin verilen her türlü balığı görme fırsatı sağlayabilir.

Peki bu deniz bugün bize ne gösteriyor?

Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Başbakan Li Kıçiang’ın onun yakın yardımcısı olarak varlığıyla birlikte liderliğini yeniden teyit edebildi.

Genel olarak tanık olduğumuz şeyin cesur bir yeniden düzenlemeden ziyade temkinli bir girişim olduğunu söyleyebiliriz.

Çin Devlet Başkanı’nın yardımcıların oluşan ekibin, mevcut durumun endişeye mahal vermek için uygun olmadığı sonucuna vardığı görünüyor. Bu, duyulan korkunun ilk işareti olarak okunabilir. Uzun süredir devam eden yolsuzlukla mücadele kampanyasından geri adım atılması ise korku hissinin ikinci bir göstergesidir. Oysa bunun meclisin ertelenen oturumunun gündemine hakim olması bekleniyordu.

Korku, içerideki eleştirmenlerin ağızlarını kapamak için tasarlanan özensiz yasasın alelacele kabulünün arkasındaki itici güç de olabilir. Buradaki eleştirmenlerle özel olarak Hong Kong’daki demokrasi yanlısı aktivistleri kastediyorum.

İktidardaki Çin Komünist Partisi’nin siyasi liderliği, açık bir yasal açıklama olmaksızın birtakım suçlamalar ortaya attı ve bu şekilde Twitter’da ifrat derecesine vardığı düşünülen herhangi bir paylaşım için suçlamada bulunmak mümkün oldu.

Ayrıca korku, iktidar partisinin uluslararası anlaşmalarca belirlenmiş kurallara uygun olarak sürdürdüğü 30 yıllık politikasını terk etme kararının arkasındaki nedenlerden biri olabilir.

Belki de aynı korku, fakat bu sefer aksi bir istikamette Çin Halk Meclisi’nin Tayvan Boğazı’na ilişkin 1992 Mutabakatı üzerindeki “fikir birliğinin” kutsal doğasına vurgu yaparak alışılmadık şekilde bir tutum takınmasına sebep olmuş olabilir.

Burada hiçbir şekilde askeri güç tehdidi yoktu.

Nitekim Pekin liderleri, birtakım problemlere sebep olan eski moda yöntemlerine dönmekten kaçındıklarına dair yeterince bilgelik gösterdiler. Bununla birlikte demokrasi virüsünün yayılmasından korktuğu açıkça görülüyor.

Aynı zamanda Pekin liderliği, Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulmasında doruğa ulaşan eski Maoist devrimin meşruiyeti için yeterli bir temelin olmadığının farkında gibi görünüyor.

Bu sebeple 1990’lardan beri meşruiyet iddiaları için yeni temeller bulmaya çalıştı.

Bunların arasında Hong Kong ve Makao’nun barışçıl bir şekilde geri alınması ve Tayvan ile başarılı ilişkiler kurulması da var.

Rejimin meşruiyet iddiası, yüz milyonlarca insanı yoksulluktan kurtarmayı ve yeni bir orta sınıf inşa etmeyi sağlayan ekonomik başarıya dayanıyor. Bu başarı, Çin Halk Cumhuriyeti’nin uluslararası arena tarafından tanınmasına ve kendisine saygı duyulmasına katkı sağladı. Fakat koronavirüs krizi bu resimde koyu bir gölge oluşturdu. Pekin’in uluslararası imajı birtakım hatalarla birlikte sarsıldı. Ekonomik planda yaşanan gerileme, GSYİH’nin yüzde 10 oranında düşmesine sebep oldu.

Pekin, Bir Kuşak, Bir Yol Projesi’yle başarmaya çalıştığı ‘Çin Rüyası’ ile ‘Amerikan Rüyası’ sloganını taklit etti. Rüyanın ertelenmesi ihtimali, iktidara katılım için güvenilir bir mekanizmaya sahip olmayan bir sistem için oldukça korkutucu görünüyor. Benzer durumlarda birçok otoriter rejim, beklendiği gibi gitmeyen durumlardan sorumlu tutmak için yabancı bir düşman arar.

Çin ve Rusya arasındaki yeni stratejik ortaklığa ilişkin konuşmalar, Çin Ulusal Halk Meclisi’nde yankı buldu. Çin fonlarına ve Rus teknolojisine, küresel hakimiyetin yeni denkleminin doğal bileşenleri olarak atıfta bulunuldu.

Bununla birlikte hiç kimse, Çin’in parasının bitebileceğinden ve Rus teknolojisine olan ilginin de arkeologlarla sınırlı olabileceğinden bahsetmedi.

Batıya saldırmak, herhangi bir otoriter rejim için krizi gizlemenin kolay bir yoludur.

Çin Halk Meclisi’nin, ‘Batının kalkınma modelini taklit etmeme’ ve ‘kendisine has kalkınma yöntemi doğrultusunda hareket etme’ çağrılarına kulak vermesi pek şaşırtıcı olmadı.

Bu düzmece vizyona, ABD’yi ‘Çin’e karşı bir Soğuk Savaş başlatmaya çalışmakla suçlamak’ eşlik etti. Ancak sorun şu ki ABD’nin Çin karşısında stratejik anlamda tutarlı bir politikası bulunmuyor.

Retorik ve diplomatik jestler, başka bir güçle rekabet ve ortaklık ilişkisinde süper güce layık bir politikaya sahip olunduğu anlamına gelmiyor.

Diğer taraftan ilgili yaptırımların çoğu sembolik görünüyor. Arabanızı yol kenarında bırakıyorsunuz, çünkü nereye gideceğinizi bilmiyorsunuz.

Kesin olan bir şey var ki, o da ‘korona krizinin ve beraberindeki ekonomik gerilemenin’ dünya düzenine yönelik yeni bir bakış açısını dayatmasıdır.

Bu yeni bakış açısı içinde Çin için uygun yerin belirlenmesi meselesi merkezi bir öneme sahiptir.

Ne yazık ki bu konu, ABD’deki başkanlık seçimleri kampanyasında önemli bir yer tutmuyor.

Hakaretlerle, suçlamalarla ve tekrarlanan açıklamalarla yeni dünya düzeninde Çin ile başa çıkmak mümkün değildir.

Emir Taheri
şarkulavsat

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir