Türkiye’nin Avrupalı Birliği ile sorunlu ilişkilerinin olduğu bir gerçek. Yılan hikâyesine dönen üyelik süreci, Türk yönetimi ve halkında, ‘fazla naz âşık usandırır’ modunu çoktan geçti. Türkiye’nin üyelik başvurusuna bakıp alırız da demiyorlar almayız da demiyorlar. Deyim yerindeyse sürüm sürüm süründürüyorlar. Lakin Türkiye’nin bu sevdadan vazgeçmeye niyeti yok! Çünkü Avrupa’daki etnik, kültürel ve dini aidiyetini terk edemez! Avrupalı oryantalistlerin bakış açısıyla ‘Küçük Ön Asya’ Türkiye; Asyatik ve Ortadoğulu kökenlerine rağmen Avrupalı bir ülke. Referandum sürecinin başlamasıyla Avrupa Birliği ülkeleriyle mülteci krizinde yaşanılan sorunlar farklı bir boyuta sıçradı.
Referandumda ‘EVET’ tercihinde bulunacak Türk yetkililerin, Avrupa ülkelerinde oy kullanacak Türk seçmelere yönelik propaganda faaliyetlerine izin verilmeyeceğini deklare eden açıklamaların, dış politik krize dönüştüğü ya da kamuoyunda bunun böyle algılandığı görülüyor. Türk yetkililer kendi vatandaşlarıyla buluşma ve konuşma haklarının engellenemeyeceğini söylemekle kalmıyor, bu engellemenin faşist bir uygulama olduğundan dem vurup Avrupalı yöneticileri Nazi dönemi uygulamaları hortlatmakla itham edince işin doğası gereği karşı cevapta gecikmiyor. Bu ithamların birinci elden siyasi muhatabı Merkel, Nazi benzetmesinin sadece Nazi döneminde işlenen suçları önemsizleştireceğini savunmaktan öte elinden bir şey gelmediğini çok net belli ediyor. İç politik bir konunun dış politik bir propaganda malzemesine dönüştürülmesinde Allah var, Türklerin üstüne kimse yok! Bir kaşık suda fırtına koparabiliyoruz.
Avrupalı liderlerin söylemleri kendi ülkelerindeki egemenlik hakkının korunması amacına yönelik sanılabilir. Hiçte öyle değil! Neden mi? Bakın konuşmalarına! Avrupa Birliği sınırlarında yaşayan Türk nüfusu ötekileştiren bir üslubu özellikle tercih ettikleri görülüyor. Mesela Hollanda’da aşırı sağcı, ırkçı parti PVV’nin lideri Geert Wilders; Kuran-ı Kerim’i Adolf Hitler’in “Kavgam” adlı kitabıyla kıyaslayarak yasaklanması gerektiğini belirtiyor. Almanya’nın Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti Wuppertal kentindeki Wuppertal Johannes Rau Lisesi yönetimi, Müslüman öğrencilerin namaz kılmasını yasaklamakta bir sakınca bulmuyor. Almanya’da yaşanan Bozdağ’ın etkinliğinin iptal vakası, diğer Avrupa ülkelerinde domino taşı etkisi yaptı.
Hollanda’nın da Rotterdam’da yapılacak referandum etkinliğine izin vermeyeceğini açıklamasının ardından, Avusturya Başbakanı Christian Kern’de, Türk politikacılara Avrupa çapında miting yapma yasağı getirilmesi çağrısında bulundu. Kern, bu tür bir yasağın Almanya gibi ülkelerin tek tek Türkiye’nin baskısına maruz kalmaması açısından önemli olduğuna işaret etti. Türkiye’deki anayasa değişikliğini de eleştiren Kern, getirilecek başkanlık sisteminin Türkiye’de hukuk devletini daha da zayıflatacağını, güçler ayrılığını daraltacağını ve AB değerleriyle çeliştiğini savundu. daha öncede Avusturya Dışişleri Bakanı Sebastian Kurz, Türk yetkililerin ülkesinde referandum kampanyası düzenleyemeyeceğini bir keza daha ilan etmiş gerekçe olarak ta bu tip şeylerin her zaman entegrasyon sürecine zarar verdiğini ileri sürmüştü. (Bkz. http://www.haber7.com/avrupa/haber/2274296-avusturyadan-turkiyeye-istemiyoruz )
Şimdi bu tabloya bakıldığında Avrupa’nın Türkiye karşıtlığını yeni bir politik sürece dönüştürdüğü elbette söylenebilir. Ancak kazın ayağını hiçte öyle değil. Kim ne derse desin görünürdeki tüm sorunlara rağmen Avrupa Birliği, Erdoğan ve ekibini konuşulabilir, anlaşılabilir buluyor. Avrupa Birliği, ABD ve Rusya arasındaki sıkışmışlığını, Türkiye’nin başını çektiği varsayılan İslam Ülkeleriyle ittifakla aşabileceğini hesaplıyor. AB biliyor ki; Türkiye sadece İslam coğrafyasından ibaret değil. Buna Balkanları, Kafkasları ve Türk Cumhuriyetlerini dâhil edin. Adriyatik’ten Çin Seddine uzanan devasa bir coğrafya bu. Ortaya çıkan harita Türkiye’nin gerçek ve tahmin edilebilir gücünü ortaya koyuyor. Aslında Avrupa ile özellikle Almanya ile yaşanılan süreci en net ifade eden Hırvatistan’da yayımlanan Muhafazakâr eğilimli Večernji list gazetesi.
Večernji list “Merkel Erdoğan’ın avucunda” başlıklı yorumunda; “Merkel Türkiye’den gelen Nazi suçlamalarını umursamıyor. Onun endişesi daha çok, Erdoğan’ın her an Türkiye’deki 3,5 milyon mülteciyi Avrupa’ya gönderme ihtimali. Yeni bir mülteci dalgası Merkel için seçimde bir yenilgiye, AB içinse çöküşe mal olabilir. Erdoğan şimdi Almanya’da toplantı yapmak istiyor . Bu isteği engellenirse, Merkel’i, Almanya’yı ve AB’yi istikrarsızlaştırmak için elinden geleni ardına koymayacaktır. Almanya ve AB belki de bu yüzden Türkiye’deki insan hakları ve basın özgürlüğü için ciddi bir girişimde bulunmuyor. … Avrupa’nın korkaklığı ve isteksizliğiyle, Erdoğan’ın kurnazlığının ve küstahça kararlığının birleşimi bize çok pahalıya mal olabilir.” ifadelerine yer veriyor. (Bkz. https://www.eurotopics.net/tr/174805/akp-nin-secim-kampanyasi-yasaklanmali-mi?zitat=175509#zitat175509 )
Avrupa krizi aslında Türkiye’nin elini güçlendiren kontrollü ve iyi yönetilen suni bir kriz. Kalıcı etkisinden söz edileceğini sanmıyorum. Trump’ın başkan olmasıyla Ortadoğu’daki politikalarını gözden geçirmesi beklenen ABD ile özellikle Suriye ve Irak’ta ortaya çıkan güvenlik kaynaklı sorunlar, Türkiye’nin elini kolunu bağlayan darboğazda. Rusya ile inişli çıkışlı ilişkilerde tam randıman alındığı söylenemez. İşte tam da bu noktada Türkiye meydan okuyor! Bu meydan okumayı da ‘sana söylüyorum kızım sen anla gelinim’ atasözündeki olduğu gibi yapıyor! Almanya üzerinden yapıyor. Kim ne derse desin yazın bir tarafa, Avrupa’nın karşı çıkışları, referandum sürecindeki Türkiye’deki ötekileştiren yalnızlaştıran söylemleri, Türkiye’nin iç siyasetini ısıtıyor. Avrupa karşıtlığı ve düşmanlığı üzerinden Evet oyları bloklaşıyor, her geçen gün artıyor! Avrupa’daki Erdoğan düşmanlığı, Erdoğan’ı büyütüyor, Evet oylarını çoğaltıyor! Kimseye söylemedim sadece sizlerle paylaştım aramızda kalsın.
Ömür Çelikdönmez
Twitter:@ oc32oc39
omurcelikdonmez@hotmail.com