KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. BÖLGESEL GÜÇ” MÜ “BÖLGESEL HİÇ” Mİ

BÖLGESEL GÜÇ” MÜ “BÖLGESEL HİÇ” Mİ

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 8 dk okuma süresi
437 0

bölgesel güç mü olduğu yoksa bölgesel güç olma potansiyeline sahip mi olduğu bu zamana kadar tartışıla gelen mevzulardan biridir. Türkiye, Osmanlının varisi olması sebebiyle bölgesel güç olma potansiyeline sahip bir ülke, üstelik 1934 Balkan Atlantı ve 1937 Sadabat Paktı ile bölgesel güç olduğunu tescillemiş bir devlettir. Daha henüz yeni kurulan bu devletin bölgesinde etkin ve sözünün muteber olması her Türk vatandaşı için gurur kaynağıdır. Türkiye Cumhuriyet’i Devletinin mazisi hususiyetle dış politikadaki omurgalı duruşu ve pragmatik yaklaşımları misalleri ile mevcuttur.
İkinci Cihan Harbi’nin ayak seslerinin duyulduğu 1933’ten (Hitler’in iktidara gelmesi) itibaren Türkiye, adımlarını daha dikkatli atmaya çalışmış ve Avrupa’da yaşanan kargaşadan faydalanarak Boğazlar’ın statüsünün değişini talep etmiş ve 1936’da Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalanmıştır. Krizi fırsata çeviren Türkiye ilerleyen yıllarda SSCB’nin Boğazlardan üs talep etmesi ve ülke topraklarına göz dikmesi Türkiye’yi taraf olmaya itmiştir. Türkiye’nin tarafı Batı Bloku olmuştur. Türkiye’deki karar alıcıların Batı Blokuna kayıtsız şartsız teslim oluşları Türkiye’nin bölgesel güç değil Bölgesel Kukla olmasını ve 1950’lerde NATO’ya üye olmamız ile birlikte SSCB için Bölgesel Düşman statüsüne gelmemiz sağlanmıştır.
1962 Küba Krizi sonrası ABD, Sovyetlerin Küba’da Füze yerleştirmekten vaz geçmelerine mukabil Türkiye’deki Jüpiter Füzelerini sökmesi Türkiye’deki Amerikan karşıtlığının başlangıcı olmuştur. Daha sonraları Kıbrıs Meselesi hususunda 1964 Johnson Mektubu ve 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı, 1 Mart Tezkeresi, Çuval hadisesi ve 15 Temmuz darbe girişimi takip etmiştir. Ankara, yaşanan her menfi hadise sonrası yönünü Moskova’ya çevirmesi sonrasında ise Batılı müttefikleri ile tekrar yakın ilişkiler kurması Türkiye’nin politikasını sorgulatır hale getirmiştir. En son yaşadığımız 15 Temmuz hadisesi sonrası Batı’nın Türkiye’ye destek vereceği yerde sessiz kalması ve bunun mazereti olarak ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın despotik tavırlarının gösterilmesi yakışıksız ve mesnetsizdir. Batı’nın sessiz kalmasının asıl sebebi, istedikleri planın Türkiye’de tutmaması sonucu yaşadıkları hayal kırıklığıdır.

Cumhurbaşkan’ı Erdoğan’ın 15 Temmuz Darbe teşebbüsü sonrası ilk yurtdışı ziyaretini Moskova’ya yapması Türkiye’nin, Batı’ya ve ABD’ye karşı yeni oyuncular ile yola devam edeceğinin işaretini vermiştir. Türkiye kuruluşunun ilk yıllarında gerçekleştirdiği bölgesel güvenlik paktlarının yeniden tesisi için harekete geçmelidir. Türkiye Bölgesel Güvenliğini, Batı’nın veya okyanus ötesinin telkinleriyle değil sıkıntı yaşanan coğrafyalardaki yerel güçler ve o coğrafyada etkin olan unsurlar ile hareket ederek çözüm yolları aramalıdır.
Türkiye, bölgesinde yaşanan gelişmelere tam manasıyla hâkim olup ve bunları yönlendirdiği takdirde Bölgesel Güç olmanın hakkını vermiş olacaktır. Aksi halde bölge gerçeklerini bilmeden, anlamadan, olası senaryoları dikkate almadan fevri hareketlerde bulunmak başta Türkiye olmak üzere bölge için felakettir. Türkiye’nin, Mısır’da iktidara gelen Sisi’nin darbeci olması sebebiyle ilişkilerini kesmesi, Suriye’de iktidarda olan Esad’ın Rusya’ya yakın olması ve İran ile yakın ilişkilerine rağmen Türkiye’nin okyanus ötesinin telkinleriyle Esad’ı devirmeye çalışması, Irak’ta yaşanan gelişmeler ve yanlış tutumlar, Kafkasya’daki meselelere Rusya merkezli değil Amerikan merkezli yaklaşımlar ve bölgede etkin güç olan İran ve Rusya’nın dikkate alınmadan yapılan tüm hamleler Türkiye için maliyetli olmuştur.
15 Temmuz sonrası Türkiye’nin dış politikada yeni bir sürece başladığını söylemek gerekir. Ancak bu sürecin daha fazla fayda sağlaması ve bölgesel güvenliliğin tesisi için karşılıklı güven oluşturulmalıdır. Moskova Deklarasyonu bu açıdan büyük önem arz etmektedir. Rusya, İran ve Türkiye’nin Suriye’de yaşanan krize çözüm yolu sağlamak için toplanmış olmaları ve sonuç olarak 8 maddelik bir deklarasyon ilan edilmiş olması bölge barışı için müspet bir gelişme olmuştur. Deklarasyonun ilk maddesi “ İran, Rusya ve Türkiye, çok sayıda etnik yapı barındıran, çok dinli, mezhepçi olmayan, demokratik ve seküler bir devlet olarak Suriye Arap Cumhuriyeti’nin egemenliğine, bağımsızlığına, birliğine ve toprak bütünlüğüne saygılarını bir kez daha ifade ederler.” Maddesi Türkiye’nin Suriye politikasının değiştiğini geçte olsa bölgesel gerçeklerin farkına varıldığının beyan edilmiş halidir. Ancak bu veya bu tarz deklarasyonların üç ülke tarafından daha önceki zamanlarda beyan edilmiş olsaydı Suriye’de yaşanan insani kriz bu boyutlara ulaşmayabildi.

Bölgede huzurun, güvenliğin, refahın ve selametin tesisi için hiçbir bloka mensup olunmaması gereklidir. Aksi halde ülkeler arasında yaşanan gelişmeler güvensizlik üzerine kurulamayacağından sarsıntılar yaşanacaktır. Türkiye’nin NATO üyesi olması bölgede İran ve Rusya başta olmak üzere birçok ülkeyi tedirgin ettiği gerçektir. Türkiye’nin soğuk savaş döneminde üye olduğu NATO artık amacını gerçekleştirmiştir. Türkiye, NATO’dan ayrılmalı ve bölgesel paktlar kurmalıdır. Ne Rusya’nın ne de ABD’nin başını çektiği ittifaklara üye olmak Türkiye için tehlike arz etmektedir. Yanı başında bulunan Suriye meselesini ABD’nin telkinleriyle politika üreten Türkiye’nin daha sonraları fevri davranması ve Suriye bataklığına hayaller ile dalması Türkiye’yi zorlamıştır.
Türkiye’nin sahip olduğu Bölgesel Güç potansiyelini keyfi politikalar ve maceralar ile heba etmesi Bölgesel Hiç olmasını sağlayacağından ötürü, devleti yöneten karar alıcıların daha dikkatli olması gerekmektedir. Aksi halde bin yıllık devlet geleneği tecrübesi olan Türkiye’nin, basit oyunlara kurban gitmesi kaçınılmaz olacaktır. Türkiye’nin İran ve Rusya ile birlikte Moskova Deklarasyonuna imza atarak Esad gerçeğini kabul etmeleri ilk kertede müspet bir gelişme olmuştur. Aynı deklarasyonun bu sefer Türkiye’nin teşebbüsleri ile Irak, Mısır, Ermenistan, Yunanistan ve Bulgaristan ile de ayrı ayrı deklare edilmesi bölgesel huzur ve refahın tesisi için önem arz etmektedir. Türkiye’nin, yapacak olduğu bu olası girişimler ile uzun süredir kaybetmiş olduğu Bölgesel Güç statüsünü yeniden elde etmesi kuvvetle muhtemeldir.
SELÇUK ÖZÇELİK
GİRESUN ÜNİVERSİTESİ/ ULUSLARARASI İLİŞKİLER

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir