KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Türkiye
  4. »
  5. Avrupa’dan bakıldığında Türkiye’nin yeri

Avrupa’dan bakıldığında Türkiye’nin yeri

Hasan Oktay Hasan Oktay - - 8 dk okuma süresi
350 0

Avrupa’dan bakıldığında Türkiye’nin yeri
ünal

Avrupa’nın gündeminde kendi varoluşsal sorunları öncelikli olarak yer alıyor.
Bir yandan Yunanistan’da hala çözümlenemeyen ekonomik sorunlar, bir yandan Birleşik Krallık’ta yaklaşan referandum, bir yandan mülteci ve göç sorunu…Bu gündeme bakıldığında Türkiye’nin resmin neresinde olduğu merak konusu oluyor.

23 Haziran tarihinde Birleşik Krallık’ta yapılacak olan referandum şu sıralarda AB ülkelerinde en çok konuşulan konulardan biri. Bu referandumda AB’nin olduğu kadar Birleşik Krallık’ın da geleceği ile ilgili önemli bir karar alınacak. Ülke ya AB’den ayrılacak, ya da AB içinde kalmaya devam edecek.

Hem kıtada hem adada endişe büyük. Birleşik Krallık’ta AB’den ayrılma ve AB’de kalma taraftarı olanların sayısı %40’lar civarında ve birbirine çok yakın oranlarda seyrediyor. Halkın %15 ile %20 arasındaki bölümü de kararsız. Sonucu elbette her zaman olduğu gibi bu kararsızların kullanacakları oylar belirleyecek.

Birleşik Krallık şayet AB’den ayrılma kararı alırsa bu önemli bir istikrarsızlığın da başlangıcı olacak. Herşeyden önce, referandumun böyle bir sonuç ortaya koyması kısa zamanda Birleşik Krallık’ta ikinci bir referandumu daha gündeme getirecek. O da İskoçya’nın Birleşik Krallık’ta kalıp kalmama kararı ile ilgili.

2014 yılında yapılan referandumda İskoçya %55 oyla Birleşik Krallık’ta kalma yönünde karar almıştı. Ancak İskoçya’nın AB’ye bakışı son derece önemli. İskoçya AB dışında kalmak istemiyor. Dolayısıyla, Birleşik Krallık AB’den ayrılma kararı alırsa İskoçya hemen yeniden bir referanduma gitmeye hazır. Üstelik bu defa referandumun sonucunun Birleşik Krallık’tan ayrılmak yönünde olacağına neredeyse kesin gözüyle bakılıyor. Sadece AB’nin değil Birleşik Krallık’ın da dağılması gibi varoluşsal sorunlar söz konusu…

AB’den ayrılmayı savunanların gerekçelerinden birini göç sorunu oluşturuyor. Bu konu sadece ada ülkesinde değil kıta Avrupası’nda da önemli. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana dünyanın en ciddi göç, mülteci ve yerlerinden edilmiş insanlar krizi ile karşı karşıya olduğunu sağır sultan bile duydu. Bu durumun en büyük sonuçlarından birini de yine tüm dünya üzerinde İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez ırkçılık ve yabancı düşmanlığının bu kadar artması oluşturuyor.

Aslında buna şaşmamak lazım. Yabancı düşmanlığı ve ırkçılık ekonomik sorunların arttığı, emeğin ve üretim paylaşımının adaletsizliğe teslim olduğu bir ortamda yeşerir. Avrupa son yıllarda ciddi bir ekonomik durağanlık içinde. Büyüme rakamları bunu net olarak gösteriyor. İşsizlik oranları da giderek artıyor. Dolayısıyla, Avrupa ülkelerinde bu durumun temel sorumlusu olarak artan göç, mülteciler ve serbest dolaşım görülüyor.

Ekonomik sıkıntıların yanı sıra artan terör olayları da ülkelerin güvenlik endişelerini artırıyor ve istikrarı bozuyor. Bütün bunlar birbirini besleyen bir döngüye dönüşüyor.

Kıta’da buna şaşmamak gerekir desek de aynı durumun Birleşik Krallık’ta da yansıma bulmaya başlaması biraz şaşırtıcı görülebilir. Büyük Britanya İmparatorluğu’nun çok uluslu, çok dinli, çok kültürlü yapısının yerleştirmiş olduğu hoşgörü ortamı aslında bu tür sorunların ve sıkıntıların en az görüldüğü, çoğulcu, demokratik bir toplum yapısına yol açmıştı. Bu yapı son zamanlarda iyice yıpranmaya başladı.

Ada da olsa, ister istemez kıtanın sosyal dokusundan ve sosyo-politik gelişmelerinden etkileniyor. Herşeyden önce, Avrupa Parlamentosu’na seçilen milletvekilleri kıtadan adaya belli akım ve düşünceleri, endişeleri taşıyorlar. Bu da Birleşik Krallık’ta da yavaş yavaş popülist politikacıların prim yapması sonucunu doğuruyor.

Göç ve mülteci sorunları bugün Birleşik Krallık’ın AB’den ayrılması yönünde yürütülen kampanyanın en önemli dayanağını da oluşturuyor. O kadar ki, Türkiye ile AB arasında Suriye’li mülteciler konusunda varılan mutabakatın unsurlarından birini oluşturan “Avrupa’ya vizesiz seyahat” konusu dahi bu kampanyayı yürütenler tarafından “ülkenin Türklerin istilasına uğrayacağı” şeklinde istismar edildi.

Oysa vize serbestisi Schengen üyesi ülkeleri kapsayacak. Birleşik Krallık Schengen üyesi değil. Dolayısıyla vize serbestisinin, şayet engeller aşılır ve yürürlüğe sokulursa, Türkiye vatandaşlarına Birleşik Krallık ve İrlanda’ya gidişleri bakımından yararı olmayacak. İşin ilginç tarafı, AB’de kalma kampanyasını yürütenler de işin bu yönünü halka anlatmak yerine “Türkiye AB’ye giremez” gibi bir söylem kullanmak yolunu seçiyorlar. Yöneticilerin halka doğruları tam ve eksiksiz olarak anlatmaması her yerde görüldüğü gibi Birleşik Krallık’ta da görülüyor.

Türkiye’nin AB üyeliğinin en önemli destekçisi olan Birleşik Krallık’ın AB’den ayrılması Türkiye’nin de AB yolunda önemli bir yara almasına ve bu süreçte ciddi bir gedik açılmasına yol açar.

Peki, Türkiye Birleşik Krallık’ta ağırlıklı olarak göç ve mülteci sorunlarından kaynaklanan AB aleyhtarı tutumun değişmesine yardımcı olabilir, katkı sağlayabilir mi? Elbette. Avrupa ve Türkiye bütünlüğünü düşünerek politika üreten, dar görüşlü, küçük gündemli, kısır politika çıkarları üzerine kurgulanmayan bir dış politika vizyonu sadece Türkiye’ye değil Birleşik Krallık’a dahi yararlı sonuçlar doğurur.

AB bugün karşı karşıya olduğu varoluşsal sorunları bir gün mutlaka aşacak. O zaman silkinip kendine geldiğinde ve etrafına baktığında Türkiye’yi resmin neresinde göreceği önemli. Türkiye’yi Avrupa’nın sorunlarına da ilgi gösteren, çözümlerine katkı sağlamaya gayret eden samimi bir ortak olarak mı görecek, yoksa “vur abalıya” yaklaşımıyla Avrupa’nın sıkıntılarına tuz biber eken bir köstek olarak mı…

İşte Türkiye-Avrupa bütünleşmesinin önündeki en önemli sınamayı bu algı oluşturuyor.

Ünal Çeviköz

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir