2011 yılında, 42 yıl devam eden Muammer Kaddafi yönetimine son verilmesi ile birlikte başlayan iç savaş sürecinde; BM tarafından 2015 yılında, Fayez Al-Sarraj liderliğinde kurulan Ulusal Mutabakat Hükümeti tanınmıştı.
Ancak Tobruk merkezli Temsilciler Meclisi, bu kararı tanımadığı gibi General Halife Hafter önderliğinde Libya Ulusal Ordusu ile karşı mücadeleyi başlattı.
Hafter’in bu süreçte Libya’nın üçte ikisinden fazlasını kontrol eder duruma geldiği ve Trablus’u da tehdit eder bir pozisyonda olduğu görülmektedir.
Ayrıca Hafter’in birçok Avrupa ülkesi tarafından uluslararası platformda desteklendiği gibi Rusya Federasyonu, Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri tarafından sahada maddi katkı sunulduğu da bilinmektedir.
Diğer yandan Türkiye’nin Sarraj Hükümeti ile Doğu Akdeniz ile ilgili 27 Kasım 2019 tarihinde; Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşması imzalaması, arkasından 20 Aralık 2019 tarihinde; Askeri Güvenlik ve İş birliği Anlaşması ile fiili olarak Sarraj Hükümetine destek vermeye başlaması üzerine yeni bir durum ortaya çıkmıştır.
ABD, Fransa, İtalya, Birleşik Krallık gibi batılı ülkeler, burunlarının dibinde Rusya ve Türkiye gibi ülkelerin etkili hale gelmesinden rahatsızlık duydukları için Libya’da Sarraj ve Hafter tarafından kabul gören, Almanya üzerinden Berlin’de 19 Ocak 2020 tarihinde tarafların bir araya getirilmesini sağladılar.
Burada yapılan görüşmelerde; Libya’nın toprak bütünlüğü, kalıcı ateşkesin sağlanması, iç savaşın taraflarına uygulanacak silah ambargosu kararının alınması, siyasi çözüm sürecinin vakit geçirilmeden başlatılması, uluslararası hukuka ve insan haklarına uyulması gibi konularla ilgili komisyonlar marifeti ile yeni bir sürecin başlatılması konusunda anlaşılmıştır.
Aslında Berlin Görüşmeleri ile ilgili altı çizilmesi gereken konu; Halife Hafter liderliğindeki Tobruk yönetiminin BM tarafından tanınır hale getirilmesi ve başta Türkiye olmak üzere görüşmede yer alan ülkelere kabul ettirilmesidir.
Ayrıca Libya’nın iç işlerine karışılmaması konusu da son derece önemlidir. Çünkü Türkiye’nin müdahil olmadığı Libya’da, Halife Hafter rahat bir şekilde kontrolü ele geçirebilecekti.
Böylece saha da zaten güçlü olan Hafter yönetimi, BM tarafından da tanınarak uluslararası hukuk anlamında ciddi bir sorunu aştığı gibi karşısındaki en büyük güç olan Türkiye’nin bu toplantıda kendisini meşru bir çerçevede kabul etmesi ile Libya’nın tamamını kontrol edebilmek için bırakın ateşkesi, bütün gücü ile Trablus’a yönelik saldırılarını artırarak sürdürmüştür.
Planlandıkları gibi alınan ateşkes kararına rağmen Türkiye dışındaki toplantıya katılan ülkeler bu saldırılar konusunda sessiz kalmışlar ve Hafter yönetimini desteklemeye devam etmişlerdir. Özellikle Libya’nın 50 milyar varil civarındaki rezervi ile dünyanın ilk on ülkesi arasında olması ve Avrupa’nın ise tüketici konumunda bulunması dolayısı ile Libya sürecinde kendi istedikleri bir yönetim dışındaki yapılanmayı kabul etmeleri zaten mümkün değildir.
Türkiye ise bu ikircikli durumu görerek, Libya’da bir takım aracı güçler üzerinden etkinliğini sürdürerek, Sarraj Hükümetinin iktidarda kalmasını sağlamaya devam etmektedir.
Bu durum tabii ki Türkiye için riskli bir süreç olsa da günümüze kadar Sarraj Hükümetinin bir şekilde ayakta kalmasını da sağladığı bir gerçektir.
Özellikle Türkiye, 19 Aralık 2019 tarihli Askeri Güvenlik ve İş birliği Anlaşması çerçevesinde; eğitim, planlama, tecrübe aktarımı, danışmanlık ve malzeme yardımı gibi konularda destek sağladığını uluslararası platformda dile getirerek, uluslararası hukuk çerçevesinde hareket ettiğini ifade etmektedir.
Ancak Türkiye için en büyük sorun; Libya ile ilgili dış politikasını iç dinamiklere dayandıramadığı için milli bir politikaya dönüştürememiş ve iç politikada ciddi eleştirilerle karşı karşıya kalmıştır.
Bu durum Türkiye’nin elini dışarıda da zayıflatmaktadır. Çünkü Türkiye zaten ihvan üzerinden siyasal İslamcı grupları desteklemekle suçlanmaktadır.
Türkiye’nin Suriye’deki muhaliflerden bazılarını Libya sürecine dahil etmesi de bu suçlamaların yoğunlaşmasına katkı sunmaktadır.
Libya’da Sarraj Hükümetine yönelik baskı ve saldırıların artması üzerine Sarraj Hükümeti, 19 Şubat 2020 tarihinde Cenevre’deki Barış Görüşmelerine katılım konusunu askıya almıştır.
ABD’nin Libya Büyükelçisi Richard Norland ise Hafter’i ziyaret ederek süreçte aktif desteğini kamuoyuna göstermiştir.
Diğer yandan Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Putin; Hafter ve Sarraj ile ikili görüşmeleri sürdürürken ve Hafter’i sahada fiili anlamda desteklerken, Ocak 2020 tarihin de Muammer Kaddafi’nin Oğlu Seyfülislam ile görüştüğü basına yansımıştır.
Böylece Rusya Suriye’de kalıcı hale gelirken, Libya’da da Sarraj ve Hafter ile yaptığı ikili görüşmelerin ardında üçüncü bir yol aranması durumunda en güçlü aday olan Seyfülislam ile de bağlantı kurarak, Libya’da da kalıcıcı olmak niyetinde olduğunu göstermiş oldu.
Rusya’nın bu girişimi; küresel bir güç olma konusundaki yaklaşımı ile doğru orantılıdır ki bu yaklaşımı; ulusal strateji planında da yer almıştır.
Elbette Rusya için bu riskli bir adım olarak görülse de, Rusya’nın Kırım, Ukrayna ve Gürcistan’daki etkinliğini takiben, Suriye’de ciddi bir efor sarf etmeden; etkin, kalıcı ve belirleyici bir ülke haline gelmesi, Libya için de ümitlerini artırmıştır.
Ancak İtalya, Fransa, Almanya gibi ülkelerin Rusya’ya karşı bir denge oluşturması mümkün olmasa da ABD ve Birleşik Krallığın bu konudan ciddi rahatsızlık duydukları ve gerekirse fiili müdahale dahil her türlü girişimde bulunabilecekleri de unutulmamalıdır.
Sonuç olarak Türkiye’nin Libya konusunu; geçmişteki varlığı, oradaki bir takım Türklerin bulunması ve Doğu Akdeniz’deki işbirliği üzerinden aracı unsurlarla sürdürme ısrarı, küresel güçler ile karşı karşıya gelme riskini barındırmaktadır.
Bu nedenle Türkiye Libya politikasında ısrar edecekse öncelikle, iç dinamiklerini ikna etmesi ve bir güç-çıkar analizi yapması yerinde olacaktır.
Çünkü Rusya’nın bölgedeki etkinliği ve Türkiye’den rahatsız olması, Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi Arap devletlerinin Türkiye’den rahatsızlığı yanında, AB’nin Ocak 2020 tarihinde Türkiye’nin Libya’daki varlığını kabul etmedikleri yönündeki açıklaması ve ABD’nin Şubat 2020 tarihinde Türkiye’nin Libya’daki faaliyetlerini desteklemiyoruz yönündeki açıklamaları özenle dikkate alınması gereken unsurlardır.
Prof. Dr. Selçuk DUMAN