KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Bağımsızlık, Kürtlere ‘devlet’ olur mu?

Bağımsızlık, Kürtlere ‘devlet’ olur mu?

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 13 dk okuma süresi
266 0

Baht, talih ve büyük mutluluk”, “devlet”in Arapça ve Türkçe lügatlardaki manalarından bazıları. Medeniyet coğrafyamızda egemen hukuki/siyasi yapıları adlandırmak için “devlet”in tercih edilişinde kelimenin bu anlamlarının da payı vardır. Devlet sahibi olmanın milleti, eski Türkçedeki ifadesiyle, iç ve dış bulgançtan/bulgaktan (fitne ve anarşi anlamında bulanıklık/kargaşa) kurtarıp düzene ulaştıracağı beklentisi, talih ve mutluluk umudunun kaynağıdır. Ancak insanlığın uzun tecrübesi, gerekli meşruiyet parametrelerini, maddi şartları ve dengeleri dikkate almadan müstakil bir siyasî çatı inşası hedefiyle bayrak açmış pek çok ayrılıkçı hareketin, temsil iddiasını taşıdıkları toplulukların bahtlarını kararttığını da kaydediyor.

Mevcut parametreler, Erbil merkezli KBY’deki bağımsızlık ısrarının da Kürtlere “devlet” getirmeyecek bu türden maceralar arasında yer almaya namzet olduğunu gösteriyor.

Zira bir bağımsızlık girişiminin etrafındaki coğrafyayı istikrarsızlaştırırken dayandığı nüfusa da ağır bedeller ödetmesine yol açabilecek çok sayıda faktör, KBY örneğinde yan yana gelmiş vaziyette. Zayıf bir ekonomi ve ağır borç, tartışmalı sınırlar yüzünden güçlü komşularla kalıcı husumet ihtimali, denize çıkışı olmayan bir ülke, her biri kendi silahlı güçlerine, bölgesel ve küresel ittifak ilişkilerine sahip siyasi hizipler arasındaki amansız rekabet…

Ekonomiyle başlayalım. Gelirlerinin yüzde 80’den fazlasını petrol başta olmak üzere doğal kaynak satışından elde eden KBY, uzun zamandır ağır bir ekonomik krizin içinde. Resmi rakamlara göre, 5.2 milyonluk nüfusa ev sahipliği yapan KBY’de yaklaşık 1.3 milyon kişi bütçeden maaş alıyor.

Bazı hesaplamalara göre; maaşlar, yatırım taahhütleri vb. sabit ödemeleri için aylık yaklaşık 1 milyar dolara ihtiyaç duyan KBY, Kerkük petrollerinden kazandıkları da dahil olmak üzere elde ettiği gelirle geçtiğimiz dönemde bu miktarın ancak yarıya yakınını karşılayabildi. KBY’nin dünyaya borcunun 20 milyar $’ı aştığı tahmin ediliyor.

Bağımsızlık ısrarı, dışarda ve içerde güvenlik maliyetlerini artırarak bu sıkıntıları daha da ağırlaştıracak. İlk muhtemel çatışma hattı, Kerkük’ü de kapsayan “tartışmalı topraklar”dan geçiyor. Yukarıda özetlediğimiz ekonomik şartlar dolayısıyla, Kerkük ve civarındaki enerji kaynakları olmadan bırakın Erbil merkezli bağımsız bir devleti uzun süre yaşatmayı, özerkliğin kurumları bile ayakta tutulamaz. Önümüzdeki otuz yılı kapsayan tüm ciddi araştırma ve projeksiyonlar, gelişmekte olan alternatif teknolojilerin yaygınlaşmasıyla petrol jeopolitiğinin sonuna yaklaşılacağına işaret ediyor. Sanayi çağının ilk evresinde kömürün yaşadığı değer ve önem yitirme sürecine önümüzdeki on yıllarda petrolün gireceğini gösteren bu dönüşüm, Orta Doğu’da gelirinin yüzde 80-90’ını petrolden elde edeceğini umarak devlet kurma faaliyetine soyunanlar açısından kötü bir haber.

Bir ulus devleti parçalayarak petro-devlet kurma gayretleri, uygun konjonktür sayesinde sınırdaş/ilgili önemli güçlerin kabulü ve sistemdeki büyük oyuncuların kararlı güvenlik taahhütleriyle gerçekleşmiyorsa, içerde ve dışarda uzun savaş dönemlerinin kapısını açar. Kamuya âit doğal kaynak zenginliğine dayanan rant devletlerinde iktidarda olmak, gelir musluklarına ayrıcalıklı erişim, iktidarın dışına düşmek ise ekonomiden de dışlanma riski anlamına gelir. Bu durum, özellikle muhalefetin silahlı olduğu örneklerde, rakip gruplar arasındaki iç mücadeleyi bağımsızlık coşkusunun kitleler üzerindeki kısa vadeli tesiri geçtikçe keskinleştirir. Dışarda ise şu üç temel sebeple kolay nihayete ermeyecek çatışmalar kapıdadır: Tartışmalı sınırlar, bağımsızlığın bölgede etnik ayrılıkçılığı teşvik ihtimali, yeni ülkenin güç dengesini tesis amacıyla komşulara hasım büyük devletlerle kuracağı yakın ilişkiler.

Bölge dışı büyük güçlerin yeni devlete konjonktürel destekleri, daha çok kısa vadeli çıkarları doğrultusunda gerçekleşir. Yeni kurulacak devletin cılız potansiyelini, esas bölgesel oyuncuları hedef alan projeleri ve oluşturmak istedikleri dengelerle ilgili pazarlıklar için kullanmaya çalışırlar. Bu yüzden, büyük güçlerin sunabileceği sınırlı koruma komşuları daha çok kaygılandırırken yeni kurulan devleti saplandığı çatışma kapanına iyice hapseder. Bu denklemde, zaman çizelgesi üzerinde yeni devletin kaynaklarının değeri azalırken harcamaları yükselmektedir. Çatışmalı konjonktürde üretilen petrolün dünya pazarlarına arzı zaten başlı başına bir meseledir. Söz konusu karanlık resmin içeriye yansıması, artan genel hoşnutsuzluk ve azalan petrol rantını doğrudan kontrolün daha önemli hale gelişi sebebiyle şiddetlenecek askerileşmiş siyasi mücadelelerdir. Bu manzara, KBY’nin tokmağını çevirmeye çalıştığı kapıdan, en ağır bedeli ödeyecek Kürt gençleri ve anaları için “devlet” gelmeyeceğini gösteriyor.

KBY liderliği, geç kalmış bir ulusalcı projeyi, sosyolojik ve siyasi parçalanmışlığını aşamamış bir toplumsal ve siyasi yapı üzerinden, zamanını doldurmakta olan kaynaklara ve demode bir jeopolitik mantığa dayanarak gerçekleştirmeye çalışıyor. Peki niçin? Bu soruya verilecek cevabın ilk halkasında KBY içindeki kriz yer alıyor. KBY’nin başkanlığını yürüten Mesud Barzani’nin yasal görev süresi çoktan doldu. Parlamento iki yıldır kapalı ve KBY için hazırlanan anayasa onaylanmamış vaziyette. KBY, siyasetten arınmış bir silahlı güç oluşturamadı. Peşmerge gruplarının başlıca aidiyetleri büyük siyasi partilere. Bu durum, artan siyasi gerilim dönemlerinde KBY’nin kendi içinde yeni coğrafi bölünmeleri, yeni sınırları bile gündeme getiriyor. Suriye ve Irak’ta elde ettiği avantajların teşvikiyle PKK’nın bölgedeki etkinliğini arttırma çabaları, istikrarsızlığı besleyen bir başka faktör. DEAŞ’le mücadele, ABD’nin de baskısıyla, bu fay hatlarının üzerini geçici olarak örttü. Şimdi ise bu dönemin sonuna geliniyor.

Barzaniler de bağımsızlık referandumuyla KBY’deki başlıca siyasi fraksiyonların onların karşısına çıkamayacakları yeni bir ulusalcı gündem yaratarak iktidarlarını korumak ve pekiştirmek istiyorlar. Ancak, referandum ısrarı ve takip edecek bağımsızlık gündemli tartışmaların aksine sonuçlar doğurma, bölgesel aktörlerin önleyici aktif tutum takınmalarıyla iç iktidar mücadelelerini şiddetlendirme ihtimali de mevcut.

Cevabın ikinci halkasında Barzanilerin bağımsızlık doğrultusunda adım atmak için dışarda bir fırsat penceresinin açıldığına dair kanaatleri yer alıyor. Hâlihazırda, İran’ın Irak’ta gücünü arttırmasına seyirci kalan Obama politikalarından vazgeçtiğini ilan etmiş yeni bir Beyaz Saray da var.

Son dönemde kurdukları yakın ilişkiler ve PKK ile mücadelede Suriye gündeminin öne çıkışı gibi sebeplerle Türkiye’nin tepkisinin ise sınırlı kalacağına inanıyorlar. DAEŞ’le çatışırken Batılı ve Doğulu önemli güçlerle girdikleri yeni münasebetlere ve dünya kamuoyunda kazandıkları sempatiye de güveniyorlar. Büyük güçlerin tarihi sicili, iş ciddiye binince uzayacak çatışmalara taraf olmadan kısa vadeli çıkarlarını öncelediklerini gösteriyor. Bölgemizde birçok unsurun, örneğin Ermenilerin, büyük devletlerin politikalarındaki dalgalanmalarla ilgili derin tarihi tecrübeleri var.

KBY liderliğinin de ABD’nin referanduma yönelik ikircikli tavrını bu çerçevede iyi tahlil etmesi, “belayı satın aldıktan sonra” yaşanabilecek yalnızlaşmanın sonuçlarını öngörebilmesi lazım.

Son halkada ise DAEŞ’e karşı peşmerge unsurları sokulan tartışmalı yerlerdeki fiili hakimiyeti, bölgeden kaçan Arap ve Türkmen muhacirlerin dönme ihtimali belirmeden KBY lehine tescilleme niyeti var. Bu fırsatçılık; Kürtler, Türkmenler ve Araplar arasında etnik cepheleşme ve çatışma hattının zembereğini kuruyor. Söz konusu tavrı meşrulaştırmak maksadıyla, “tarihi haklar” retoriğinin kullanılması bir başka ilginç husus. Kürtler, Arapların Kerkük gibi merkezlere petrol üzerindeki egemenliğini güvence altına almak isteyen Baas Rejimi tarafından sonradan taşındıklarını, bu yüzden de geldikleri yerlere dönmeleri gerektiğini savunuyorlar. Ancak, aynı mantıkla geçmişe bakıldığında, Kürt nüfusun Kerkük gibi şehirlerdeki varlığının da aslında yine petrol sanayinin ihtiyaç duyduğu iş gücüyle bağlantılı olarak gerçekleşen iç göç sürecine dayandığı görülür.

Daha öncesiyle ilgili manzarayı ise, BM arşivlerinde yer alan, Milletler Cemiyeti’nin 1925 tarihli Musul Raporu şöyle tasvir ediyor: “(Musul’dan Kerkük ve ötesine uzanıp) Ana cadde olarak anılan güzergah üzerindeki kasabalarda yaşayan nüfusun temel soyunun Türk olduğu hususunda şüphe bulunmamaktadır. İleri gelenler Türk’tür ve inceleyebildiğimiz evlerin çoğunda aile üyeleriyle Türkçe konuşmaktadırlar. Kerkük’te Hristiyanların bile kendi aralarında Türkçe konuştuklarını zikredebiliriz… Erbil yedi mahalleye bölünmüştür. Bu mahallelerin muhtarlarıyla mülakat yaptık.

Milliyetlerinin ne olduğunu sorduğumuzda; beşi Türk olduklarını, biri Kürt olduğu kadar Türk olduğunu, biri de Yahudi olduğunu söyleyerek cevap verdi… Türkçe, ana cadde boyunca öneme sahip her yerleşimde konuşulmaktadır… Küçük Altın Köprü Kasabası kesinlikle Türk’tür. Tuz Hurmatlı nüfusu birkaç Yahudi aile dışında tamamen Türk yahut Türkmendir… Kara Tepe nüfusunun % 75 oranında Türk/Türkmen olduğunu tahmin ediyoruz… Taza Hurmatli ve Tauk çoğunlukla Türk’tür.” Ayrıca, “kendilerini Arap olarak niteleyen (bazıları), Türk kökenli olduklarının farkındalar.” Milletler Cemiyeti Raporu’na göre, bölgedeki pek çok Kürt aile de aslında Türk kökenli yahut Türklerle yakın akraba olsa gerektir: “… Onlar (Türkler) ana cadde boyunca çiftliklerde de mevcutlar, bunların çoğunun sahibi Türk eşraftır… İki milletin bu toprak üzerinde çok yakından ilişkili olduğu gerçeği göz önünde tutulduğunda (Türklerin) Kürtleşmesi çok hızlı ilerlediğine inandığımız doğal bir süreçtir. Daha önce de söylediğimiz gibi şehirlerdeki Türk ileri gelenleri bile sık sık Kürt hanımlarla evlenmektedir.”

Tarih/Tarihî haklar denildiğinde, “Musul Vilayeti’nin” akıbetine dair söyleyecek en çok sözü olan Ankara’nın bugün için önceliği, KBY liderliğini girmeye niyetlendiği tehlikeli yoldan vazgeçirmek olmalı. İçerde, merkez üssü KBY bölgesinde bulunan PKK terörü, Suriye’de de PKK devleti projesiyle boğuşmak durumunda kalan Türkiye’nin haklı hassasiyetleri ve güvenlik kaygıları öteden beri biliniyor. Mezhep rengi de taşıyan savaşlar silsilesiyle tarihi dokusu altüst edilmiş vaziyetteki Orta Doğu’nun kalbinde, başlıca etnik fay hatlarını tetikleyecek yeni bir gerilim atmosferinin yükselişi, Kürtlere “Devlet” getirmeyecek. Ancak, Orta Doğu’daki önemli aktörleri, yeni bölgesel düzenin parametrelerinin belirleneceği çok kritik bir konjonktürde örseleyecek.

Mehmet Akif Okur

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir