Basra’daki göstericilerin, kamu binalarına düzenledikleri saldırılar sırasında, İran Başkonsolosluğu’nu da hedef almaları ne anlama geliyor? Politik açıdan bakıldığında bu eylem, İran’a paralel bir şehir olan Basra’daki halkın, Tahran’a siyasi düzeninin kendisi için uygun olmadığı mesajı olarak okunabilir. Iraklıların uzun bir süreç içerisinde gelişen, milli duygularını çok iyi bilen her gözlemci bunu bu şekilde yorumluyacaktır. Ama Irak siyasi sorununu çözmeye hiç de yakınmış gibi görünmüyor. Irak’ta siyasi ortamın ne yönde gelişeceği ile ilgili birçok senaryo bulunuyor. Bazıları ne yazık ki çok tehlikeli ve Irak’ın komşularına da olumsuz yansımaları olacaktır.
Bugün İran’ın bölgeye yönelik stratejisi artık açıklığa kavuşmuş durumda. İran, ülkelerin (Irak, Suriye, Yemen ve Lübnan) ulusal sınırları içerisinde tamamen ya da kısmen kendisine bağlı, emri altında ve ritüellerine uyan siyasi veya silahlı güçler oluşturmak istiyor. Bu ülkelerdeki milli faaliyetleri etkilemek ve bu ülkeleri kısmen veya tamamen kendi istekleri doğrultusunda idare etmeyi amaçlıyor. Maddi destek veya manevi (mezhebi) saiklerle ya da güç ve iktidar çıkarları ile büyük ya da küçük, bazı bölgelerde silahlı bir diğerinde silahsız, bir yerde gizli bir yerde açıktan var olan bu örgütler aracılığıyla ülkeleri kontrol etmeye çalışıyor..
Irak’ın durumuna baktığımızda, uluslararası ilişkilerdeki gelişmeler ve özellikle de ABD-İran arasında Irak’taki işbirliğinin sona ermesi ile bir iç çatışmanın yakın olduğu görülüyor. İran, Irak’ın kendi arka bahçesi, sadece kendisine ait bir saha ve Akdeniz’e ulaşmasını sağlayan bir geçit olma iddiasını sürdürmek istiyor. Yeni ABD siyaseti ise bu bölgedeki ABD-İran işbirliğini bitirme eğiliminde. İki ülke arasındaki çatışmanın sahası Irak, etapları ise Irak meclisinde en büyük gruba sahip olmak ve hükümeti kurmaktır. Olayların ilerleyişinden ve ABD-İran’ın Irak’taki işbirliğinin sona ermesinden, İran’ın şimdi mecliste büyük bir gruba sahip olma ve de hükümeti kurma gücünü yitirmekte olduğu görülüyor. Ama hala karşı tarafın bu hedefe ulaşmasını engelleyecek kadar gücü bulunuyor. Bu, kaosa neden olabilecek bir siyasi boşluk doğuruyor. Zira yeni kurulacak her hükümet, İran’a uygulanan (iki ay sonra daha şiddetlenecek olan) uluslararası yaptırımları uygulamak zorunda. Birkaç hafta önce Başbakan Haydar İbadi, zorla da olsa Irak’ın yaptırımları uygulama kararı aldığını açıklamıştı. Tabi ki İran buna her şekilde karşı çıkıyor.
Yakın bir zamanda barışçıl bir çözüm ile sona ermesi mümkün gözükmeyen bu çatışma çerçevesinde Irak siyasi sahnesini değerlendirmek en mantıklı yoldur. Bu çerçevede birinci senaryo; ki belki de en kötümser olanı, bu kördüğümü çözmek için Hariri senaryosunun kullanılması. Yani Tahran’a bağlı milislerin, Tahran’a karşı olan şahısları suikast yoluyla ortadan kaldırarak diğerlerinin gözünü korkutması, İran nüfuzunu ve egemenliğini tekrar sağlamalarıdır. Kuşkusuz İran’a bağlı ve karşı olan milis güçleri arasındaki karşılıklı intikam eylemleri, ülkedeki siyasi ortamın gerilmesine ve ülkenin adım adım bir iç savaşa sürüklenmesine neden olacaktır. Belki de Basra olayları bu tür bir senaryonun ne gibi sonuçlar doğuracağının gözlendiği ilk provadır.
Iraklıların milli tutumlarının baskın çıkma ihtimali ise çok düşüktür. Zira burada siyasi coğrafya aracı oldukça önemli bir rol oynuyor. Lübnan ve Suriye’de uzak oldukları için İran rejiminin çirkinliklerine, tam anlamıyla şahit olmayıp ona bağlı kalmaya devam eden grupların aksine Iraklılar, İran’ın kaderlerine hükmetmesinin ne anlama geldiğini çok iyi biliyorlar. Bu yakınlık ve bilgi sayesinde Iraklılar diğerlerinden ayrılıyor. Buradan yola çıkarak gerçekleşmesi muhtemel ikinci senaryo ise; bir çıkmaza girilmesi ve gevşek bir federal yönetimin tek çözüm yolu olarak görülmesi. Bu federalizmin temelleri de hemen hemen atılmış durumda. Kuzeyde Kürtler zaten bunu talep ediyor, federalizmin kısmi bir ekonomik ve siyasal istikrar gibi faydalarını sayıp duruyorlar. Güneyde de halk bunun hayalini kuruyor. Çünkü Basra gösterilerinin de ortaya koyduğu gibi merkezi hükümet bu bölgeyi yoksunluk derecesinde ihmal etmiş bulunuyor. Batı’da yaşayan Sünniler ise başlarına gelen felaketleri hiç unutmadılar. Eski Başbakan Nuri Maliki’nin emriyle ordunun Musul ve civarından kısmi olarak çekilmesi sonucu DAEŞ’in bu bölgelerde yayıldığını, aylar boyunca yakıcı güneş altında evsiz ve dağınık bir şekilde yaşamak zorunda kaldıklarını ve hiç kimsenin ulusal taleplerine kulak asmadığı günleri çok iyi hatırlıyorlar!
İran’ın Irak’ta uygulamak istediği olumsuz senaryonun etkilerini azaltan etken, dini lider Ali Sistani’nin deklare ettiği iki politik pozisyondur. Birincisi, sözcülerinin de vurguladığı gibi siyasal İslami sistemin sivil bir sistem olduğu ve din adamlarının bu sistemde bir yeri olmadığı yönündeki görüşü. Ki bu İran’ın benimsemiş olduğu ve “yönetim politikadır” diye nitelediği teori ile tamamen çelişmektedir. İkincisi ise yönetimde yeni yüzlerin yer alması yönündeki çağrılarıdır. Birinci düşüncenin, Iraklıların genel duyguları ile ilgili nedenlerden dolayı destek görebileceğini söyleyebiliriz. Ama politikacıların emelleri ikinci düşüncenin önünde engel oluşturacaktır. Çünkü politikacılar da din adamları gibi “seçicidirler”!
Bölgede yayılmasını sağlayan eski güç noktalarından bazılarını kaybediyor gibi görünen İran’ın içinde bulunduğu durumun bir başka boyutu daha bulunuyor. Adım adım geniş ölçekli uluslararası bir boyut kazanan ABD baskılarına ek olarak İran, “güvenlik sorunu” ile de yüzleşmek zorunda. Dini lider Ali Hamaney, İran’ın Tahran’da savaşmak zorunda kalmamak için Suriye’de savaştığını açık bir şekilde ifade etti. Ki İran halkı, bu zihinsel yapı sayesinde çok kolay bir şekilde kandırılıyor. Ama madalyonun diğer yüzüne baktığımızda; bir devlet, sınırları dışında yayılarak güvenliğini korumaya karar verdiği anda, kendi içinde bunun karşı mekanizmalarının da harekete geçtiğini söyleyen bir denklemin var olduğunu görürüz. Dünyadaki çatışmalar tarihi bunu ispatlayan örneklerle doludur. Örneğin, Sovyetler Birliği’nin Afganistan savaşı. Bu savaş, rejimin tüm bileşenleri ile yıkılmasına neden olan bir dizi dinamiği yerinden oynatmıştır. Bunun tartışmasız bir başka örneği ise; Suriye’nin karşıt mekanizmalarının oluşturmasının ardından Lübnan’dan aşağılayıcı bir şekilde çekilmesidir!
İran daha bu sürecin başında. Bir yandan Irak’ta kan kaybederken diğer yandan Suriye’de ancak Türkiye ve Rusya’nın desteği ile ayakta durabiliyor. İçeride ise –ki en önemlisi budur- artan ekonomik, politik ve güvenlik sorunları ile mücadele etmek zorunda. Hem politik hem de askeri yöneticilerin ön saflarında tasfiyeler görülmeye başlandı bile!
Bu gerilimli ortamda, İran’ın beklenmedik ve mantıksız eylemlerde bulunabileceği dikkatlerden kaçmamalı. Tüm tehlikelerine rağmen Irak’ta bir iç savaşı bile destekleyebilir. Düşmanlarının, daha doğrusu düşman zannettiği ülkelerin canını acıttığını düşünerek bölgedeki yarı aktif ya da uyuyan örgütleri tekrar uyandırmaya çalışabilir. İran’ın düşünülemez eylemlere ve faaliyetlere girişmesi hiç de beklenmedik bir ihtimal değil.
Son olarak; ufukta İran’ın içinde bulunduğu krizi büyük ölçüde daha da derinleştirecek bir başka gelişme daha var. İran’ın bölge ülkelerindeki kollarından biri (Hizbullah), Uluslararası Mahkeme’den Refik Hariri suikastında, kendini suçlu bulan ve terör örgütü olarak ilan eden bir karar beklentisinde. İşte o zaman, uluslararası hukuk aracılığıyla, bölgedeki sistematik terörün arkasında kimlerin olduğu tüm dünyanın gözü önünde tescillenmiş olacak!
Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi’nde Sosyoloji profesörü...
https://turkish.aawsat.com/2018/09/article55434238/bagdat-ve-tahran-arasindaki-gizli-ve-acik-iliski