KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. BM DENİZ HUKUKU SÖZLEŞMESİNE GÖRE, MEİS ADASININ (KASTELLORİZO) STATÜSÜ

BM DENİZ HUKUKU SÖZLEŞMESİNE GÖRE, MEİS ADASININ (KASTELLORİZO) STATÜSÜ

Hasan Oktay Hasan Oktay - - 15 dk okuma süresi
280 0

Prof. Dr. İrfan Kaya ÜLGER yazdı:

Türkiye ile Yunanistan arasında Meis adası özelinde yaşanan ihtilaf, esas olarak Ege adalarının yetki alanları ve BM Deniz Hukukuna göre statüleri konusundaki görüş ayrılığından kaynaklanıyor. Yunanistan, Meis adası da dahil olmak üzere Ege denizindeki adaların karasuları, münhasır ekonomik bölge ve kıta sahanlığı hakkına sahip olduğu görüşünü savunmaktadır. Türkiye’ye karşı bu görüşleri sıklıkla dile getiren Yunanistan aynı iddiaları başkasına karşı ileri sürememiştir. Bir örnek vermek gerekirse, Yunanistan, 9 Haziran 2020 tarihinde İtalya ile yapılan İyon Denizi Deniz Yetki Alanlarının sınırlandırılması anlaşmasında adaların yetki alanlarından bahsetmemiştir. İtalya ile yapılan sınırlandırma anlaşmasında Yunanistan iki ülke arasında bulunan ve egemenliği Yunanistan’a ait olan adaların münhasır ekonomik bölge hakları olduğunu ileri sürmemiştir. Sınırlandırma anlaşması taraflar arasında ana karalar esas alınmak suretiyle akdedilmişti

Türkiye’nin kıta sahanlığı konusundaki görüşleri, sınırlandırmanın anlaşma ile yapılması ve doğal uzantının esas alınması şeklindedir. Uluslararası Adalet Divanının 1969 tarihli kararına gönderme yapan Türkiye, Ege denizindeki adaların Anadolu yarımadasının doğal uzantısı içerisinde yer aldıkları için kıta sahanlığına sahip olamayacakları görüşünü savunmaktadır. Türkiye’ye göre, Ege denizinde kıta sahanlığı sınırlandırması ana karalar esas alınarak hakça ilkelere göre yapılmalıdır..

——————————

Türkiye ile Yunanistan arasında kadim anlaşmazlık konularından biri de Ege denizindeki adaların uluslararası hukuka göre statüleridir. Taraflar, gerek sorunun tanımlanmasında gerekse ne şekilde çözüme kavuşturulacağı hakkında farklı görüşleri savunmaktadırlar.
Türkiye, Ege denizindeki adaların karasuları hakkını kabul etmekte, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge hakkında adaların deniz yetki alanı doğurmayacağını, bu konudaki hükümlerin spesifik durumlarda uygulanacağını öne sürmektedir. Devletin tüm ülkesinin adalardan oluşması durumunda adaların deniz yetki alanlarına sahip olacağı, ayrıca bir kıta ülkesi olması halinde adaların değil de kıta ülkesinin esas alınması görüşünü savunmaktadır. Türkiye’ye göre Ege denizindeki ihtilaflar kıta sahanlığı ile sınırlı değildir. Karasuları, FIR hattı, hava sahası, münhasır ekonomik bölge, yerleşimi olmayan adacık ve kayalıkların statüsü ve son olarak da adaların silahsızlandırılmış statüsüne aykırı uygulamaları da dikkate almak gerekmektedir. Ege denizindeki ihtilaflar, Türkiye-Yunanistan dengesi gözetilerek hakça ilkelere göre çözüme kavuşturulmalıdır.
Yunanistan ise Ege denizindeki adalar konusundaki tüm ihtilaflarda 1982 tarihli BM Deniz Hukuku Sözleşmesine gönderme yapmaktadır. Yunanistan, bir yandan sözleşme hükümlerinin Ege denizindeki adalardan kaynaklanan ihtilaflarda uygulanması talebinde olduğunu iddia etmekte, öte yandan da benzer anlaşmazlıklar için yol gösterici karakter taşıyan Uluslararası Adalet Divanı kararlarını ve içtihatlarını dikkate almamaktadır.
Geçen hafta Türkiye bir navtex (denizcilere duyuru) yayınlayarak Meis adasına mücavir bölgede Oruç Reis gemisinin bilimsel araştırma yapacağı uyarısında bulundu.. Yunanistan’ın aynı bölgede mukabil bir navtex ile hak iddia etmesi üzerine, Türkiye resmi görüşünü Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Hami Aksoy yaptığı açıklama ile ortaya koydu: “Anadolu’ya 3 km, Yunanistan ana karasına 580 km uzaklıkta olan bir adanın 40 bin km genişliğinde kıta sahanlığı alanı yaratması rasyonel değildir, uluslararası hukuk hükümleri ile uyumlu değildir.”
Türkiye ile Yunanistan arasında Meis adası özelinde yaşanan ihtilaf, esas olarak Ege adalarının yetki alanları ve BM Deniz Hukukuna göre statüleri konusundaki görüş ayrılığından kaynaklanıyor. Yunanistan, Meis adası da dahil olmak üzere Ege denizindeki adaların karasuları, münhasır ekonomik bölge ve kıta sahanlığı hakkına sahip olduğu görüşünü savunmaktadır. Türkiye’ye karşı bu görüşleri sıklıkla dile getiren Yunanistan aynı iddiaları başkasına karşı ileri sürememiştir. Bir örnek vermek gerekirse, Yunanistan, 9 Haziran 2020 tarihinde İtalya ile yapılan İyon Denizi Deniz Yetki Alanlarının sınırlandırılması anlaşmasında adaların yetki alanlarından bahsetmemiştir. İtalya ile yapılan sınırlandırma anlaşmasında Yunanistan iki ülke arasında bulunan ve egemenliği Yunanistan’a ait olan adaların münhasır ekonomik bölge hakları olduğunu ileri sürmemiştir. Sınırlandırma anlaşması taraflar arasında ana karalar esas alınmak suretiyle akdedilmiştir.
Yunanistan, İyon Denizindeki adaları için ileri sürmediği argümanları Ege denizinde adalar söz konusu olduğunda Türkiye’ye güçlü biçimde savunmaktadır. Yunanistan’ın resmi görüşüne göre, “Adalar da aynen ana karalar gibidir. Ne kadar küçük olursa olsun adaların da deniz yetki alanları, kıta sahanlığı, karasuları ve münhasır ekonomik bölge hakları bulunmaktadır. Dolayısıyla bu haklar, Rodos için de, Meis için de geçerlilik taşımaktadır.” Yunanistan kendisinin savunduğu bu görüşü evrensel bir doğru olduğu iddiasındadır. Buna dayanak olarak da Sevilla haritası adı verilen belgeye gönderme yapmakta ve bunun Akdeniz’de deniz yetki alanları bakımından tek geçerli belge olduğu görüşünü savunmaktadır.
Yunan iddiaları karşısında Türkiye bir yandan uluslararası hukuka göre görüşlerini ortaya koymuş, öte yandan gereken adımları atmaktan kaçınmamıştır. Türkiye’nin 27 Kasım 2019’da Libya ile yaptığı Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Anlaşması imzalamış ve anlaşmanın ardından Akdeniz Türkiye’nin münhasır ekonomik bölge alanı 189 bin kilometrekareye yükselmiştir. Türkiye’nin BM Deniz Hukuku hükümleri ve Uluslararası Adalet Divanı kararları ile teyit edilen kararlı tutumu, Yunanistan ve Batı’nın, Doğu Akdeniz’e ilişkin tüm hesaplarını geçersiz kılmıştır. Meis adası özelinde tırmanan gerginlik ise esasen beyhude bir çabadır, zira yukarıda izah edildiği üzere 9 Haziran 2020’de İyon Denizinde İtalya ile imzalanan anlaşma, Yunanistan’ın adaların münhasır ekonomik bölge ve kıta sahanlığı hakları bulunmadığını tescil etmesinden başka anlama gelmemektedir.

KITA SAHANLIĞI VE MÜNHASIR EKONOMİK BÖLGE

Türkiye ile Yunanistan arasındaki Ege denizinde yetki alanları anlaşmazlığının kökeni kıta sahanlığının kapsam ve sınırı konusundaki görüş ayrılığına dayanmaktadır. İlk kez 1945 yılında ABD Başkanı Harry Truman tarafından yayınlanan bir bildiride gündeme gelen kıta sahanlığı kavramı, kıyı devleti ülkesinin denizin altındaki uzantısı anlamına gelmektedir. 1982 tarihli BM Deniz Hukuku Sözleşmesinin 77’nci maddesinde kıta sahanlığının iç sınırı karasularının bittiği noktanın izdüşümü, dış sınırının ise 200 deniz mili olduğu kayıt altına alınmıştır. 200 deniz mili mesafede Okyanus tabanına ulaşılamaması halinde dış sınırın maksimim 350 deniz miline uzanabileceği belirtilmiştir. Öte yandan kıta sahanlığının, kıyı devleti ülkesi bakımından ilan etmeye gerek kalmadan var olduğu (ipso facto) ve bu hakkın en başından beri (ab initio) söz konusu olduğu, 1969 tarihli Uluslararası Adalet Divanı kararı ile açıklığa kavuşmuştur.

Yunanistan’a göre, hem kara ülkesinin hem de bütün adaların kıta sahanlığı vardır. Adalar, kıta sahanlığı bakımından kıta ülkeleri ile eşit statüye sahiptir. Türkiye ile Yunanistan arasında kıta sahanlığı sınırlandırılması eşit uzaklık (equidistance) ilkesine göre yapılmalı ve başlangıç noktası olarak da Türkiye ile adaların en doğuda kalan bölümleri esas alınmalıdır. Yunanistan ayrıca, kıta ülkesi ve adaların siyasal ve ülkesel bütünlük oluşturduğu görüşünü öne sürmektedir. Türkiye’nin kıta sahanlığı konusundaki görüşleri, sınırlandırmanın anlaşma ile yapılması ve doğal uzantının esas alınması şeklindedir. Uluslararası Adalet Divanının 1969 tarihli kararına gönderme yapan Türkiye, Ege denizindeki adaların Anadolu yarımadasının doğal uzantısı içerisinde yer aldıkları için kıta sahanlığına sahip olamayacakları görüşünü savunmaktadır. Türkiye’ye göre, Ege denizinde kıta sahanlığı sınırlandırması ana karalar esas alınarak hakça ilkelere göre yapılmalıdır.

Deniz hukuku literatürüne 1982 sözleşmesiyle giren münhasır ekonomik bölge kavramı ise karasuları esas çizgisinden başlayarak 200 deniz mili mesafede su tabakası, deniz yatağı ve toprak altında kalan alanlarda kıyı devletine münhasır ekonomik haklar tanıyan deniz yetki alanı anlamına gelmektedir. Kıyı devleti, münhasır ekonomik bölgede canlı doğal kaynaklar, madenler ve öteki kaynaklar üzerinde haklara sahiptir. Egemenlik hakkının doğal bir uzantısı olarak kıyı devleti münhasır ekonomik bölge içerisine her türlü araç gereç yerleştirme, bilimsel araştırma yapma hakkına sahiptir. Sözleşme ayrıca kıyı devletine, ekolojik denge ve çevreyi koruma yükümlülüğü getirmiştir.

MEİS ADASI COĞRAFİ GENİŞLİĞİNİN 4 BİN KATI DENİZ YETKİ ALANI YARATAMAZ.

Yunanistan, Meis adasının kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge hakkı bulunduğunu iddia etmektedir. Yunanistan tezleri esas alındığında Meis adası kendinden 4 bin kat genişliğinde deniz alanı yaratmaktadır. Peki bu durum uluslararası hukuk bakımından meşru mudur? Her ne kadar 1982 tarihli BM Deniz Hukuku Sözleşmesinden adaların kıta sahanlığını hakkı bulunduğu sonucu çıkıyor ise de, bu durumun her koşulda geçerliliği olan evrensel bir kural değildir. Uluslararası Adalet Divanı çeşitli kararlarıyla adaların deniz yetki alanları hususunda yol gösterici karakter taşıyan yorumlar yapmıştır. Öte yandan BM Deniz Hukuku Sözleşmesi, devletin tüm ülkesinin adalardan oluşması durumunda takımada rejimi çerçevesinde adaların deniz yetki alanı oluşturma hakkı bulunduğunu kabul etmiştir. Dolayısıyla aynı zamanda kara ülkesi olan bir devletin adalarının deniz yetki alanlarına sahip olması, her koşulda uygulanabilecek bir kural değildir. Uluslararası Adalet Divanının birçok kararında ortaya çıktığı üzere, kıta ülkesinin doğal uzantısında bulunan adaların kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge hakları bulunmamaktadır. Üstelik bu hususu Yunanistan hükümeti de kabul etmiş, İtalya ile yaptığı deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşmasında İyon Denizinde egemenliği Yunanistan’a ait adalar için bu yönde bir talep ortaya koymamıştır.
Uluslararası Adalet Divanı bugüne kadar Meis adasına benzer kategorideki ihtilaflarda Türkiye’nin görüşlerini destekleyen yorumlar yapmıştır. Bu kategori kararlar arasında ilk akla gelenler 1977 yılında İngiltere-Fransa davası, 1984 tarihli Malta–Libya davası, 2012 tarihli Nikaragua–Kolombiya davalarıdır. Dolayısıyla Meis adasının ne münhasır ekonomik bölge, ne de kıta sahanlığı sınırlandırılmasında deniz yetki alanı hakkı doğurması mümkün değildir. Benzer özelliklere sahip coğrafyalarda ilgili devletler arasındaki anlaşmalar ve ayrıca uluslararası mahkeme ve tahkim kararları, Türkiye’nin görüşlerini desteklemektedir. Netice olarak hakkaniyete uygun bir mutabakat sağlanması iki şekilde mümkün olabilir: Ya Meis adasının deniz yetki alanı doğurmadığı kabul edilecek, yahut da bu alandaki hakları çok dar biçimde ifade edilecek, bir başka ifadeyle sınırlandırılacaktır. Bu noktada Sevilla haritası Türkiye’ye empoze anlamına gelmektedir. Nitekim Türkiye de bu hukuksuzluğu görmüş, Libya ile yaptığı deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşması ile hak ve çıkarlarını koruma çabası içerisinde olacağını efkarı umumiyeye göstermiştir.

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir