Türkiye’nin en deneyimli siyasetçi, devlet adamı, Sivil Toplum Kuruluşu Başkanlarından biri, araştırmacı-yazar Cemil Ünal, Yeniçağ’ın sorularını cevaplandırırken Safevi-Osmanlı ilişkileri konusunda önemli tespitlerde bulundu.
1933 Kars doğumlu Cemil Ünal ziraat yüksek mühendisidir.1970`li yıllarda Kars milletvekili seçilerek Adalet Partisi`nin Parlamentodaki Grup Sözcülüğünü üstlenen Ünal, 1980`li yıllarda önemli devlet görevlerinde bulundu. Mehmet Emin Resulzade`nin 1 Şubat 1949`da Ankara`da kurduğu Azerbaycan Kültür Derneği`nin Genel Başkanlığını 35 seneden bu yana yürüten Cemil Ünal, dönemin Cumhurbaşkanı Ebülfez Elçibey`in daveti üzerine 1992-93 yıllarında Azerbaycan`da Toprak Reformundan Sorumlu Devlet Bakanlığı görevinde bulundu. Ünal, tarih ve kültür konularında önemli çalışmalarımın altına imzasını atmıştır.
Yeniçağ: Safevi İmparatorluğu ile Osmanlı arasındaki çelişkiler beş asırdan bu yana gündemi meşgul etmekte. Konuyu çok derinden irdeleyen bir araştırmacı olarak sizin değerlendirmenizi alabilir miyiz?
Cemil Ünal: Bu değerlendirmeyi, Safevi Devleti’nin kuruluşuna giden sürecin, şartların ve ilişkilerin çerçevesinde yapabiliriz. O devirde Doğu’nun büyük kısmı Türklerin elindedir. Bölgeye hakim olmalarına rağmen, birbirlerini yok etmenin, ortadan kaldırmanın gayreti içerisindedirler. Türk Devletleri, kendi aralarında savaşmaktan, yaklaşan düşmanın bile farkına varamamışlardır. Güçlerini, dolayısıyla idare ettikleri toprakları birleştirmek akıllarına gelmemiştir. Osmanlı Devleti’ni kuranlar gibi Türk Safevi Devleti’ni kuranlar da özbeöz Türkmenlerdir. Anadolu’ya başlayan göçlerle Türkmenlerin gücü daha da artar.
Göçler Türkmenlerin varlığı, beylikten devlet olmaya geçişte, yerleşik düzene ulaşmakta bazı zorluklar yaratmıştır. Yaşadıkları hayatın değişmesine zorlanmaları devletle Türkmenleri karşı karşıya getirmiştir. Osmanlı devletindeki sosyal, hukuki ve siyasi uygulamalardan memnun olmayan Türkmenler, bir kurtarıcı arayışı içerisine girmişlerdir. Bunun için önce Azerbaycan’ın önemli bir şehri olan ve bugün İran sınırları içerisinde bulunan Erdebil’e gitmek gerekir. Çünkü Safevi Devleti’nin ve kurucusu olan Şah İsmail’in kökü oradadır. Burada Şeyh Safiyuddin Safevi adlı bir zat yatmaktadır.
Şeyhin, Şeyh Cüneyd ve Şeyh Cafer adlı torunları, dedelerinin şeyhlik postuna oturmak için mücadele etmektedirler. O bölgedeki Karakoyunlu hükümdarı Şeyh Cafere destek olunca Şeyh Cüneyd, Türkiye’ye kaçmak zorunda kalır. Şeyh Cüneyd, çok önemli bir tarikatın mensubu ve aynı zamanda Seyyid kisvesiyle onbinleri bulan bir taraftar edinir.
Osmanlı Devleti içerisinde önemli bir silahlı güce sahip olan Şeyh Cüneyd, Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’la tanışır. Her ikisinin de birbirinin siyasi desteğine ve silahlı güçlerine ihtiyacı vardır.
İşte bu yakınlaşma sonucunda Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın kız kardeşi Hatice Beğim ile Şeyh Cüneyd evlenir ve bu evlilikten Şah İsmail’in babası olacak Şah Haydar doğar.
Şeyh Cüneyd’in 1460 yılında, bir savaşta öldürülmesi üzerine , çocuk yaşta olan Şeyh Haydar’ı dayısı Uzun Hasan yanına alır, büyütür ve kendi kızıyla evlendirir.
Uzun Hasan Trabzon Rum İmparatoru IV Yuhannes’in kızı Katerina Deespina ile evlidir. İşte Şeyh Haydar, Uzun Hasan ve Despina hanımın kızları Alemşah Halime Begüm’le evlenmiş, bu evlilikten Şah İsmail olmuştur. (1487)
Şeyh Cüneyt’ten sonra Şeyh Haydar’ın ve iki oğlunun öldürülmesine rağmen Safevi Tarikatı gücünü kaybetmemiş, çocuk yaşta olmasına rağmen, Şah İsmail etrafında toplanmaya başlamışlardır.
Şah İsmail elde ettiği güçle 1501 tarihinde, dedesi Uzun Hasan’ın Akkoyunlu devletine son vererek, 1502 de kurduğu Türk Safevi Devleti’nin başına geçmiştir.
Osmanlı – Safevi savaşı sonrasında, en büyük zararı her iki devletin kuruluşunda en önemli rolü oynayan Türkmenler görmüştür.
Devlete yabancı hale getirilmiş, geleceklerini aramışlar, Osmanlı idaresinde intikam alınan unsur haline getirilmişlerdir. Türkmenlerin devlet katında bir kenara itilmesi, güvenilmez bir toplum şeklinde görülmesi, yıllarca süren bir düşmanlığa sebep olmuş, bu hareket başta Osmanlı olmak üzere, Türk Dünyasında da kanayan bir yara haline gelmiştir.
Çaldıran Savaşı sonrasında Türkler arasında inanç farklılıkları gündeme taşınmış, Safevilerin yanına göç eden Türkmenler inançlarını nasıl İran’a taşımışlarsa, savaştan sonra İran’dan Anadolu’ya göç eden Türkler ve ulemalar Sünniliğin gelişmesinin gayreti içerisinde olmuşlardır.
Safevilerin güçlü olduğu Doğu Anadolu’da Türkmenlere karşı mücadele yürütmeleri karşılığında aşiretlere büyük imtiyazlar sağlanmış, bu bölgede katledilme korkusunda olan Türkmenler, bölgenin özelliklerinden dolayı kürtleşmişlerdir.
İran Türklerinde de idarecilerin aynı hataları devam ettirdiklerini görüyoruz. Devlete Türk demeyi ihmal etmişler, devletin resmi dilini Farsça yapmışlardır.
Böylece sanat ve klasik edebiyatta gelişmeler Farsçanın etkisinde canlanmıştır.
Millet olma gerçekleşmemiş, kabileler hakimiyette etkili olmaya devam etmişlerdir. Özellikle Farsçanın devlet dili olması, okullarda, resmi kurumlarda, devletler arası yazışmalarda Türkçe’nin aleyhinde olmuştur.
Safevi Devleti, bir kabileler konfederasyonudur. Milletleşme tam tekâmül etmemiştir.
İran ve Türkiye Türklüğü arasında önemli bir yeri olan Tebriz, hükümet merkezi olmaktan çıkarılmış, merkez önce Kazvin vilayetine, oradan da İsfahan’a taşınmış, böylece İran’la Osmanlı Devleti arasında irtibat kesilmiştir.
Bu dönem devlete dini bir mahiyet verilmiş, böylece idarede zayıf bir cephe oluşmuştur. Bu anlayışla, ülkenin geleceği için en önemli unsur olan milletleşme gerçekleşmemiştir.
Yeniçağ: Aslında Şah İsmail ile Sultan Selim’in arasında ailevi bağların olduğu ifade ediliyor. Bu konuda neler söylemek isterdiniz?
Cemil Ünal: Uğurlu Mehmet Bey, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan Bey’in oğlu, Safevi Devletinin kurucusu Şah İsmail’inde dayısıdır. Kendisi Osmanlı Hükümdarı Fatih Sultan Mehmet’in kızı Geverhan Sultanla evli olup, bu evlilikten Göde Ahmet doğmuştur. Göde Ahmet’in de, Yavuz Sultan Selim’in kız kardeşiyle evli olduğu bilinmektedir.
Yeniçağ: 1514’te iki Türk İmparatorluğu arasında Çaldıran Savaşı neden çıktı? Sonuçları hem etnik hem de dini bakımdan Türklüğü nasıl etkiledi?
Cemil Ünal: O günkü ortam içerisinde halkın desteğini alan ve önemli bir siyasi hareket haline gelen Safevi Tarikatı, bir Türk devleti olarak tarih sahnesinde yerini almıştır.
Hareket üssü İran olmasına rağmen, en büyük desteği Anadolu Türkmenlerinden görür.
Safevi Devleti siyasi ve inanç yönünden Osmanlı devleti için önemli bir tehdit olarak algılanıyordu. O tarihlerde Osmanlı devletinin başında Yavuz Sultan Selim’in babası II Beyazıt bulunuyordu. Şah İsmail ise Anadolu’yu da kapsayacak Türkmen devletinin kurulmasının hazırlığı içerisindeydi.
Osmanlı Devletinin geleceğinin tehlike içerisinde olduğunu sezen Yavuz Selim, devletin başında olan babasının da olaylar karşısında yetersiz kaldığını görerek, 1512 tarihinde babası II Beyazıt’ı tahttan indirerek devletin başına geçiyor.
Yavuz Sultan Selim kardeşlerini öldürmüş, ikinci kardeşi Ahmed’in iki oğlu öldürülme korkusu ile Şah İsmail’e sığınmışlardır. Yavuz, yeğenlerinin kendisine geri gönderilmesini talep etmiş, ancak müspet cevap alamamıştır.
Bu olaya içerleyen Yavuz Sultan Selim, hiçbir günahı olmayan Türkmenleri katlederek intikam almıştır.
1513 yılında meydana gelen bu olay, iki Türk devleti arasında ilişkilerin gerilmesine sebep olmuş, temel konu bu olmamasına rağmen hakimiyet mücadelesi başlamıştır.
İki Türk Devletinden birisi Anadolu Türklüğü için, askeri gücün yanında Sünniliği de kullanırken, diğeri de Türkmenlerin desteği için Aleviliği bir güç olarak kullanmıştır.
Nihayet iki Türk Devletinin hakimiyet mücadelesinin düğümü, 1514 yılında Çaldıran’da çözülüyor.
Topu-tüfeği ve hiçbir ateşli silahı olmayan, askeri güç bakımından da Osmanlı devletinin askeri gücünün ancak üçte birine sahip olan Safeviler, bu dengesiz güç karşısında beklenen yenilgiden kurtulamaz.
Bu galibiyetle, Osmanlı devleti, Doğu ve Güneydoğuda devlet otoritesini sağlamış ve bu bölgelerde toprak bütünlüğünü temin etmiştir.
Safevilerin yenilgisiyle Osmanlı devleti bir tehdidi ortadan kaldırmış, Doğu Anadolu’daki aşiret ve beylerin devlete tabi olmaları sağlanmış, bir diğer önemli husus, Şah İsmail’in Osmanlı devleti sınırları içerisindeki varlığına son verilmiştir.
İki devlet arasındaki mücadele Alevi-Sünni mücadelesi değil, hakimiyet meselesidir. Ayrıca şunu iyi bilmek gerekir Şah İsmail’in kurduğu devlet bir İran, bir Fars devleti değil, İran’ı da hakimiyet alanı içerisine alan ve Anadolu Türkmenlerinin kurduğu bir Türk devletidir.
Yavuz Sultan Selim’le Şah İsmail arasındaki mücadele, iki düşmanın savaşı değil, hakimiyet mücadelesidir. Çünkü iki ordu da Türk ordusu, her iki tarafta Türkçe konuşuyor, hepsi aynı zamanda ortak coğrafyanın çocukları idi. Her iki tarafta Allah- Allah nidaları ile savaşıyordu.
Tabii ki savaş yerine birlik olunabilseydi Türk Dünyası için çok daha hayırlı olurdu.
Çaldıran mağlubiyetine rağmen, bir tarikattan doğan Safevi Türk Devleti 1736 yılına kadar varlığını devam ettirmiştir.
Bu tarihten sonra da iki Türk ailesi Afşarlar ve Kaçar Türkleri, 1925 tarihine kadar bölgedeki hakimiyetlerini sürdürmüşlerdir.
Yeniçağ: Son olarak, Safavei Devleti’nin son hükümdarı Nadir Şah’ın her iki mezhep konusundaki görüşleri ve Türklüğe dair taşıdığı idealleri, bunların Osmanlı devletindeki karşılığı konusundaki değerlendirmenizi öğrenebilir miyiz?
Cemil Ünal: 1736 tarihinde tahta çıkmış Afşar Devletinin kurucusu olan Nadir Şah, Oğuzların Afşar boyundandır.
Nadir Şah birlik ve beraberlik taraftarıdır. Özellikle ümmet ve millet arasına nifak sokulmasının birliğe zarar verdiğini dile getirmiş, Alevi-Sünni ayrımının giderilmesi için büyük gayret sarf etmiştir.
Bunun için Osmanlı devletiyle irtibat kurdurarak, Osmanlı ve İran’daki Türk ulemalarının iştirakiyle toplantılar düzenlemiş, önemli ölçüde de yararlı olmuştur.
Mezhep çatışmalarının Türklüğün birliğine büyük zarar verdiğini, bu çatışmaların Türk ananesine de aykırı olduğunu, İmam Caferi Sadık’ın önemli bir müçtehit olduğunu, onun yolunda gitmenin hiçbir sakıncası olmayacağını müdafaa etmiştir.
Nadir Şah ehl-i sünnetin de Caferi Sadık’ı bir imam olarak tanımalarını Osmanlı devletine de iletmiş, ama İstanbul mezhep hakkındaki bu görüşünü reddetmiştir.
Türklüğün vahdetine hizmet edecek, bu önemli görüşleri ümmi olan, ama inançlı bir Türk olan devlet adamı gündeme getiriyor, Osmanlı gibi büyük ve güçlü bir devlet reddediyor.
Nadir Şah 1747 yılında bir darbe sonucu öldürülmüştür. Nadir Şah`tan sonra devletin zayıflamasına yol açacak, bağımsız hanlıklar oluşmuş, bu olay birliğin bozulmasına da yol açmıştır.
İlk soruda ifade edildiği gibi Safevi İmparatorluğu ile Osmanlı İmparatorluğu arasında beş asırdan bu yana tartışılan çelişkilerin içinde değişmeyen en önemli gerçek Türklüğün tarih boyunca karşılaştığı bu sınavlardan çoğu kez ders almayarak gördüğü önemli kayıplar ve telafisi olmayan zararlardır.
Dr. Mayis Alizade/ Yeniçağ