CEM TABANLI: KIBRIS SORUNU VE TÜRK DÜNYASIYLA İLİŞKİLER
Annan Planı’nı Kıbrıs Türklerinin kabul etmesine rağmen Kıbrıs meselesinde kalıcı bir çözüm sağlanamamıştır. Çünkü Rum kesiminin 2003 yılında Avrupa Birliği’ne katılım anlaşmasını imzalamış olmasından dolayı bu planı kabul etmesinin kendileri açısından bir faydası yoktu. Ancak bu planın gereği olarak, Türkiye’nin Kıbrıs’tan tamamen çekilmesi ve Kıbrıs Türklerinin yalnızca bireysel haklara sahip olması beklenmiştir. 1974’te Türkiye’nin müdahalesinin gerekçesi ise Kıbrıs Türklerinin can güvenliğinin tehlike altına girmesi ve temel haklarının ihlal edilmesiydi. Bu meşru gerekçenin uluslararası kamuoyunda kabulü noktasında halen daha zorlanılmaktadır. Çünkü Türkiye’nin Kıbrıs politikasında uzun vadeli, istikrarlı bir yol haritası oluşturulamamıştır.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla bağımsızlıklarını kazanan Türk Cumhuriyetleri, siyasi bağımsızlıklarına kavuşmalarına karşın, Sovyet döneminden kalma ideolojik kalıplardan tam anlamıyla kopamadılar. Bu ülkelerde, Sovyetler Birliği döneminde yürütülen tek taraflı propagandalar sonucunda, Türkiye’nin Kıbrıs’ı bölen taraf olduğu ve Rum kesiminin mağduriyet yaşadığı yönünde bir algı yerleşmiştir.
Türkiye, 1974 yılında adada Kıbrıs Cumhuriyeti’nin işlemez hale gelmesi ve Kıbrıs Türklerine yönelik saldırıların yoğunlaşması üzerine askeri müdahale gerçekleştirdi. Ancak bu gerçek ya göz ardı edilmekte ya da bilerek görmezden gelinmektedir. Çünkü Türk Cumhuriyetleri, kendi iç dinamiklerinde de etnik ya da bölgesel ayrılık hareketlerinden endişe ettiklerinden dolayı Kıbrıs Türklerinin tanınmasının, kendi ülkelerinde benzer taleplere neden olabileceği düşüncesindedirler. Örneğin Kazakistan’ın kuzeyinde yoğun bir Rus nüfus var; Özbekistan’daki Karakalpak bölgesi ise özel bir statüye sahip. Bu tür bölgelerde olası ayrılık girişimlerinde Kıbrıs örneğinin referans gösterilmesi, bu ülkelerin Kıbrıs politikalarında belirleyici olmaktadır.
Bağımsızlıklarının ilk dönemlerinde Türk Cumhuriyetleri Türkiye’ye büyük umutlarla yaklaşıp, Türkiye’yi yalnızca tarihsel bir bağ değil, aynı zamanda kalkınmalarında öncü bir ortak olarak görmelerine karşın, Türkiye’nin bölgeye yön verecek sermaye ve etki alanı olmadığı için bu beklentilere karşılık verilememiştir. Türkiye halen daha yatırım çekmeye çalışan bir ülke olarak Avrupa Birliği ile rekabet edebilecek düzeyde değildir.
Bu koşullar altında Türk Cumhuriyetleri, Rusya ve Çin gibi güçlü aktörlerle denge kurmak zorunda kalmışlardır. Ortak tarihsel bağların gücü, ekonomik ve siyasi ayrıcalıkların gücü karşısında bir noktaya kadar etkilidir. Bu ülkeler kararlarında kendi ulusal çıkarlarını ön planda tutmaktadır. Avrupa Birliği ile ilişkilerini ilerletmek bu devletlerin çıkarlarına daha faydalı gözükmektedir. Çünkü Doğu Doğu’dur. Doğu’nun ABD ve Avrupa’nın politik ve ekonomik alternatifi olamayacağını gören Türk Cumhuriyetleri de AB’ni tercih etmişlerdir. Bunun sonucu olarak, AB bu ilişkileri geliştirme karşılığında GKRY’nin tanınması gibi siyasi şartlar öne sürmüştür.
Türkiye, uluslararasız düzeyde güçlü bir aktör haline gelse dahi, Türk Cumhuriyetleri yine de farklı güç merkezleriyle ilişkiler kurmak isteyecektir. Zira tarih boyunca çeşitli dış baskılara maruz kalmış bu halklar, bağımsızlıklarına ve egemenlik haklarına son derece önem vermektedirler. Bu nedenle onların tutumlarını anlamaya çalışmak, süreci sabırla yönetmek ve dengeleri doğru analiz etmek büyük önem taşımaktadır. Bundan dolayı GKRY’nin tanınması, Türkiye’ye karşı bir duruş değil, ulusal çıkarlarını korumaya yönelik bir tercihtir.
Her şeyden önemlisi Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) ile olan bağlarını korumaya devam etmektedirler. Şu ana dek bu birlikten ayrılmak gibi bir konunun gündeme gelmemiş olması da bunu göstermektedir. Çünkü TDT, yalnızca duygusal ve kültürel bağlara dayalı bir oluşum değil; ortak tarih, dil ve kültürün ötesinde, ortak bir gelecek inancına da dayanmaktadır. Avrasya coğrafyasına baktığımızda, kuzeyde Rusya, güneyde Çin ve Hindistan gibi güçlü devletlerin olduğunu alanın ortasında ise Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan , Japonya, Kore ve Moğolistan gibi ülkeler yer almaktadır. Bu bağlamda TDT, bölgede istikrarı sağlamak, ortak projeler geliştirmek ve etki alanı oluşturmak bakımından kritik bir rol üstlenecektir.
Kıbrıs konusunda ise Türkiye için Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı vazgeçilemez bir meseledir. Bu yalnızca Kıbrıslı Türklerin haklarını korumak için değil, aynı zamanda Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki stratejik çıkarları açısından da hayati bir öneme sahiptir. 1570’te Kıbrıs neden önemliyse, 1974’te neden müdahale edildiyse, günümüzde de benzer gerekçeler geçerliliğini sürdürmektedir. Burada dikkate değer bir hususta Türkiye’nin 1974 yılındaki askeri harekat ile Kıbrıs adasının tamamını almasıyla karşılaşacağı yaptırımlarla adanın belirli bir bölümünü almasıyla karşılaşmış olmasıdır. Aynı şekilde 1983 yılında KKTC’nin bağımsızlık ilanında sınırlı bir alanı kapsayacak isim seçilmesi de hatalıydı.
Doğu Akdeniz’de istikrarsızlık Türkiye’nin çıkarlarına karşı hareket eden NATO üyesi ülkelerden kaynaklanmaktadır. Kıbrıs adası çevresindeki petrol ve doğalgaz rezervlerinden faydalanılamamasının nedeni olarak Türkiye’nin görülmesi yerine çözümsüzlüğü benimsemiş olan devletlere odaklanılmalıdır.
Sonuç olarak, Türk Devletleri Teşkilatı sadece kültürel bir yakınlık üzerine kurulmuş bir yapı değildir. Finlandiya’dan Japonya’ya ulaşması hedeflenen ekonomik, siyasi ve stratejik temellere dayanan bir gelecek temsil etmektedir. Bu geleceğe Türk Devletleri arasındaki iş birliği arttıkça daha da yakınlaşılacaktır. Ancak bu da kararlı, sabırlı ve gerçekçi bir politika izlenmesiyle mümkündür.
N. CEM TABANLI
Share this content:
Yorum gönder