Almanya Balkanlardaki etkisini her geçen gün artan bir hızla göstermektedir. Doğu-Batı Almanya bileşeninden sonra iki dünya savaşının başat rolünü oynamış bir devlet olarak tekrar tehlike sınırlarında gezinen Almanlar Avrupanın süper gücü olmak yakın gelecekte bölgesel dengeleri lehine çevirmeyi planlamaktalar. Geçen Yüzyıldaki Krizler savaşlar toplumsal bunalımlar 2. Dünya savaşının gururlu mağlubu Almanyayı hedeflerinden şaşırtmamış.
2008 dünya ekonomik krizi ve ardından Arap Baharı ile birlikte Suriyeli mülteciler ile devam eden sıkıntıların Avrupa’da da ciddi anlamda etkili olduğunu görmek mümkünken bu durum Almanyayı pek etkilememiştir. Önce Brexit ile İngiltere’nin AB’den ayrılması, ardından Polonya, Macaristan, Slovakya ve Çek Cumhuriyeti ‘nin AB içinde ayrı bir oluşum ve yapılanmaya gitmeleri Avrupa Birliğinde açık ve net olarak sıkıntıların varlığı ortaya koyarken Almanya’nın aşırı derecede güçlenmesinin kısmen ABD’yi de rahatsız ettiği söylemek mümkündür. Bütün bunlara rağmen gözden kaçan bir gerçek ise Doğu Alman ekolüne mensup Merkel ile Doğu Almanya’da görev yapan Putin arasındaki ince ve hassas stratejik ilişki, hatta ortak hedefe doğru sessizce ilerlemeleridir. Avrupa’da yaşanan bu siyasi sıkıntılar bir yanda askeri anlamdaki değişikliler ve NATO’nun geleceği konusunda özellikle ABD başkanı Trump’ın ve ABD’nin Rusyaya karşı anlamsız tutumu ve yaklaşımlarını bir çok siyasi yorumcu tarafından ABDnin Rusyaya yakınlaşma olasılığı gibi ileri sürerken Merkel Putin postmodern iittifakı bu belirsizlik zemininde daha da arttırmış bulunmaktadır.
Eski Sovyet etkisindeki Doğu Avrupa coğrafyası yeni Rus etkisinden ziyade Alman etkisine doğru hızla evrilmektedir. Rusya’nın bölgede etkin olması yeni nesli tedirgin ederken ABD’nin de dikkatini çekmekte ve bölgeye ABD’nin daha fazla politikalar geliştirmesinin önünü açmaktadır. Rusya bu durum karşısında çoğu zaman Almanya’nın bölgede tesirini yükseltmesine göz yummaktadır. Ve ya Almanya yeni süper güç olma yolunda Doğu Avrupa’daki eski Sovyet etki alanında yaşayan devletleri toplumları kontrol etmesini yeni nüfuz alanını genişletme teorisi olarak görüyor Rusya. Böylece Almanya Rusya-ABD rekabetinin boşalttığı alanları kontrol altına alırken aynı zamanda Rusya ile postmodern ittifakıyla yeni Rus hakimiyetine zemin mi hazırlıyor. Diğer bir soru ise Rusya mı Almanya’ya göz yummaktadır yoksa Almanya eski gücüne mi kavuşuyor.
Almanya’nın göz diktiği yeni alanlar diyebileceğimiz Balkan coğrafyasının yönetici sınıf rüşvet ve işsizlik sorununu aşmak için milliyetçilik ve popülerliğe başvurmaktadır. Zira AB’ye entegrasyon konusu neredeyse hemen hemen durmuş bir vaziyette olduğunu belirtmek gerekir. 2019 yılına kadar herhangi bir yeni üye alımı yapılmayacağı neredeyse kesinleşmiş olması Balkanların beklentilerini umutlarını ertelemektedir.
Böyle bir konjonktürde Balkan ülkeleri karamsar ve belirsizliğin içerisinde bunalım psikolojisinin yansımaların ı görmek mümkündür. Avrupa’nın ortasında eski Yugoslavya’nın hakim olduğu geniş arazi ve burada kurulmuş devletler artık etkiye açık bir coğrafyadır. Başta Hırvatistan ve Slovenya arasında yaşanan sınır anlaşmazlığı, akabinde Kosova ile Karadağ arasında devam eden sınır anlaşmazlığı, AB’nin tüm çabalarına rağmen bu konuda henüz bir neticeye varılamaması ve söz konusu ülkelerin alternatif ittifaklar edinme arayışları bu durumun bir tezahürü olarak ortaya çıkmaktadır.
Şu ana kadar sadece AB ile ancak Sırbistan ve Karadağ ile diyalog faslı açılırken, Arnavutluk bekleme sürecindedir ve sürecin yakında başlayacağını ummaktadır. Diğer yandan Makedonya, Yunanistan’la yaşadığı isim krizinden dolayı ilerleme kaydedemiyor. Son olarak Kosova AB ilişkilerinde ise ne vize serbestliği ne de üye olma müzakereleri konusunda herhangi bir ilerleme söz konusu değildir. Üstelik AB üyesi olan 5 ülke Kosova’yı devlet olarak tanımamaktadır. Diğer yandan söz konusu ülkelerde gençlerin büyük bölümü hala işsiz ve AB ülkelerinde iş bulmak amacıyla göçü bir çıkış yolu olarak görmektedir. Arnavutluk ve Makedonya bu anlamda sürekli dış göç vermekte.
Balkanlardaki çatışmalardan yaklaşık 20 yıl sonra henüz taze olan bu fay hattının yeniden kırılgan bir vaziyet almış olduğu dikkati çekmektedir. Bununla birlikte AB’nin bu çaresizliğini aşmak için, son birkaç yılda Balkanların geleceği ile ilgili konuşulan en önemli konuların başında eski Yugoslavya ve Arnavutluğu da içine alan ‘Ortak Pazar’ oluşturma fikri gelmektedir.
Almanya’nın başını çektiği ve AB ülkelerin desteklediği bu oluşumun arka planında, Balkan ülkelerini AB’den ayrı olarak ancak AB’nin finansmanıyla destekleyeceği bir Ortak Pazar oluşturma düşüncesi yatmaktadır. Almanya AB üzerinden bölgede politikalar geliştirirken dikkatleri fazla üstüne çekmeden geçiş dönemi siyaseti uygulamaktadır. Görüntüde AB ama esas uygulamada ise Almanya’nın ileri sürdüğü ve de sürdürdüğü bu politika, Ortak Pazar düşüncesi, nihai anlamda, hem ekonomik hem de siyasal olarak entegrasyonu, mal dolaşımı ve ulaşım serbestliğini sağlanmak hedefine yönelik olarak, eski Yugoslavya’nın farklı bir rejim ve sistem etrafında yeniden kurulması demektir.
Almanya’nın çok istediği, İtalya’nın da desteklediği, İngiltere’nin ve Fransa’nın kısmen çekingen kaldığı bu proje için AB birçok zirve ve kongre düzenlemiştir. Son birkaç yılda Alman başbakanı Merkel, Balkan liderlerini Berlin’de birkaç defa ağırlamıştır. Berlin Süreci’nin devamı olan Ortak Pazar projesi fikri AB yetkililerin Mart ayında Saraybosna’da gerçekleştirildikleri toplantıdan sonra kararlaştırılmıştır. Buna göre zikri geçen proje, Arnavutluk, Bosna Hersek, Kosova, Karadağ, Makedonya ve Sırbistan’ı kapsamaktadır. Berlin Süreci, AB tarafından başlatılan ve Batı Balkanlar’ın bölgesel bağlantısını sağlayan bir girişim olarak tanımlanmaktadır. Sürecin en somut adımı ise, geçen ayın ortasında İtalya’nın Trieste şehrinde 6 Balkan ülkesinin liderleri ile Almanya, İtalya, Fransa liderlerinin ve AB yetkililerinin katılımıyla gerçekleşen bir toplantı olmuştur.
Berlin 2014, Viyana 2015, Paris 2016 yıllarında gerçekleştirilen toplantılar ile olgunlaşmakta olan ‘Berlin Süreci’nin dördüncü görüşmesi 2017’de Trieste’de yapıldı. AB Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Johannes Hahn, basına verdiği röportajda Triste zirvesinden memnun kaldıklarını ve önümüzdeki süreçte Balkanlarda 1 milyar Euro tutarında yatırım yapılmasını planladıklarını beyan etmişti. Bu yatırımın 80 bin kişiye iş imkanı oluşturacağını söyleyen Hahn, enerji ve ulaşımda 450 milyon Euro yatırım planlandığını açıkladı. Somut projeler arasında Doğu ve Batıyı birleştirecek, Bulgaristan’dan başlayarak Makedonya üzerinden diğer ülkeleri kapsayacak ‘Korridor 8’ olarak adlandırılan demiryolunun inşası söz konusudur. Bunun yanında Arnavutluk ve Karadağ sahilini kullanarak yeni limanların inşası, Bosna Hersek-Hırvatistan otoyolu ve en önemlisi de ‘Interconnector’ adında Sırbistan-Bulgaristan arasında doğal gaz hattın inşası da bulunmaktadır
Hukuki anlamda AB’ye uyum sürecinin devam ettiği bir ortamda böyle bir birliğin kurulması fiilen AB’ye yeni üye alınamayacağının bir yansıması olarak görülmektedir. AB’nin bu aşamada yeni üyeleri bünyesine kabul edemeyeceği, Batı Balkanları kontrol altına tutmak için böyle bir yola başvurduğu gündeme getirilerek Almanya’nın AB uygulamaları üzerinden Balkanları kontrol etme arzusu ortaya çıkmaktadır. AB için ekonomik anlamda Balkanlar önemsiz gibi olsa da, Avrupa kimliği, tarihi ve coğrafi yakınlık göstermesi bakımından kilit noktadadır. Başka bir deyişle, yeni üyelere ihtiyacı olmadığı ifade edilen AB üzerinden hareket eden Almanyanın bu tür bir oluşumla Balkanlardaki etkisini artırmaya devam edecektir.
Ayrıca son zamanlarda istikrarsızlık belirtileri ortaya çıkan Balkanlarda, AB istikrarın devamını sağlamaya çalışmaktadır. Bunun yanında gün geçtikçe artan Rus nüfuzuna karşı orta yollu bir formülü bulmaya gayret ederek AB’nin para ve ekonomik gücü ile istikrarsızlaşmanın önüne geçmeyi hedeflemektedir. Almanya’nın AB üzerinden diğer önemli bir amacı ise AB ‘Balkanlaşmadan’, Balkanları kontrol altına almaktır.
Ağırlıkta Almanya’nın başını çektiği bu plan ‘Merkel Planı’ veya ‘Berlin Planı’ olarak tarif edilmektedir. Bu noktada Almanya’nın tarihi bir perspektifle Balkanlara yönelik diğer Avrupa ülkelerinden farklı bir vizyon ve projesine sahip olduğunu söylemek gerekir. Aynı vizyon ve yaklaşıma Avusturya’nın da sahip olduğu ve özellikle Bosna Hersek’te Avusturya’nın ciddi ekonomik yatırımlarının var olduğu bilinmektedir. İlave olarak Almanya’nın eğitim ve ekonomik alanlarda başta Kosova olmak üzere Balkanlar genelinde çok etkili hamleler yapmaktadır.
Almanya bu projeyi gerçekleştirmek için öncelikle Balkan ülkelerini birbiriyle bağlayacak ve sonra da Avrupa ile bağlayacak ulaşım projelerini gerçekleştirmeye odaklanmış durumunda. Bu çerçevede, Almanya Dış İşleri Bakanı Sigmund Gabriel yaptığı açıklamada, ulaşım projeleri için Balkan ülkelerine yönelik ek bir fon ayrılmasını teklif etti. Balkanlara yönelik bir ‘Marshal Planı’ gibi düşünülen bu hedefi Almanya’nın Sırbistan, Kosova ve Arnavutluk üzerinde Adriyatik denizine inme projesi olarak görmek gerekir. Almanya AB’ı maskeleyerek adım adım hem AB üzerinde ve hem de Balkanlarda etkisini dikkatleri üzerine çekmeden artırmaktadır.
Bu tür bir projeye yönelik Balkan ülkelerin tutumuna bakıldığı zaman, destekleyen ülkeler olduğu gibi, farklı tarihi, sosyal, egemenlik ve ekonomik endişelerden dolayı karşı çıkan ülkeler de mevcuttur. Yugoslavya’nın dağılmasının üzerinden 20 yıl geçmeden ve insani ve sosyal yaralar devam ederken bu psikolojik travma üzerine böyle bir stratejiyi uygulamak pek de kolay gözükmemektedir. Zira savaş esnasında Sırplar tarafından Boşnak ve Arnavutlara karşı işlenen insan hakları ihlalleri, gasp ve katliamlara karşı Sırbistan’ın katliamlardaki hesap vermeme ve umursamaz davranışları ilk akla gelen olumsuzluktur. Almanya’nın Sırplar konusundaki yumuşak davranışı akla Alman-Rus postmodern ittifakını getirmektedir.
İddiamızı kuvvetlendirmesi açısından bu projeye Sırbistan’ın verdiği desteği iyi irdelemek gerekir. Almanya Sırbistan’ın AB’a girmesini destekleyeceğine Balkanları kontrol etme yönteminde en önemli figür olarak kullanmaktadır. Sırbistan Batı Balkanların ekonomik üretim anlamında en güçlü ülkesi konumundadır. Bölgenin en önemli ihracatçısı ve eski Yugoslavya’nın sanayinin adeta mirasçısıdır. Gıdadan askeri malzemelere kadar Sırbistan bölgenin en başat ülkesidir. Sırbistan Cumhurbaşkanı yaptığı açıklamada AB’ye girmeden önce gümrük birliğinin iyi bir çözüm olabileceğini söylemiştir. Belki Sırbistan bu yolla geçmişini aklayacaktır ama diğer bir aklama yöntemi olan komşu devletleriyle sorunlarını birebir çözme yöntemi yerine gümrük birliği modeline sıcak bakması Alman Rus ittifakının bir dayatmasını akla getirmektedir. Alman kontrolünün bölgede etkin olma harekatının diğer bir ülke ayağı olarak Arnavutluk görülmektedir. Arnavutluk Başbakanı da her platformda bu tür bir birliğe destek olabileceklerini açıklamıştır. Eski Yugoslavya’nın en sorunlu bölgesi olarak kabul edilen ve üzerinde bir çok devletin açıktan iddiası olan Makedonya da isim sorunundan dolayı böyle bir gelişmeyi AB’ye yönelik bir adım olabileceği gerekçesiyle desteklemektedir. Makedonya böylece toprak bütünlüğünü koruyabileceğine inanmaktadır. Aynı şekilde Bosna Hersek de farklı ekonomik ve siyasal sebeplerden dolayı destekleme emareleri göstermiştir.
Destekleyen ülkeler olduğu gibi karşı çıkan devletlerin argümanları da oldukça güçlüdür. Bu itirazların başında ‘yeni Yugoslavya’nın kurulabileceği endişesi gelmektedir. Her ne kadar siyasal anlamda bir birliktelik söz konusu değilse de gümrük birliği ile güçlü ülkeler genç ve zayıf ülkelerin egemenliğini çiğneyebileceği tehlikesi bu güne kadar yaşanan tecrübelerle sabittir. Kosova ve Karadağ ülkeleri Balkanlarda gümrük birliğine itiraz eden ülkelerdir.
Kosova, Sırbistan’dan bağımsızlığını kazanmasının üzerinden daha 20 yıl geçmeden yeni bir Yugoslavya’da birleşmenin olması noktasında, 1999 yılındaki savaşın da manasız ve anlamsız olarak görüleceği endişesini taşımaktadır. Diğer yandan ekonomik üretim ve ihracat konularında çok gerilerde olan Kosova, ekonomik anlamda daha da sıkıntılı hale düşebileceğini düşünmektedir. Her ne kadar Kosova yetkilileri itiraz etseler de bu sürece çok fazla direnç gösteremeyecekleri de tahmin edilse de ABD bölgedeki bu oluşumu kendi çıkarları açısından tehlikeli görürse Kosova üzerinden bir hamle yaparak engellemeyi deneyecektir.
Karadağ bölgenin en göze değmeyen yapılan değerendirmelerde dikkate alınmayan bir ülkesi olarak ekonomik itirazlarının yanı sıra yeni bir oluşumda tamamen eriyebileceği endişesini taşımakta olup İki ülkenin diğer bir endişe kaynağı ise bir birliğin kurulma sı halinde AB’ye girme müzakerelerinin hayalden öteye geçmeyeceğini düşünmektedir.
Almanya’nın bir ara formül olarak geliştirdiği ve bu formül üzerinden bölgede aktifleşmeye çalıştığı zemin eski Yugoslavya’nın en zengin ülkeleri Hırvatistan ve Slovenya’nın olmadığı bir gümrük birliği ve Yugoslavya’nın Sırbistan dışındaki daha fakir ülkelerini kapsadığı bir yapıya dönüşecek gibi gözükmektedir. Almanya eski yayılmacı gücünü denemeye çalışırken bu yeni oluşacak dengede Sırbistan ekonomik, toplumsal ve siyasal anlamda göreceli olarak daha güçlü olduğu bu ülkelerle bir oluşumda kendini görmek isteyecektir. Böylece Almanya üzerinden legal zemine çok daha rahat çıkabilecektir. Ancak her ne kadar Almanya’nın bu ısrarı sürse de, halklar arasında mevcut ihtilaf ve anlaşmazlıklar devam ettiği sürece, böyle bir birliğin uzun vadede istikrarlı bir yapıya dönüşmesi söz konusu olmadığı gibi Almanya’nın emperyal duygularla böyle bir harekata kalkıştığı savını ileri sürüldüğünde bölgede daha büyük gerginlikler ortaya çıkabilir.
Mesela Arnavutluğun Kosova ve Arnavutça konuşan diğer coğrafyaya daha fazla yakınlaşması ve bir araya gelme arzusunun tetiklenme ihtimali söz konusu yapılabilir. Diğer yandan Sırbistan cephesinde Bosna Hersek’teki Sırp bölgelerini ilhak etme arzusu tetiklenebilir.
Sonuç olarak her ne kadar AB, içine düştüğü parçalanma ve dağılma belirtileri eşiğinde şu anki statükoyu korumaya çalışsa da ABD, Rusya, İngiltere ve Türkiye’nin kararları bu sürecin devamında etkili olacaktır. Nitekim Kosova Dış İşleri Bakanı verdiği beyanatta, ‘Kosova Balkanlarda gümrük birliğini engelledi’ diyerek açık bir şekilde muhtemelen ABD’nin böyle bir planı onaylamadığını ifade etmeye çalışmıştır. Almanya’nın adım adım Balkanları AB maskesi adı altında kontrol etmeye çalışması hatta Türkiye ile eski Yugoslavya projesi arasına Yunanistan gerilimin devreye sokarak Türkiyeyi bölgeden uzaklaştırmaya çalışması ters etki yapabileceği gibi Türkiye’nin bu gelişmeleri yakından takip etmesi gerekir. Böylesi bir durumda ilerde yeni projelerin ortaya çıkması ihtimalini yeni imkanlar yeni fırsatlar hatta yeni gerginlikleri de içinde barındırmaktadır.
Doç. Dr. Hasan Oktay
Uluslararası Vizyon Üniversitesi Makedonya